Kurtarma Mesafesi tekinsizliğiyle dikkat çeken bir roman. Arjantin taşrasında, tarlalarla çevrili bir kasabada geçen hikâyenin zirai kimyasallarla bağlantısı bize epey tanıdık üstelik.
Samanta Schweblin, okurunu ip gibi geren bir yazar. Bir an olsun gevşemeye izin vermiyor hatta anlattığı hikâye ilerledikçe gerginlik seviyesi gitgide artıyor. Yazar, okuruna bunu yaparken başyardımcısı anlatım biçimi ve kurduğu atmosfer. İlk cümlesinden itibaren tekinsizliğin hüküm sürdüğü Kurtarma Mesafesi, ürkütücülüğe doğru evrilirken üç mesele etrafında dönüyor. Zirai kimyasalların mağdurları, annelik kaygısı ve ruhun ait olduğu bedenden başka bir bedene nakli.
Arjantin taşrasında etrafı tarlalarla çevrili bir kasabada geçen romanın uzun bir diyalogdan oluştuğunu söyleyebiliriz. Bu diyalog, bir sağlık ocağında ölmek üzere olan Amanda ve onun son saatlerinde yanında olan David adında bir çocuk arasında geçiyor. David, Amanda’ya sorular sorarak onu bu duruma getiren olayları anlattırır. David adeta bu konuşmanın yöneticisi gibidir. Amanda’nın bir ânı derhal bulması gerektiğinden bahseder. Bunun hangi an olabileceği, ilk başlarda okurun da meselesi haline geliyor. Ancak Kurtarma Mesafesi, tipik bir “sorular ve cevaplar” metni değil. Karşısına çıkan soruların cevaplarını takıntılı bir şekilde bulmaya çalışan okur bu metnin tadını çıkaramaz. Önerim; kitabı okuyanların, yazarın sunduğu okuma deneyimine kapılıp gitmesi. Peki nasıl bir deneyim bu? Okuru diyalog akışının kucağına bırakan, olayların ortasına fırlatan bir deneyim. Her şeyin gözlerimizin önünde olduğu hissini veren etkili bir anlatım biçimi var yazarın.
Olaylar geliştikçe David’in dere suyunu içtikten sonra hastalandığını, annesi Carla’nın onu doktor yerine bir şifacıya götürdüğünü anlıyoruz. Öte yandan da Amanda ile kızı Nina’nın ilişkisi bir an olsun unutturulmuyor. Bu, annenin en kötü olasılıkları düşünerek hiç durmadan hesap yaptığı bir ilişki. Elbette baba pek de ortalarda değil! Samanta Scweblin’in altını çizdiği annelik kaygısı, annenin çocuğu ile kendisi arasında izin verdiği “güvenli mesafe” etrafında şekilleniyor. Amanda, acil bir durumda kızını kurtarmasının ne kadar zaman alacağına dair sürekli değişen bir hesaplama olan ve “kurtarma mesafesi” olarak adlandırdığı konuya takılmış durumda. Olaylar sırasında kurtarma mesafesinin ipini ölçmeden, ipin gerginliğini kontrol etmeden duramıyor.
Bu, Amanda’ya kalan bir miras:
“Anneler niye hep böyle yaparlar?
Nasıl?
Olası kazaların önüne geçmeye çalışırlar, kurtarma mesafesini hesaplarlar.
Çünkü er ya da geç korkunç bir şeyin gerçekleşmesi kaçınılmazdır. Anneannem bunu anneme çocukluğu boyunca aktardı, annem de çocukluğum boyunca bana aktardı. Nina’yı kafaya takmak benim görevim.”
Hikâyenin sonlarına doğru Amanda ve Nina'nın zirai kimyasallar tarafından zehirlendiğini anlıyoruz. Ayrıca kasabadaki çocukların fiziksel bozukluklar taşıdığına dair sahneler de okuyoruz. Kurtarma Mesafesi’ni demir leblebi yapan önemli unsurlardan biri de bu çevresel sorun. Samanta Schweblin kırsal tarım topluluklarının yaşadıklarına, zehir saçan düzene dikkat çekmek istediğini röportajlarında da ifade ediyor.
Türkçeye Emrah İmre tarafından özenle çevrilen Kurtarma Mesafesi, Latin Amerika edebiyatında sıklıkla gördüğümüz kısa, etkili ve huzursuz edici diğer romanların yanına başarıyla yerleşiyor.
Kurtarma Mesafesi’nin filme uyarlandığını ve Sayıklama ismiyle Netflix’te izlenebileceğini de not düşeyim. Filmin senaryosu Samanta Schweblin ile birlikte Perulu ödüllü yönetmen Claudia Llosa’ya ait.