Zeki adamların boş lakırdıları

Bayülgen’inki haksız ve yersiz bir saldırıydı. Ama cevap veren Özdemir olunca, taraf tutacak bir durum kalmıyor ortada. Ama şunu vurgulamak lâzım: Her ikisi de zeki adam. Gelgelelim, her ikisi de zekidir ama… Her ikisi de kendinden aşağıya bakıp da kendi kafasına hayran olan adamdır. Yukarıya hiç bakmadıkları için şımardıkça şımarmışlardır.

Göksel Aymaz gaymaz@gazeteduvar.com.tr

Sözün “kelâm” olmaktan çıkıp “boş lakırdı”ya dönüşmesi, gösteri toplumunun sıradan olgularındandır.

Kültür dünyasında sözün lakırdıya dönüşmesi medyamızda eskiden en iyi talk şov programlarında temsil ediliyordu. Biraz hoşça vakit geçirmek gibi gayet insani bir ihtiyacın gayet olağan aracı olduğu için hepimiz izliyorduk bu programları.

Beyaz da (Beyazıt Öztürk de) vardı o zamanlar ama en çok da Okan Bayülgen’di boş lakırdının kralı. Beyaz, “bizim evin çocuğu” gibi bir şeydi, usluydu, efendiydi. Okan Bayülgen daha bir rahatsız edici duruyordu. Daha dik başlı, daha sivri, daha sataşan, daha kızdıran bir özelliği vardı onun. Alışılmış, bildik televizyonculardan değildi, yılların getirdiği sıkıcı klişelere pabuç bırakmıyordu. Televizyondaki talk-show paradigmasını yıkmıştı. Farklı üslubuyla türe yeni bir tarz getirdiği kesindi.

Bütün bunları başarırken zekâ iş başındaydı. Herkesin Okan Bayülgen hakkındaki ortak kanısı belliydi: Zekî adam!

Zekiydi Okan Bayülgen. Ve medya sistemi ve kültür sanayiinin çamurlu akıntısında iş gördüğünün bilincindeydi.

Onun haber medyasındaki karşılığı da Cüneyt Özdemir’di. Evet, rahmetli Mehmet Ali Birand’ın “32.Gün”ü (Çiğdem Anat, Mithat Bereket, Mete Çubukçu gibi) pek çok televizyon habercisi yetiştirmişti ama içlerinden kendini en ünlü yapanı Cüneyt Özdemir olmuştu. O ve “5NBirK”sı, Okan Bayülgen’in talk-show paradigmasında yaptığının bir benzerini televizyon haberciliğinde yapmıştı. Her ikisi de kendi rutininde akıp giden gündelik hayatımızın sıradan bir gününü diğer sıradan güne bağlarken “iyi gidiyor”du.

Bildiğiniz gibi, Okan Bayülgen ile Cüneyt Özdemir birkaç gün önce bir polemiğe imza attılar. Bayülgen YouTube kanalı açan eski televizyon habercilerine ağır laflar etti; bu lafların doğal muhataplarından olan Özdemir de Bayülgen’e aynı ağırlıkta laflar söyledi.

Bayülgen’inki haksız ve yersiz bir saldırıydı. Ama cevap veren Özdemir olunca, taraf tutacak bir durum kalmıyor ortada; “al birini vur ötekine”… Ya da “tencere dibin kara…” vs…

Ama şunu vurgulamak lâzım: Her ikisi de zeki adam. Gelgelelim, her ikisi de zekidir ama… (Brecht’in şiirinde söylendiği gibi) “ama bir kusurcuğu var”… Her ikisi de kendinden aşağıya bakıp da kendi kafasına hayran olan adamdır. Yukarıya hiç bakmadıkları için şımardıkça şımarmışlardır.

