Zengin ülkeleri çökmekten kurtaracak eleman aranıyor
Kafeler, restoranlar, berber salonları eleman bulamıyor. Oteller temizlik personeli bulamıyor. Tren işletmeleri kondüktör bulamıyor. Hastaneler hemşire bulamıyor. Okullar öğretmen bulamıyor. Tüm dünya ‘işsizlik’ten kırılırken, gelişmiş dünyada birçok ülke, ‘işçisizlik’ probleminin vurduğu bir paralel evrende yaşıyor. Adım adım yeni bir realiteye doğru gidiyoruz. Avrupa’nın ufkuna Türkiye’yi de yakından ilgilendirecek bir cisim yaklaşıyor.
Saat sabahın dokuzu.
Bir fincan kahve içmek için yolumu değiştiriyorum. İkinci nesil, üçüncü nesil derken herkes artık çok ‘stylish’ kahve yapıyor, tuhaf, kavruk, yanık tatlar. Sevemedim.
Ama kapı duvar. Sevdiğim yer bugün açılmamış. Vitrin camında bir A4: “Personel sıkıntısı nedeniyle kapalıyız.”
Amsterdam’da durum bu. Bütün şehir böyle. Avrupa’daki çok şehir gibi. Eleman yok. Hiçbir şey için.
Vitrindeki not şöyle devam ediyor: “Garson, barista, aşçı ya da müdür olarak çalışmak isterseniz lüften bize haber verin.”
Onlarca kafenin, restoranın kapısında aynı not.
İleriki günlerin fragmanı.
Açık bir mekân bulup, fazla kavrulmuş bir kahve içiyorum. En azından yapıp getiren biri var.
***
Sürpriz değil. Bu ara her yer böyle. Haftada dört gün çalışabilen restoranlar kendini şanslı sayıyor. Bazı mekânlar hiç açmıyor bile. Geçen hafta, şehrin en bilinen, en sevilen, turistlerin de uğrak yeri olan bir kafeye gittiğimde masaların yarısının üzerinde şu notu görmüştüm: “Bu masaya servis yapamıyoruz.”
Neden? Çünkü eleman yok.
Her sektör böyle.
Havaalanından uçaklar havalanamıyor. Eleman yok.
Kargolar zamanında gelmiyor, gelenler teslim edilemiyor. Eleman yok.
Hollanda’da her 135 iş için sadece 100 kişi var. Türkiye, dünya, bu arada AB’ye dahil birçok ülke işsizlikle boğuşurken, ‘işçisizlik’in vurduğu paralel bir evren bu. Batı’nın birçok ülkesini, birçok şehrini içeren, tuhaf bir ‘varlık içinde yokluk’ evreni.
Bu evrende sistem çökmek üzere.
***
Şaka değil. Çöküyor sistem. ‘Birinci Dünya’, dünyanın zengin ve gelişmiş ülkeleri bir süredir ağır ağır çöküyor.
Evvela çalışanlara haklarını vermedikleri için.
Bir de toplumsal meselelerin dibine bile isteye dinamit koydukları için.
Dünyanın zengin insanları, mesela Amerikalılar, mesela Hollandalılar, mesela Almanlar, bizim her gün yaşadığımız problemlere nazaran kendi ’uyduruk’ meselelerinden sızlandıklarında “first world problems (birinci dünya sorunları) bunlar” diye dudak bükülürdü.
Bu dudak bükme, “Yoksul değilsin, demokrasilere yakışmayan sorunlarla uğraşıyor değilsin, yarınını hesap etmek zorunda değilsin, ne şikâyet ediyorsun” anlamına gelirdi.
Şimdi mesela Amerikalıları denklemden çıkarmak lazım. Şikâyet etmek onlara da hak artık.
Örneğin, Temsilciler Meclisi’nin deneyimli siyasetçisi Nancy Pelosi’nin ifadesiyle “artık annelerinden daha az hakka sahip olan” kadınları için, şikâyet hak…
Çünkü bu haftadan başlayarak birçok eyalette kürtaj yasak. Kürtaj yaptırmak isteyen kadınlara sunulan yüzlerce kilometrelik rotalar, klinik yeri gösteren haritalar, binbir zorluk ve çaresizlik artık bir Amerikan realitesi.
Dahası da var.
Mesela silaha, silahlanmaya ilişkin Amerikan düşüncesi. Gerçi bu bir düşünce mi?
Silah lobisini ve ne pahasına olursa olsun silah taşımak isteyen arsız vatandaşlarını memnun etmek için çocuklarını silahlardan korumamayı seçen, çocukları okula korkuyla göndermemek yerine, saldırı anında nasıl davranacakları yönünde eğitim vermekle yetinen bu düşünce, artık bir düşünce bile sayılmaz. Bir lağım. Patlamış, temizlenmemiş bir lağım.
Bunlardan şikâyet etmek artık bir ‘birinci dünya problemi’ değil. Bunlardan şikâyet etmek, hak. Avrupa’da aşırı sağ daha da palazlanırsa, belli ki orada da hak olacak.
***
Üstelik bu yeni haller, çürümenin, tıkanmanın tümünü de anlatmıyor.
