Zeki Müren’i seven devrimci şair

Zekâi Özger, “Arkadaş” adını 68’in devrimci koşullarının egemen olduğu bir süreçte, arkadaşlığın her şeyin üstünde olduğu bir dönemde almıştır.

Abone ol

Henüz genç bir şairken 1973’te 25 yaşında dünyadan koparılan Arkadaş Z. Özger’in 5 Mayıs ölüm yıl dönümüydü. Hastane raporunda ne yazarsa yazsın, tarihin kütüğüne ölüm nedeni polis dayağı ve işkence olarak işlenmiştir. Çünkü kayıtlar, onun Ankara’da SBF öğrencisiyken 12 Mart 1971 darbesinden kısa bir süre önce (24 Ocak 1971) kaldığı yurdun polis tarafından basıldığını, dövülerek gözaltına alındığını ve gözaltındayken de işkenceye maruz kaldığını yazıyor. İki yıl sonraki ölüm nedeni de buna bağlanıyor. Yani Arkadaş Z. Özger, devletin katlettiği bir 68’li. Arkadaş Z. Özger, (gerçek adı Zekâi Özger’dir). Bursa 1948 doğumludur.

Şairliği 17 yaşında, henüz lise öğrencisiyken arkadaşıyla birlikte çıkardıkları Kent 16 adlı dergide yayımlanan “Niye Kapalı Kapılarınız-Bulamıyoruz” (1965) başlıklı şiirle başlamıştır. Bu şiirde imza Zekâi Özger’e aittir. Henüz “Arkadaş”ı adına eklememiştir. Şiirden küçük bir bölüm paylaşacağım. Şiirin birkaç dizesi dahi hem dil, düşünce, duyarlılık bakımından geneline ilişkin izlenim edinmemizi sağlıyor hem de gencecik şairinin potansiyeline ilişkin öngörüde bulunma olanağı sunuyor:

      “ - ne mutlu ne yaşam

Çalınmamış kapıları biz çaldık korkusuzca

hep kötü bakışta insanlardı karşımıza çıkan

ama hiç korkmadık kötülüklerinden ne var ki

nasılsa yaşamıyorduk açlığa inat!

korkmak da neydi kötü bakışlarından

onlarda olmayan bir şey vardı tek kozumuz

küme küme mutsuzluğumuz vardı onları korkutacak

sonra bir kırıntı umudumuz vardı az da olsa

tanrı avlusunda güvercinlerden çaldığımız

hiç olmadı güvercinleyin olabilirdik sanıyorduk

çalınmış umudumuz da güveniyorduk mutsuzluğumuza

(…)

Son çaldığımızda kapıda kimseler yoktu

kapının arkasında bir boşluk bir boşluk ki sormayın

tanrı avlusunda güvercinlerden çaldığınız güvenlik girdik içeri”

'ŞAİRİN SESİNDE ÖNEMLİ BİR DEĞİŞİM OLMUYOR'

.
“yırtarak geçiyor kalbimizden

hayatı da törpüleyen zaman

(…)

ey anneleri korkutan

bizi yaşatan kan

günler perişan”

Yayın macerası tek sayıyla sona eren ve varlığı yıllar sonra keşfedilen Kent 16’da yer alan şiirinden iki yıl sonra, dönemin etkili dergilerinden Soyut’ta “ilk şiiri” yayımlanır (1967). Şiir “Sakalsız Bir Oğlanın Tragedyası” adını taşımaktadır. Giriş bölümünü okuyalım:

 

“Charles chaplin bir savaşta yitirdim sakalımı

çıkmazlığın grev sesi umutlarımı vururken

yendirdim bıyıklarımı papağan kuşkulara

biraz elma şekeriyle kazıdım sakalımı

lohusa şerbetiyle kazıdım sakalımı

yanaklarım paprika lahmacun ister misiniz

al işte sana böyle yüze böyle güz

demeyin deseniz de sakal yok ya ucunda

bu güz vermedi tarla seneye bıyık kerim

ben ettim siz etmeyin sakal veririm size

iğne iplik elimde bıyık dikerim size

yanaklarım taşlıtarla kurabiye yer misiniz

Sayın bayan dursanıza gözünüze kuş kaçmış

bu bıyık hiç gitmemiş sesinizin rengine

sakalınız uzamış inmiş ta belinize

at kuyruğu yapınız ya da örgüleyiniz”