Ele avuca gelmez biri olduğuna kesin biçimde inanır halleri vardır her ikisinin de. Çamurlu akıntısı içinde iş gördüklerinin gayet iyi bilincinde oldukları medya sistemi dahilinde hesap edilebilir aşırılıklar yapmakla yerleşik olanı alt üst ettiklerini, böylece kendilerine sistemin dışında farklı bir konum kazandırdıklarını zannederler. Oysaki zararsız ve maliyetsiz aşırılıklarıyla sistem içinde elde ettikleri konum, son derece dayanıksız bir konumdur. Ele avuca gelmezmiş gibi buyurulan aşırılıkların, baş edilmezmiş gibi gösterilen fevriliklerin ne denli mecalsiz olduğunun yığınla örneği var yakın geçmişte.

Cüneyt Özdemir’in medya sahipleri ile siyasal iktidar arasındaki ilişkilerde ne türden pozisyonlar aldığı mâlûm. Okan Bayülgen ise (belki hatırlayacaksınız) “yerli ve milli” yapımımız “Diriliş Ertuğrul”a “En İyi Dizi” ödülü verilen 2016 Altın Kelebek Ödül Töreni’nde sunucuydu. Dizi ekibi kendilerine teşekkür konuşması için izin verilmediği gerekçesiyle ödülü kuliste yere atınca, içinde birkaç defa “Diriliş Ertuğrul’u hiç izlemedim” cümlesi geçen kısa bir konuşmayla “alaycı” bir şekilde özür dilemiş, yani yine güya hınzır zekâsını göstermiş, fakat Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Beyefendi izleyememiş, fırsat bulursa izleyecekmiş” diye azarlayınca da hemen özür dilemişti.

İnanç besledikleri zeki, tehlikeli, ele avuca gelmez kişiliklerini orada burada parlatmaya çalıştıkça bu türden çözümsüzlüğe hep düştüler ve her çözümsüzlüğe düştüklerinde hayran oldukları o kafaları hep öne eğildi -başından “Ayşe Öğretmen” hadisesi geçmiş Beyaz gibi-.

O yüzden, mikrofon ve objektif karşısında sergiledikleri sıra dışı davranışlar ve tutumlar belli bir zekânın ürünü olabilir. Ne var ki apansız özgünlük gösterileri düzenlemekle yerleşik olanı pek de altüst etmiş sayılmıyorsunuz. Bu haliyle sistem karşısında hiçbir şey ifade etmeyen bir şeydir zekâ.

Bugüne dek zekâlarını, o baş edilmez fevriliklerini, apansız özgünlüklerini paraya tahvil ederek geçindiler. Halen dahi ünlenmiş isimlerinde ifade bulan o sıra dışı imgeyi korumak ve pekiştirmekle uğraşıyorlar. Aralarındaki polemik bunun en açık işareti. Aralarındaki son polemik gibi, medyaya yansıyan apansız ama öngörülebilir aşırılıkları, sansasyonel sözleri, tuhaf şeyler konuşup tuhaf iddialarda bulunmak gibi “sıra dışı” işleri hep bu yüzden yapıyorlar. Güya aykırılıklarının imtiyazıyla kendilerini abarttıkça abartıyorlar. Velhasıl, zekâlarını bozuk para gibi harcadıkça harcıyorlar. Oysaki, demokrasisi eksikli ülkeden otoriter ülke statüsüne geçmiş bir yerde zekâyı bu şekilde kullanmanın sistem içi hareketler olarak kalacağını, hiç şüphe yok ki, Okan Bayülgen de Cüneyt Özdemir de iyi bilir.

Bugün bu iki ismin girdiği polemik, “kelam”ın “boş lakırdı”ya dönmüş olduğunun yeni bir göstergesidir.

Polemik, “kaleminden kan damlıyor” demenin bir gazeteci övgüsüne dönüştüğü şanlı tarihi düşünüldüğünde, medyamız için sıradan bir şey olarak görülebilir ve Cüneyt Özdemir ile Okan Bayülgen polemiğine kafa yormanın bir anlamı olmayacağı düşünülebilir. Ama öyle değil; (Flaubert’in severek kullandığı o sözde söylendiği gibi) “Sıradan olanı iyi betimlemek gerekir”.  Bunu da bir sıradanlık örneği olarak geçiştirmemek, bu iki medya cinini iyi betimlemek gerekir.

Tüm yazılarını göster