Kötülüğün cezbedici bir yanı olduğuna çoktandır eminim. İyilik bazen öyle sefilce, öyle umarsızca ve gençlerin tabiriyle öyle ezikçe bir tavır haline geliyor ki, böyle birini ekranda/perdede/sahnede falan gördüğünüzde tutup silkelemek istiyorsunuz. Hani Yeşilçam filmlerinin, kötülerin incelikli planlarıyla çarpıtılmış enformasyonlar, yanlış anlaşılmalar, karakter zaafları ve kalplerinin safiyeti yüzünden hep haksızlığa uğrayan, hep kaybeden yıldızlarına yapmak istediğiniz gibi. Aptallık, korkaklık, edilgenlik ve sünepeliğin iyilik gibi lanse edilmesi katlanılır şey değil.
Şimdi hemen konuyu Merve Aksak’a getiriyorum. Belki okurlar arasında hiç magazinle ilgilenmeyen, popüler dizi izlemeyen; bunların yerini vahşi doğa belgeselleri, sanat filmleri ve klasik müzik konserleriyle dolduranlar vardır diye bilgi vereyim: Merve, Aslıhan Gürbüz’ün canlandırdığı, Ufak Tefek Cinayetler dizisinin sinsirella da diyebileceğimiz baş karakteri. Baş karakteri, çünkü bence dizi, giderek absürdleşen senaryosuna rağmen, onun yüzü suyu hürmetine izleniyor. Pek yakıştırmış kendisine rolünü. Sanırım ilk oynadığı dizide, İstanbul’a çalışmaya gelmiş Azeri bir kadını canlandırıyordu ve öyle bir Azerice konuşuyordu ki, kendisinin Azeri olduğuna neredeyse emindim. Değilmiş. Yani o derece yetenekli, rolden role girebilecek bir kadın Aslıhan Gürbüz.
Olaylar daha önceki yazılarımdan birinde bahsettiklerime benzeyen, hangi şehirde olduğu belirsiz bir lüks sitede, Sarmaşık Sitesi’nde geçiyor. Ara sıra kamera Kapalıçarşı’ya, su kemerine, Boğaz’a yönelmese site ahalisinin bir ütopyada yaşadığını ve dünyada onlardan başka insan kalmadığını düşüneceğiz. Moda ve dekorasyon dergileriyle, televizyon programlarıyla, sosyal medya paylaşımlarıyla, kişisel gelişim kitaplarıyla geniş kitlelere teşhir edilen, ancak küçük bir topluluğun ulaşabileceği bu parıltılı hayatın geçtiği site zehirli bir sarmaşık aynı zamanda. Başta ne demiştim: iyiliğin gideri, aksiyonu yok. Sarmaşığın bile zehirli olanı makbul.
Merve bu alemin en varlıklısı, en kudretlisi ve en kötüsü. Muhkem bir kale gibi olan lüks villasında yaşıyor. İdealize edilene uygun bir aile hayatına, yakışıklı ve kariyer sahibi bir kocaya, güzel ve prensesler gibi yetiştirilen bir kız çocuğuna, bir de yabancı uyruklu hizmetçiye sahip. Onun kariyeri ise bu aileyi, bu yaşam tarzını ebed müddet ayakta tutmak ve düşmanlarının zehirli sarmaşığa dolanıp boğulmalarını sağlamak. Yalnız düşmanları genelde kadınlar. Bazen azgın bir öfkeyle, bazen de pişkin bir sükunetle stilettosunun topuğuyla eziyor onları. Başta çok ayrıksı bir karakter gibi görünüyor ama ondan o kadar çok var ki etrafımızda.
Neyse efendim, bu Merve için hiç kimse güvenilir değil, başkalarının açıklarını biriktirmek ona göre en iyi yatırım. Her yeni sorun için birbirinden akla zarar taktikler geliştiriyor. Statüsünü ve iktidarını - ama asla huzurunu değil - korumak için başkalarınınkileri kırıp dökmekten kaçınmıyor. Onun yaraları yok mu? Hem de ne çok. Kötülük eğlenceli olabilir ama yara da açar kötü kişide. Mervemiz yaralarını gizlemeyi, açık vermemeyi tercih ediyor. Her işin üstesinden gelebileceğine inanıyor ve bunu yaparken sembolik olduğu kadar fiziksel şiddet uygulamaktan da çekinmiyor. Sınıfsal konumunun sağladığı şımarıkça bir özgüvene sahip. En fazla zarar verdikleri ise yukarıda vurguladığım gibi, “sistırlarım” dediği kadın arkadaşları. Onlarla hep rekabet içinde.