YALNIZLIĞIN VE YENİYETMELİĞİN AĞRISI

“Sakalsız Bir Oğlanın Tragedyası” yalnızlıktır. Yalnızlığın ağrısıdır. Yeniyetmeliğin ağrısıdır. Yeniyetme bir oğlan çocuğunun hüznüdür. Yeniyetmelikte en çok yalnızlık ağrır. Arkadaş Z. Özger, yoğunluklu biçimde duyar bu ağrıyı. Yalnızlık ve yeniyetmelik. Çocukluktan çıkıp erilleşmeyi, erkek olmayı kabul edemeyen bir yaklaşımla dile getirilir şiirde. Ancak bir süre sonra şiirindeki değişimle birlikte görülen genişleme bütün bu bedensel sorunları siyasal tutum ve tavırla açmaya, aşmaya yönelir. Dilindeki incecik, kırılgan yer yer ironikleşen ses devrimci bir eda da kazansa o burukluk kaybolmaz.

“Sakalsız Bir Oğlanın Tragedyası”nın ergenliği, yeniyetmeliği, erilliği sorun edinen şairi, artık başka konularla meşgul olmaya başlar, dikkati başka yöne kayar. Şunu bir kez daha vurgulamak gerekir. Bilindiği kadarıyla modern Türkçe şiirde daha önce erkekliği, erilliği, cinsiyetçiliği, erkek egemen varoluş tarzını sorun edinen, izlek haline getiren başka bir şair olmamıştır. “Merhaba Canım” başlıklı şiirin son bölümünde Zeki Müren’i anması, onu selamlaması boşuna değildir:

“ve bir gün hiç anlamıyacaksınız

güneşe ve erkekliğe büyüyen vücudum

düşüvericek ellerinizden ellerinizden ve

bir gün elbette

zeki müreni seviceksiniz

(zeki müreni seviniz)”

68’ dalgası aynı zamanda cinsel tabuların hapishanesinden firar değil miydi? Türkiye için bunu söylemek zor olsa da Arkadaş Z. Özger, tam da bunun şiirini üstelik çok erken zamanda söylemeye başlamıştı…

Arkadaş Z. Özger ergenlik sürecinin sorunlarından dikkatini başka tarafa kaydırması, onun kısa bir süre sonra “genç” olmasıyla da ilişkilendirilebilir. “Genç” olması ve “68’li devrimci genç” olması için çok zaman geçmesi gerekmeyecektir. Zaten onların hayatında çok zaman söz konusu olmamıştır. “Tamirat” şiirini de “genç bir devrimci şair” olarak yazar. Şiirin ilk iki betiğini alıyorum, ama aslında gönlüm tamamının okunmasından yana:

“ne kadar üstelesem yanlış bir değişimi

bir proleterin oğlu olduğuma inandıramıyorum kimseyi

inandıramıyorum babama bir proleter olduğunu”

“Arkadaş” adını almasının da üstünde durmaya değer. Öncelikle şunu belirtelim. Arkadaşlık, isterseniz siyasal arkadaşlık diye okuyun, Türkiye’de 68 sürecinin en önemli değerlerinden biridir. Şunu da hatırlatalım. Onun bu ismi kimliğine eklediği dönemde Yılmaz Güney henüz “Arkadaş” filmini çekmemişti. Zekâi Özger adına eklenen “Arkadaş”ı devrimci bir 68’li tavrı olarak değerlendirebiliriz. Ayrıca 68 sürecinde oluşan arkadaşlığın nasıl bir değer ve anlam ifade ettiğini anlamak için Kızıldere’de Mahir Çayan ve dokuz arkadaşının Deniz Gezmiş’le birlikte Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın idamlarını durdurmak için nasıl kendilerini feda ettiklerini hatırlamak sanırım yeterli olacaktır.

ARKADAŞ ADINI 'DEVRİM'DEN ALIR

Zekâi Özger, “Arkadaş” adını 68’in devrimci koşullarının egemen olduğu bir süreçte, arkadaşlığın her şeyin üstünde olduğu bir dönemde almıştır. Onun için bu adı almanın ayrıca özel bir öneminin olup olmadığını bilemiyoruz. Bu arada Ernesto Guevara’nın “Che”sinin de “Arkadaş” anlamına geldiğini unutmayalım. Şu betik “Beyaz Ölüm Kuşları” başlıklı şiirinden:

“Ah nasıl ayrılır aşk ve dostluk birbirinden

Can canı sever ötesi yok bunun çocuk

Ölümü ve ölümün ölümsüzlüğünü

Sevgiyi ve sevginin ölümsüzlüğünü

Ah elbette aşktır dostluğu mayalayan”

Bu şiirin tamamında aslında “Oedipus” sorunuyla da uğraştığını belirtmek gerekir. Tabii bu bize onun ne tür izlekler üzerinden bireysel varoluşun daha önce ilgilenilmemiş sorunlarıyla uğraştığına, şiirinde nereyi, neden kurcalamaya yöneldiğine ilişkin de bir fikir vermekte…

