Zenderlioğlu: Ortadoğu'nun genlerinde arabesk vardır
Berfin Zenderlioğlu'nun yeni oyunu konuştuk. Zenderlioğlu, “Ortadoğu'da arabesk var” dedi.
DUVAR - “Sevmekten Öldü Desinler” isimli oyunu, oyunun yönetmeni Berfin Zenderlioğlu ile konuştuk. Zenderlioğlu, alternatif tiyatroya, tiyatronun ekonomik sıkıntılarına ve “arabesk”e dair sohbet ettik. “Ortadoğu’da yaşıyoruz, bu kültürün genlerinde arabesk olma hali var” diyerek arabeske dair düşüncelerini açıkladı.
“Emek Sahnesi” ne zaman kuruldu, kimlerden oluşur?
Kadıköy Emek Tiyatrosu, 2012 yılında Pınar Yıldırım öncülüğünde 40 kişilik bir ekiple Fikirtepe’de kurulan alternatif sahnelerden biri. Bir taraftan kendi oyunlarını oynarken bir taraftan da farklı guruplara ev sahipliği yapan bir mekan.
Ödeneksiz tiyatro yapmanın zorlukları nelerdir?
Özel Tiyatro olmanın ve ödenek almadan bir oyun çıkartmanın zorluklarını elbette herkes artık biliyordur; çünkü yıllardır Türkiye’de tiyatrocular bunu zaten sürekli dillendiriyorlar. Sadece tiyatro değil tabii ki, artık sanatın diğer kollarında da destek olmadan bir şeyler ortaya koyabilmek gerçekten lüks. Her şeye rağmen yine de tiyatrolar üretmeye, sahne açmaya, oyunlar oynamaya devam ediyor. Ülke gündemi bazen yaptığımız işi sorgular hale getirirken bir taraftan da daha da güçlü bir şekilde sanatın terapi yönüne sarılmamızı sağlıyor. Sadece seyircinin desteğiyle ayakta kalabilmek büyük bir direnç. İçinde bulunduğumuz koşullar, alternatifler üretmemizi sağlıyor.
Ekonomik anlamda yaptığınız işin desteklendiğini bilmek oyun ile ilgili kurduğunuz hayallerinizi gerçekleştirmesinin yanısıra böyle bir desteğin olmadığını bilmek bazen de sizi yaratıcılığınızın sınırlarını zorlamaya çağırıyor. Şu ana kadar hemen hemen bütün iktidarların sağlam bir kültür-sanat politikasının ve böyle bir derdinin olmadığının farkındayız. Bu durumda biz, kendi alanlarımızı iyileştirme çabası içerisindeyiz.
Alternatif tiyatro yapan bir yönetmen olarak gelecekle ilgili kaygılarınız nelerdir?
Becket’in çok sevdiğim bir sözü var: “Yeryüzündeyiz ve bu bizim en büyük çaresizliğimiz.” Bu ülkedeyiz, nicedir bir şeyler yolunda gitmiyor. Hele de kimliğimden kaynaklı hiçbir zaman bizim için bir şeyler güllük gülistanlık olmadı. Gitse bile altında bir bit yeniği vardır diye düşünmüşümdür. Bu paranoyaklığı yaratanları sorgulamak lazım. Ama artık sanırım hepimiz bu kuyunun içerisindeyiz. Hayata dair kaygılarım elbette ki hep oldu. Bu çağımız insanının bunalımı.
Artık sansür ve otosansür gibi kaygılarım var. Kültür - sanat kurumları mühürleniyor, içindeki malzemelere el konuluyor. Tadilat bahaneleri ve ekonomik krizden kaynaklı sahneler çürümeye terk ediliyor. Sürekli çaresiz bırakılmaya çalışılıyoruz ama buna rağmen sanat üretmeye devam ediyoruz. İnanıyoruz, hayallerimiz var, bir de bizi diri tutan inadımız var. Sanat ve sanatçı yitip giden belleğin sesi olmalı belki de. Çünkü herkes kendisinden başlayarak tarihi yeniden yazmaya çalışıyor. Ben sanatın ve sanatçının işte o yazılmayacak tarihin, ya da unutturulmaya çalışılan meselelerin belleği olması gerektiği kanısındayım.
İstanbul’da sergilenen oyun sayısı her geçen gün artarken, seyirci sayısı da artış göstermekte… Seyircinin ilgisinin alternatif tiyatroya doğru kaymasının nesnel sebepleri nelerdir?
Seyirci de bu karanlık günlerde nefes alabileceği, soluklanabileceği alanlar arıyor. Manevi anlamda ruhunu beslemek istiyor. Sanat bu anlamda sağaltıcı, önemli etkenlerden biri. Sanatın hafızası olmalı. Seyirci artık sadece bilindik ve alışılanı görmek istemiyor. Görünenin arkasındaki fotoğraf ile daha çok ilgileniyor.
Alternatif sahneler ve guruplar var olan kalıpların dışına çıktığı, günlük hayatta bastırılan ya da görülmek istenmeyen meseleleri odağına aldığı için buralarda oynanan oyunlara talep artıyor. Aslında kendi doğallığında gelişen bir süreç. Tabii ki bunda seyir biçiminin ve denenen “yeni” formların da etkisi var.
“Sevmekten Öldü Desinler’’ neyi anlatıyor? Neden bu metni tercih ettiniz?
