Sözün “kelâm” olmaktan çıkıp “boş lakırdı”ya dönüşmesi, gösteri
toplumunun sıradan olgularındandır.
Kültür dünyasında sözün lakırdıya dönüşmesi medyamızda eskiden
en iyi talk şov programlarında temsil ediliyordu. Biraz hoşça vakit
geçirmek gibi gayet insani bir ihtiyacın gayet olağan aracı olduğu
için hepimiz izliyorduk bu programları.
Beyaz da (Beyazıt Öztürk de) vardı o zamanlar ama en çok da Okan
Bayülgen’di boş lakırdının kralı. Beyaz, “bizim evin çocuğu” gibi
bir şeydi, usluydu, efendiydi. Okan Bayülgen daha bir rahatsız
edici duruyordu. Daha dik başlı, daha sivri, daha sataşan, daha
kızdıran bir özelliği vardı onun. Alışılmış, bildik
televizyonculardan değildi, yılların getirdiği sıkıcı klişelere
pabuç bırakmıyordu. Televizyondaki talk-show paradigmasını
yıkmıştı. Farklı üslubuyla türe yeni bir tarz getirdiği
kesindi.
Bütün bunları başarırken zekâ iş başındaydı. Herkesin Okan
Bayülgen hakkındaki ortak kanısı belliydi: Zekî adam!
Zekiydi Okan Bayülgen. Ve medya sistemi ve kültür sanayiinin
çamurlu akıntısında iş gördüğünün bilincindeydi.
Onun haber medyasındaki karşılığı da Cüneyt Özdemir’di. Evet,
rahmetli Mehmet Ali Birand’ın “32.Gün”ü (Çiğdem Anat, Mithat
Bereket, Mete Çubukçu gibi) pek çok televizyon habercisi
yetiştirmişti ama içlerinden kendini en ünlü yapanı Cüneyt Özdemir
olmuştu. O ve “5NBirK”sı, Okan Bayülgen’in talk-show paradigmasında
yaptığının bir benzerini televizyon haberciliğinde yapmıştı. Her
ikisi de kendi rutininde akıp giden gündelik hayatımızın sıradan
bir gününü diğer sıradan güne bağlarken “iyi gidiyor”du.
Bildiğiniz gibi, Okan Bayülgen ile Cüneyt Özdemir birkaç gün
önce bir polemiğe imza attılar. Bayülgen YouTube kanalı açan eski
televizyon habercilerine ağır laflar etti; bu lafların doğal
muhataplarından olan Özdemir de Bayülgen’e aynı ağırlıkta laflar
söyledi.
Bayülgen’inki haksız ve yersiz bir saldırıydı. Ama cevap veren
Özdemir olunca, taraf tutacak bir durum kalmıyor ortada; “al birini
vur ötekine”… Ya da “tencere dibin kara…” vs…
Ama şunu vurgulamak lâzım: Her ikisi de zeki adam. Gelgelelim,
her ikisi de zekidir ama… (Brecht’in şiirinde söylendiği gibi) “ama
bir kusurcuğu var”… Her ikisi de kendinden aşağıya bakıp da kendi
kafasına hayran olan adamdır. Yukarıya hiç bakmadıkları için
şımardıkça şımarmışlardır.
Ele avuca gelmez biri olduğuna kesin biçimde inanır halleri
vardır her ikisinin de. Çamurlu akıntısı içinde iş gördüklerinin
gayet iyi bilincinde oldukları medya sistemi dahilinde hesap
edilebilir aşırılıklar yapmakla yerleşik olanı alt üst ettiklerini,
böylece kendilerine sistemin dışında farklı bir konum
kazandırdıklarını zannederler. Oysaki zararsız ve maliyetsiz
aşırılıklarıyla sistem içinde elde ettikleri konum, son derece
dayanıksız bir konumdur. Ele avuca gelmezmiş gibi buyurulan
aşırılıkların, baş edilmezmiş gibi gösterilen fevriliklerin ne
denli mecalsiz olduğunun yığınla örneği var yakın geçmişte.