“çocuk yalnız annesine yaşar çocukken

anne yalnız çocuğuna yaşamaz anneyken

bölüşür anneliği babanın kasığında

çocuğun bakışında çelişkidir büyüyen

ağlamak bir soru olur sevginin yarım payında

-ah baba

niye baba

ve bir gün babalar ölür”

Arkaş Z. Özger’in şiirsel yelpazesini tema ve izlek olarak sürekli genişlettiğini; yerleşik değerleri, ahlak anlayışını, benlik, beden ve cinsellik algısını, bireyi kuşatan gelenek ve toplumsal yasaları, baskıcı, ceberut siyasal otoritelerin kuşatmasını sorun eden, bunla yetinmeyip isyan eden bir şair olduğunu söyleyelim. İsyan dönemin ruhudur. O bu ruhun şairi olmuştur. “Sevdadır” şiirinde dışarıdaki sevgili içerdeki, hapisteki sevgiliye seslenir:

“Elimi tut

tuttururlar, o kadarına izin verirler

kahreden bir ayrılığın çılgınlığı değil bu

Bir isyanın kelepçeleşmiş resmidir parmaklarımız”

Arkadaş Z. Özger de, şiirleri de aslında bir 68’li prototipi olarak yorumlanabilir. O süreçte ortaya çıkan, özellikle üniversiteli devrimci gençliğin perspektifini, dünya görüşünü, hayatı nasıl yorumladığını, pratiğini, yaşama nasıl sarıldığını ve bununla birlikte ortaya çıkan siyasal oluşumun çevresinde nasıl bir kültürel birikim olduğunu anlamak bakımından önemli bir kaynak sunar.

Sina Akyol’un “Ataol’un Şiiri ve İsmet ve Zekâi” başlıklı şiiri aslında hem o dönemi, hem Arkadaş Z. Özger’i hem de onun şiirsel ufkunu anlamak açısından önemli bir yol gösterici sayılır:

“kapağına çocuk

gövdelerinin çizildiği

69 baskısı

o ince kitabı...

Zekâi, ilk çıktığında

daha kurumadan mürekkebi

haydin demişti, coşkuyla

asalım başucunuza...

Zekâi.. Arkadaş Özger yani...

-‘Tamirat’ın şairi.”

Yaşıyorken kitabı yayımlanmadı. Ancak yayımlansa adının “Sakalsız Bir Oğlan’ın Tragedyası” olmasını istediği belirtilmekte. Ölümünden sonra Tekin Sönmez’in çabalarıyla dergilerde yayımlanan şiirleri “Sevdadır” adıyla toplanarak kitaplaştırıldı (1974). Arkadaş Z. Özger gerçekliğe bağlı kalarak fantastik, hatta gerçeküstücü bir dili benimsediğini de belirtelim. Bu dilin oluşumunda adların, sıfatların, mecazların, simgelerin, imgelerin özgün ve yaratıcı rolü, şairin bilinçdışıyla kurduğu ilişki önemlidir hiç kuşkusuz. Bir o kadar önemli olsa gerek, onun şiirden şiir çıkarmış olması. Kendi şiirini bulmak için gündemdeki Türkçe şiirin yanı sıra geriye doğru uzun bir yol kat ettiğini, farklılığını böylece yarattığını söyleyebiliriz…

“Pencere” başlıklı şiirinden dizelerle bitirmek istiyorum… Ama arada “eskitilmiş bir kurşunla kaplıyorum yüreğimi/acıya ve aşka hazırlıyorum” dizelerini de anımsayalım istiyorum…

“pencereyi kapama

gök dolabilir içeri

sen neyi görebilirsin

ıslak bir bulutun ağışını mı”

YALNIZLIĞIN BİN HALİDİR

Yalnızlık onun şiirinde ayrı bir anlam alanı oluşturuyor düşüncemi şu dizeler daha da pekiştirdi:

“yalnızlık yenilmeyen gladyatör

bana eski bir ölümü anımsatıyor”

Yazı için şiirleri bir daha okurken fark ettim. Meğer onun şiirlerini okumaya başlayınca ayrılmak bir hayli zormuş. Zamana karşın eskitilmemiş Arkadaş Z. Özger şiirleriyle kaplıyorum yüreğimi. Selam olsun. Saygıyla anıyoruz…

YENİ ÇIKAN KİTAPLAR

Şiirsel İtaatsizlik

NoKitap, yeni bir yayınevi, ama yayıncılık yöntemi bakımından benzersiz bir yayınevi olarak faaliyete geçti. Daha önce duyurusunu yaptığı şiir kitaplarını şiir okurlarıyla, şiir dostlarıyla buluşturdu.