Bu cemaatte herkes bir vitrinde yaşıyor ve vitrini daha fazla ilgi görenler husumet çekiyorlar. Kadınlar arası ilişkiler söz konusu olduğunda, özellikle erkeklerin ama bir kısım kadının da dilinden düşmeyen, hatta hoşnutlukla sarf ettikleri “kadın kadının kurdudur” argümanı, dizinin mottosu adeta. Bu kadınlar bireysel çıkarlar üzerine kurulu arkadaşlıklarını kırıp döküp, çıkarları gerektirince yeniden inşa ediveriyorlar. İntikam arzusu bütün başka hislerin, ilişki biçimlerinin önüne geçiyor. İntikam gününün gelip çatmasını beklerlerken, iyi diye lanse edilenlere düşen başını omuzlarının arasına alıp bir köşeye sinmek oluyor. Sonra giderek onlar da kötücülleşiyorlar. Önce, neden hep kötüler galebe çalıyor, diye esef ederken, sonra idrak ediyorsunuz kötünün yaydığı enerjinin efsunlu olduğunu. Masaya yumruğunu vuran, bas bas bağıran, korkutan, sindiren, anlayışlı, eşitlikçi ve yumuşak başlı olanı mağlup ediyor. Kötünün borusu ötüyor, sözü geçiyor.
Bütün bunlar, söz konusu diziyi izlenir ve sonraki bölümünü merak edilir kılıyor. Amenna. Ama beni asıl şaşırtan ve üzen, Merve’nin çoğunluğu kadınlardan oluşan bir fan kitlesi olması. Bu yazı için bakınırken, Merve gibi olabilmek için taktikler sıralayan bir siteye bile denk geldim. Akran zorbalığı çocuklar ve ergenler için hep bela olmuştur. Çünkü, özellikle çocuklarda merhamet ve empati duygusu çok geç gelişir. Bunun için büyükler tarafından yönlendirilmeleri gerekir. Ama dikkat ederseniz, akran zorbalığının yaşı yok. Son yıllarda sıkça şikayet etmeye başladığımız mobbing, flört şiddeti, taciz gibi fiiller akran zorbalığının birer uzantısı. Kötüye tutulmak da çağımızın hastalığı.
Kadın kadının kurdudur argümanı kadın düşmanlığına dönüşecek kadar belirgin bir yer kaplıyor senaryoda. Kadınlar birbirlerinin fiziksel görünüşlerinden evlilik hayatlarına, yalnızlıklarından annelik becerilerine kadar her şeyi silah olarak kullanabiliyorlar. Bununla da kalmıyor. Sarmaşık Sitesi fettan, işbilir, sinsi ve çıkarcı kadınlar tarafından iğdiş edilen veya edilme korkusu yaşayan masum erkeklerden geçilmiyor. İktidarları ve huzurlarının kadınlar tarafından tehdit edildiğine inanan bu erkekler mangal başında, teknede, lokalde bir araya geldiklerinde, hayatlarındaki kadınların zalimliklerini, kıskançlıklarını, saldırganlıklarını ve kurnazlıklarını anlatırken, adeta bir halka oluşturup birbirinin saçını başını yolan, yüzünü tırmalayan kadınları cinsel hazza yakın bir keyifle izliyor gibiler. Daha birkaç bölüm izlemişken bile dünyadaki tüm kötülüklerin, kurnazlıkların kaynağının kadınlar olduğunu, buldukları her fırsatta birbirlerinin gözlerini oyacaklarını düşündürüyor dizi. Erkekler onların elinde oyuncak. Yaptıkları hatalar, karakter bozuklukları bile kadınların eseri adeta.
Dünyanın en iyi, en diğergam ve dayanışmacı insanlarından İlknur Üstün’e diziyi neden izlemediğini sorduğumda, mealen “kadınların birbirlerine bu kadar kötülük etmelerine, dahası gadre uğrayanların, her seferinde kendilerine bu muameleyi reva gören kadınların sofralarına yeniden oturmalarına katlanamam” demişti. Haklısın İlknur. Hipodrom’daki Livaneli konserlerinde “Dünyayı güzellik kurtaracak” diye bir ağızdan haykırdığımız günler epey geride kaldı. Kötülüğün yaydığı o zehirli enerji huzurun ve sükunetin üstesinden geliyor ne yazık ki.