Sistem ekonomik açıdan da yürümüyor artık. Çalışacak insan da yok. İki sene önce başlayan ve ABD’yi vuran “Büyük iş bırakma” hareketi gümbür gümbür devam ediyor.
Servis sektörü için, nakliye için, binbir türlü hizmet için eleman yok. Berbat koşullarda çalışmak yerine çalışmıyor insanlar. Ya da sistemin dışına çıkıyorlar.
Limanlarda yükleme yapılmıyor. Malları taşıyacak kamyon şoförü de yok zaten.
Emek piyasadan yavaş yavaş çekiliyor.
***
Dönelim Hollanda’ya…
Kendi yaşadığım bir meseleden bahsedeyim yine. Yine yeni tür bir ‘first world problem’inden.
Bizi bu yaz Türkiye’ye ulaştıracak uçuş iptal edildi. O uçuş için haftalar önce bilet almıştık. Ama iptal…
Çünkü Avrupa’nın gözbebeği Amsterdam Schiphol Havalimanı’nda çalışacak personel bulunamıyor. Aylardır koşullardan şikâyet eden çalışanlar önce işi yavaşlattı, sonra işi toptan bıraktı. Yerlerine kimse gelmiyor.
Yolcular, terminal dışına taşan kuyruklarda saatlerce bekliyor; kimi zaman uçaklarını kaçırıyorlar.
Havalimanı yönetimi çözüm olarak her gün birçok uçuşu iptal ediyor
Bize de yeni uçuş yeri olarak Almanya’da bir havalimanı gösterildi. Ama Almanya’da da durum aynı. Eleman yok. Özellikle güvenlik elemanı yok… Onlar da Türkiye’den eleman transfer etmeyi düşünüyor.
***
Devam edelim mi?
Oteller, temizlik personeli bulamıyor.
Tren işletmeleri kondüktör bulamıyor.
Berber salonları eleman bulamıyor.
Hastaneler hemşire bulamıyor.
Okullar öğretmen bulamıyor.
Alman Ekonomi Enstitüsü, birçok sektörde yetiştirecek eleman bulunmakta zorlandığını açıkladı. Verdikleri istatistiklere göre, 2021’de çıraklık işlerinin yüzde 12’si dolmadı. Ama enstitü, “bunlar sadece bize resmi olarak bildirilen çıraklık işleri” diyor ve esas rakamın yüzde 40 civarında olduğunu tahmin ediyor.
Neredeyse her iki çıraktan biri yok.
***
Bir günde başlamış bir mesele değil elbette. Ama korona sonrası birdenbire çarptı. Toplumun yaşlanması birinci etken. Korona sırasında ekonominin durması da ikinci etken.
Ama bu ikinci etkenin ilginç psikolojik yansımaları var. En başta da genç nüfus üzerinde.
Kolayca iptal edilen iş sözleşmeleriyle, daha çok ‘part time’ açılan iş ilanlarıyla sorumluluktan kaçmayı seçen işverenleri dönüp vuran bir bumerangdan söz ediyorum.
Artık ‘birinci dünyada’ kimse ‘full time’ çalışmak istemiyor. Atılan taş ürkütülen kurbağaya değmiyor diye düşünüyorlar. Ya yaşlılık günleri, ya emeklilik hakları? Onlara da, sosyal ağın yaygınlığına güvenerek, sonraki meseleler diye bakılıyor. Bu da halen ‘birinci dünya’ rahatlığı…
Bu yüzden part time…
Bu yüzden okullarda bile öğretmen yok.
Rotterdam’da bir tünel, oraya bakan iki eleman hasta oldu, yerine de bakacak kimse bulunamadı diye kapandı; daha ötesi var mı?
***
Ne olacak?
Dedim ya, bir günde başlayan bir mesele değil. Bir günde çözülecek bir mesele de değil.
Ama ucu muhtemelen Türkiye’ye de değecek bir mesele…
Almanya’nın Türkiye’den havaalanı personeli transfer etmek istemesinden bahsetmiştim. Yeni talepler gelebilir. Yeni bir ‘göçmen işçi’ dalgası konuşulmaya başlandı bile. Çünkü konu Avrupa bünyesinde çözülemiyor. Avrupa Komisyonu oturumlarında da bu konuşuldu. Nereden isteniyor bu göçmenler? Mısır, Tunus gibi ülkelerden bahsediliyor. Tartışma da ufak ufak başladı. “Ne yani, kendi ülkemizde azınlık mı kalalım” tartışması…
İlk işçi göçü dalgasından elli küsur yıl sonra Avrupa, yine aynı yere doğru gidiyor. Ama bunu şimdilik kabul etmek istemiyor.
Avrupa toplumları, gidişat değişmezse, ki değişeceğini sanmıyorum, tek bir soruyla karşı karşıya kalacak:
Sistemin çökmesine izin mi verecekler? Sistemi taşıyacak emeği eskiden olduğu gibi dışarıdan mı bulacaklar?
Çünkü kendilerinin şu an çalışası yok. Ama ‘birinci dünya’ rahatlığından da vazgeçmek istemiyorlar.
İlginç bir dönemeçteyiz.
Sonrasında emeğin kıymetinin kendini iyiden iyiye dayatacağı bir dönemeçte.