Ancak NoKitap yalnızca yeni bir yayınevi değil; açıkça anlaşılıyor ki bir itiraz... Bir düşün, düşüncenin, tasarının eylemleşmiş biçimi de denebilir… Bir itaatsizlik eylemi… Galiba en doğru tanımı “şiirsel itaatsizlik” deyimi… Sergilediği anlayış, “Hayır”ı yalnızca iki seçenekten biri, siyah ya da beyaz olarak anlamayan bir yaşama, düşünme tavrına dayanıyor diyebiliriz. Öyle ki benimsediği yayıncılık yöntemi var olan koşulları değiştirecek nitelikte bir müdahale olarak yorumlanabilir. Bir tür isyan ve bu başkaldırıyı kurulu düzenin sanatsal, kültürel açılardan reddi olarak da değerlendirmek olası. Bu tavır alış için en uygun tanımlama “korsan pratik”, “anarşist faaliyet” olsa gerek. Bir yayınevi oluşumunun, özel tasarımıyla estetik seviyeden ödün vermeksizin baskısını yaptığı kitapları, hiçbir ticari amaç gözetmeksizin, adeta “hayır çikolatası” gibi dağıtması, şiir okuruyla bedelsiz buluşturması başka nasıl açıklanabilir...

NoKitap bir çağrı, bir bildiri olarak da düşünülebilir. Mottosu da açık, yalın bir dille ifade edilmiş… Yayımlanan ilk dört kitabın arka kapağında yer alıyor: “Şiirin raf ömrü yoktur; saf ömrü vardır…” Bunun ne anlama geldiği açık: NoKitap şiir ve edebiyat adına bir manifestodur… “Bu zaman”ın, varsa onun ruhunun dayattığı koşulların değiştirilmesini öngören bir manifesto… Durup dururken hazırlanmış bir manifesto değil elbette. Şiirin okurla, özellikle kitap olarak buluşmasında engeller malum. NoKitap’ın “şiirsel itaatsizlik” eylemiyle, var olan bütün engelleri kaldıracak gücü olmasa bile bu yöndeki girişimi umut verici… Bir bakıma, yerleşik sistemin engellerinden kurtulmanın imkânsız olmadığının somut kanıtı…

NoKitap, devletin yayınlar için uygulanan yüksek vergi ve benzeri engellerine, birtakım yayıncıların kazanç hırslarına, ne olduğu belli olmayan (aslında olan) dağıtımcıların bezirgânlığına teslim olmama hamlesi. Daha açık söyleyelim şiirin mevzilerinin terk edilmemesi için gerçekleşen bir direniş eylemi… Bu hamleyle NoKitap, şiirin bir sanat yapıtı olarak düşünsel, düşsel, dilsel ve duyarlılık değeri üzerinden karşılığını arıyor. Bu tarihsel bir iddiadır ve hiç kuşkusuz önemli bir iddiadır. Pekâlâ sanat, kültür için bugünün endüstriyel koşullarında özgürlükçü seçeneğin ne olduğunu, ne olması gerektiğini düşünmeye davet eden, yönlendiren bir yol gösterici olabilir…

Şiirin, umudu büyüten NoKitap’ın eylemlerine ihtiyacı var…

NoKitap’tan ‘hayır’ çikolataları

Saklanmak, Juliette Bastard

NoKitap adıyla faaliyete geçen yayınevinin ya da yayın oluşumunun diyelim, bu tanım daha doğru sanki, ilk kitabı Amerika asıllı genç bir kadın şairin şiirlerini içeriyor. Şiirleri Türkçeye şair Turgay Kantürk çevirmiş. Genç yaşta amansız bir hastalığa yakalanarak yaşamını yitiren Juliette Bastard’ın kitabının Türkçedeki adı “Saklanmak”. Bastard, yollarda olmayı aktarmış şiirlerine… Evden ayrılmış (kaçmış?), kısacık ömrünü başka şehirlerde, otel odalarında geçirmiş genç bir kadının yol şiirleri de denilebilir. Kitapta yer alan şiirler arkadaşları tarafından derlenerek 1999’da “Safekeeping” adıyla yayımlanmış. Juliette Bastard, aynı zamanda sinemayla ilgilenmiş, oyunculuk dersleri de almış. Şiirlerinde bunun da izlerini görüyoruz. Juliette Bastard’ın şiirleri için bir ruh aynası tanımlaması yapmak mümkün. Bastard’ın şiirleri için bir hal tercümesi, uçmakla düşmeyi bazen kalın çizgilerle ayıran, bazen aynılaştıran ruh halinin tercümesi de denebilir.