Oyundaki bütün karakterlerin bir hikayesi var aslında. Gönül’ün mahalleden Mustafa ile birlikte çıkma, şarkıcı olma, yükselme hayali var. Mustafa’nın iyi bir bestekar olma; Sevda’nın Mustafa’ya olan aşkını evliliğe dökme hayali; Ahmet’in “kabuk değiştirip” Leyla olma isteği ve Hamdi’nin ise pavyonunu ayakta tutma hayali oyunun asal meseleleri. Kısacası arabesk bir hikayeye sahip, anti-melodram öğeleri barındırıyor içerisinde.
Sıcak ve size tanıdık bir hikaye sunuyor. Ama ben, ne anlattığından ziyade, nasıl anlatırım ile daha çok ilgilendiğimden dolayı bu projeyi tercih ettim. Müzikli bir oyun. Damar, arabesk bir tarafı yok ama dediğim gibi arabesk bir hikayeye sahip. Bu nedenle benim için, yeni bir deneyim olacaktı. Bir nevi yeni bir sınanma alanı, o nedenle yeni olan her zaman insanı heyecanlandıran sebeplerden.
Oyun bir yanıyla arabeskle/arabesk olanla dalga geçerken, bir yandan arabeske saygı duruşunda da bulunuyor diye düşünüyorum. “Arabesk”in kendi kişisel yaşantınızda nasıl bir karşılığı var? “Arabesk”i eğlenceli hale getirmeye sizi iten sebep neydi?
Ortadoğu’da yaşıyoruz, bu kültürün genlerinde arabesk olma hali var. Burun kıvırsanız da, “sevmiyorum, hiç dinlemem” deseniz de, arabesk müzik gelip sizi bulur. Tabii ki “arabesk”i sadece müzikle değerlendirmiyorum. Hepimizin içinde öyle bir damar var.
Sadece açığa çıkmayı beklediği an’lar var. Benim için de son bir kaç yılıma tekabül eden bir süreç. Böyle bir oyun yapma arzum vardı hep, hayalimin bir bölümünü gerçekleştirdim diyebilirim. Bu hikayede var olan klişenin parodisini yapmak üzerine daha çok yoğunlaştım. O nedenle metnin de, kendi içerisinde var olan komedi parametrelerini kullanıp eğlenceli, müzikli ve küçük dertlerin anlatıldığı bir oyun ortaya çıktı.
Oyunun klişelere yaslanan absürt hikayesini, dekorlarını da yaparak yönettiniz. Alternatif ve minimal tiyatro anlayışının yönetmene sağladığı yararlar nelerdir?
Oyunumuzun yazarı, Murat Mahmutyazıcıoğlu’nun da metinde belirttiği gibi: “Hikayede şaşırtıcı bir öğe yok, her şey olması gerektiği gibi.” Bu durumda metine, oyunculara ve kafanızdaki forma uygun düşecek biçim arayışına giriyorsunuz. Gerçekçi bir dekor yerine, rejinin dilini besleyecek, oyuncuların işlerini kolaylaştırabilecek, fotoroman fikrime hizmet edebilecek ve gölge oyunları da alabileceğim bir tasarım düşünmeye başladım. Tabii ki bunları hayal ederken her şeyi planlamak durumunda kalıyorsunuz.
Turnelerde bizi çok zorlamayacak, oyuncunun hareket alanını kısıtlamadan, oyunun mantığına hizmet edecek bir dekor arayışı; sonunda böyle bir dekor ortaya çıktı. Öte taraftan Pınar –Pınar Yıldırım- benim dostum. Tabii ki bir sahne kurmanın kolay olmadığını ve bu şartlarda orayı ayakta tutabilmenin çok zor olduğunu biliyorum. Bir taraftan da herkes birbiriyle bu anlamda dayanışma içerisinde. Birbirimizin hayalini gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Bu kıymetli bir şey...
“Mizah güçsüzlerin silahıdır. Bir şeyi değiştiremezsen onunla dalga geçersin.” diye okumuştum bir kitapta. Siz klişelere yaslanan bu hikâyeye, trajediyi de içinde barındıracak şekilde mizahla yaklaşıyorsunuz. Kadın kimliğine, cinsel kimliğe, zenginlere (burjuvaziye) dair pek çok şeyi mizahla söylüyorsunuz. Seyircinin salondan hangi duygularla ayrılmasını istiyorsunuz?
Bir röportajımda da buna benzer cümleler kurmuştum. Benim için sadece “derdi” olan metinler değil ayrıca teatral bir dil yaratmaya imkan sunabilen oyunlar da önemli. Beklentilerinizi büyük tutmadan, ön yargılarınızı da bir tarafa bırakarak, sadece nefes almaya gelin bu oyuna. Belki bu kaosun içerisinde küçük bir mola vermiş olursunuz. Hepimizin gülmeye ihtiyacı var. Bakın bu merhametsizliğin içerisinde bile 80 küsur gündür bize sürekli gülümseyen ve gülen gözlerle bakan iki insan tanıdık. Nuriye Gülmen ve Semih Özakça. Onların gülüşü içimizdeki umudu yeniden yeşertti. İnançlarımızı yeniden güçlendirdi.
Nerede, hangi günlerde oynuyorsunuz?
Sezonu çok güzel bir gösteriyle, seyirciyle eğlenerek kapattık. Yaz turneleri olursa, oyun yine oynayacaktır. “Sevmekten Öldü Desinler” 2017-2018 tiyatro sezonunda da Kadıköy Emek Tiyatrosu’nda devam edecek.