Cüneyt Özdemir’in medya sahipleri ile siyasal iktidar arasındaki
ilişkilerde ne türden pozisyonlar aldığı mâlûm. Okan Bayülgen ise
(belki hatırlayacaksınız) “yerli ve milli” yapımımız “Diriliş
Ertuğrul”a “En İyi Dizi” ödülü verilen 2016 Altın Kelebek Ödül
Töreni’nde sunucuydu. Dizi ekibi kendilerine teşekkür konuşması
için izin verilmediği gerekçesiyle ödülü kuliste yere atınca,
içinde birkaç defa “Diriliş Ertuğrul’u hiç izlemedim” cümlesi geçen
kısa bir konuşmayla “alaycı” bir şekilde özür dilemiş, yani yine
güya hınzır zekâsını göstermiş, fakat Cumhurbaşkanı Erdoğan,
“Beyefendi izleyememiş, fırsat bulursa izleyecekmiş” diye
azarlayınca da hemen özür dilemişti.
İnanç besledikleri zeki, tehlikeli, ele avuca gelmez
kişiliklerini orada burada parlatmaya çalıştıkça bu türden
çözümsüzlüğe hep düştüler ve her çözümsüzlüğe düştüklerinde hayran
oldukları o kafaları hep öne eğildi -başından “Ayşe Öğretmen”
hadisesi geçmiş Beyaz gibi-.
O yüzden, mikrofon ve objektif karşısında sergiledikleri sıra
dışı davranışlar ve tutumlar belli bir zekânın ürünü olabilir. Ne
var ki apansız özgünlük gösterileri düzenlemekle yerleşik olanı pek
de altüst etmiş sayılmıyorsunuz. Bu haliyle sistem karşısında
hiçbir şey ifade etmeyen bir şeydir zekâ.
Bugüne dek zekâlarını, o baş edilmez fevriliklerini, apansız
özgünlüklerini paraya tahvil ederek geçindiler. Halen dahi ünlenmiş
isimlerinde ifade bulan o sıra dışı imgeyi korumak ve pekiştirmekle
uğraşıyorlar. Aralarındaki polemik bunun en açık işareti.
Aralarındaki son polemik gibi, medyaya yansıyan apansız ama
öngörülebilir aşırılıkları, sansasyonel sözleri, tuhaf şeyler
konuşup tuhaf iddialarda bulunmak gibi “sıra dışı” işleri hep bu
yüzden yapıyorlar. Güya aykırılıklarının imtiyazıyla kendilerini
abarttıkça abartıyorlar. Velhasıl, zekâlarını bozuk para gibi
harcadıkça harcıyorlar. Oysaki, demokrasisi eksikli ülkeden
otoriter ülke statüsüne geçmiş bir yerde zekâyı bu şekilde
kullanmanın sistem içi hareketler olarak kalacağını, hiç şüphe yok
ki, Okan Bayülgen de Cüneyt Özdemir de iyi bilir.
Bugün bu iki ismin girdiği polemik, “kelam”ın “boş lakırdı”ya
dönmüş olduğunun yeni bir göstergesidir.
Polemik, “kaleminden kan damlıyor” demenin bir gazeteci övgüsüne
dönüştüğü şanlı tarihi düşünüldüğünde, medyamız için sıradan bir
şey olarak görülebilir ve Cüneyt Özdemir ile Okan Bayülgen
polemiğine kafa yormanın bir anlamı olmayacağı düşünülebilir. Ama
öyle değil; (Flaubert’in severek kullandığı o sözde söylendiği
gibi) “Sıradan olanı iyi betimlemek gerekir”. Bunu da bir
sıradanlık örneği olarak geçiştirmemek, bu iki medya cinini iyi
betimlemek gerekir.