Nazire, Enver Topaloğlu

İkinci kitap “Nazire” Enver Topaloğlu’na ait. Yani bana… Dolayısıyla kitapla ilgili benim söyleyecek sözüm bu bağlam ve format açısından saklı kalsın. Kendi kitabımı tanıtmak yapabileceğim bir şey değil. Açıkçası hiç reklam metni yazmadım… Ne diyebilirim? “Nazire” benim beşinci kitabım. Kitabı anneme ithaf ettim. Ayrıca kitap adını da annemin adından alıyor. Kırk dörtlük, otuz üçlük, yirmi ikilik ve on birlikten oluşan bir toplam. Kapak tasarımı Savaş Çekiç tarafından yapıldı. NoKitap’ın görsel yönetmeni grafiker tasarımcı Savaş Çekiç. Kapak tasarımları da ona ait. Öteki kitaplar gibi “Nazire” de “hayır” çikolatası olarak dağıtılıyor… Kitaplar satış dışı. Künyede ayrıca Tecimsel bir amaç taşımıyor diye de belirtiliyor. Edinmek isteyen şiir okurları, şiir dostları bana ulaşabilirler.

Ve Şah, Turgay Kantürk

NoKitap yayın oluşumunun yayın yönetmenliğini üstlenen şair Turgay Kantürk’ün bütün şiirlerinden seçtiği tek dizelerle ortaya çıkan bir kitap “Ve Şah” dizinin üçüncü kitabı. Kantürk, kitabın nasıl ortaya çıktığını “önsöz”de dile getiriyor: “Şiirin en küçük birimine, yani dizeye yeniden bir bakışı öngördüm. Ama bu kez geleceğe doğru değil; geçmişe doğru. Bu küçük kitapta gerek ses, gerek söyleyiş, gerekse anlam olarak bütünden sıyrılıp öne çıkma eğilimi gösteren ve hatta kimi okurlarca anılan, şiirlerim üstüne yazılan yazılarda sıklıkla alıntılanan dizeleri cımbızladım. Olanaklar ölçüsünde hiç değişiklik yapmamaya gayret ettim. Yalnızca yazımlarında ufak tefek değişiklikler oldu. Zorlu bir yolculuktu. Umarım okuyanlara yeni incelikler ve yeni tatlar verir; bazen de acı.” Kitaba “sonsöz” yazan Mehmet Akay’sa Turgay Kantürk’ün girişimini ve yapıtını şu sözlerle değerlendiriyor: “Bu durum alışık olmadığımız bir şey. Kendi şirinden seçilen dizelerle oluşturulmuş bir kitap. Çok zor bir şey. Bir binayı yıkıp içinde saklanan birkaç özel anıyı söküp almak gibi bir şey. Şair bunu nasıl göze alır, bu gözü karalığa neden olan kaygı nedir? Bir otopsi dedik ama bir harakidir de! (…) ‘Ve Şah’ yalnız şiir kitabı değil, bir manifestodur. Şairin değil şiirin manifestosudur.”

Ardıç Konuşması, Mehmet Akay

Mehmet Akay’ın “Ardıç Konuşması” adıyla yayımlanan yapıtı NoKitap’ın okurla buluşturduğu dördüncü kitap. Akay’ın ilk kitabı “Gece Metrosu”. Doruk yayınlarından 1997’de yayımlanmış. Akay çok yönlü bir şair. Şiirin yanı sıra sanat, edebiyat, şiir dergilerinde yirmi yılı aşkın süredir eleştiri, inceleme, deneme, anlatı türlerinde de yazılar yayımlıyor. İkinci yapıtı “Fener Bekçisi Gülizar’ın Aynası” adını taşıyor. Bu tematik şiiri kitabı 2000’de Türkiye Denizciler Sendikası tarafından yayımlanmış. Akay ayrıca “Dâhiler ve Aşkları” kitabı için Charles Bukowski üzerine bir inceleme yazmış. “Aşk Üzerine Düşünceler” kitabına da katkıda bulunmuş.

“Ardıç Konuşması”nda Mehmet Akay, şiirin diliyle zaman zaman geciken adımlarını, zaman zaman adımları arasındaki boşluğu kurcalıyor. Daha büyük bir boşluk için konuşuyor. Şiirin o boşluktan geleceğini bilerek konuşuyor:

“Gitmek dönmek için

ölmek doğmak için

susmak konuşmak için.

Konuşmayım ben

Ardıç konuşması.”