Küresel gündemin bu haftasında öne çıkan en önemli başlık Arjantin’de düzenlenen G-20 Zirvesi oldu. Dünyanın ülke bazlı ilk 19 ekonomisi ve AB’nin katılımıyla 20 ülke lideri Buenos Aires'te bir araya geldi. Merkel’in arızalanan uçağı, Trump’ın iptal edilen liderlerle toplantıları zirvenin başlamasına sayılı saatler kala gündeme yerleşti. Bunun yanında Kaşıkçı cinayetinden sorumlu olduğu iddia edilen Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed Bin Selman’ın zirveye katılımı, Putin ile olan ve zirvenin ciddiyetine çok yakışan “çak beşlik kanka” samimiyetleri, liderlerin Salman ile görüşmek için kuyruk olması, kapitalist dünyanın yüksek çıkar odaklı ilişkilerinde değişen bir şey yok gerçeğini yüzümüze vurdu (biz ne bekliyorsak artık!). Haber bültenlerinde G-20 ön plana çıkarken yine gündem gerisinden kalan iki gelişmeye dikkat çekeceğiz.
İlki Fransa’da iki haftadır süren protestolar. Her ne kadar Fransa Başkanı Emmanuel Macron G-20’de gülümseyen bir yüzle boy gösteriyor olsa da gösteriler karşısında sinir harbi yaşadığı biliniyor. Macron’u kara kara düşündüren bu protestolar neyi hedefliyor? İkinci konumuz yine Avrupa’dan. İngiltere Brexit sürecinin yanında geçtiğimiz hafta Suriyeli mülteci çocuğa okulda akranın uyguladığı şiddet ile gündemdeydi. İngiltere’de 16 yaşında bir çocuğun başka bir ülkedeki savaştan kaçan akranına küfürlerle saldırması yeniden “Dünya nereye gidiyor” sorusunu sorduruyor. İngiltere’de neden ırkçılık yükseliyor ve bu durum sadece kraliçenin ülkesiyle mi sınırlı?
PARİS SOKAKLARINDA BARİKATLAR
Hızla uygulamaya sokulan neoliberal politikaların yansımasının görüldüğü merkezlerden birisi de Paris sokaklarındaki barikatlar. Bu anlamda Avrupa Birliği içerisinde Yunanistan ve Fransa en sert protestoların yapıldığı iki merkez. Bu, günümüzde de sürüyor.
Fransa’da yaklaşık 300 bin kişiyi sokaklara çeken yeni kalkışmanın konusu, Macron hükümetince uygulamaya sokulan akaryakıt zamları. Protestoculara göre, akaryakıta yapılan zam, özellikle kırsal kesimin devletin kasasını doldurması için atılmış bir adım. Bu nedenle zaten gösteriler, daha çok çevre bölgelere yayıldı.
Son bir yılda ülkede ana akaryakıt kalemi olan dizelin fiyatı yüzde 23 arttı. Bu artış 2000’lerden bu yana görülen en büyük zamlardan biri. İşte bu zamlar, halkın öfkesini taşıran son damla oldu. Küresel petrol fiyatlarının önce artıp ardından düşmesine karşın Macron hükümeti, hidrokarbon vergilerini artırdı. Bu artış dizelin 7.6 sent, petrolün de 3.9 sent artması demekti. 1 Ocak 2019’da gelen yeni zamla da bir litre dizeli alacak tüketici 6.5 sent, petrole 2.9 sent daha fazla verecek. Peki iktidar bu duruma ne diyor?
Macron hükümeti iktidara geldikten kısa süre sonra yenilenebilir kaynaklarının daha fazla kullanılması için bazı politikaları hayata geçireceğini ifade etti. Halihazırdaki en önemli iklim şartı anlaşmasına ev sahipliği yapan Paris’in yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmesi, ilk başta neden sorun olsun ki sorusunu akla getiriyor. Kitlelerin sokaklara inmesine neden olan, yenilenebilir enerji kaynaklarına duyulan nefret değil. Bu sürece geçilirken hükümetin bunu vergileri artırmak için bir fırsata çevirmesi ve alternatif bir teşvik edici yöntem yerine cezalandırmaya sarılmış olması. Fransa yurtiçi milli hasılasının neredeyse yarısı vergi gelirlerinden sağlanıyor. Bu oranla Fransa Avrupa’da en fazla vergi yükü olan ülkelerden biri.
Ancak yenilenebilir enerjiyi teşvik etmek için vergileri artırdıklarını ifade eden hükümetin aksine, protestocular, bu adımların arkasında zenginlerin korunması olduğunu düşünüyor. Şöyle ki, Macron’un iktidara gelir gelmez attığı en dikkat çekici adımlardan birisi üst sınıfa uygulanan vergilerde ciddi indirime gitmesi. Dahası çalışma yasası, sendikal yasalar ve emeklilik reformu gibi alanlarda orta sınıf ve alt sınıfları kızdıracak reformları hayata geçirmekten geri durmadı. Yatırım bankacılığı uzmanı olan Macron, kendisini halktan biri olarak tanımlasa da çalışma koşullarını işveren lehine dönüştürme, sendikaları etkisizleştirme ve emeklilik konusunda attığı adımlar dikkatle izlendiğinde halktan birinin zenginlerin çıkar bekçiliğini yapma gayretinin sığ bir portesinden öteye gidememiş durumda.
Çocuktan al haberi: Küstahlığımız ırkçılığımızdan gelir
Bu hafta uluslararası medyanın gündeminde 28 Ekim’e ait olduğu iddia edilen bir video düştü. Videoyu gündeme taşıyan, içeriği ve orada sarf edilen sözler. Kameraya bir grup liseli genç giriyor. Son ders zili çalmış ve öğrenciler yorucu bir günü arkalarında bırakıp evlerine doğru yola koyulmaya başlıyor. Ancak herkesin istikameti ev değil. Yakasına yapışılacak, aşağılanacak olanlara bir ders verilecek ve böylece güne paydos denilecek. Giyimi kuşamı ve saç renginden telaffuzunun düzgünlüğünden İngiliz olduğu belli olan 16 yaşında bir genç, kendisinden tek farkı esmerliği olan bir çocuğa küfürlerle saldırıyor. Amacı boğazlamak ama olmayınca su şişesini yere yatırdığı akranı başka bir çocuğun üstüne boca ediyor ve yetmez tabii diyerek saldırısını boğaz sıkmaya vardırıyor. Araya girenlerin müdahalesiyle esmer çocuk kurtuluyor. Dikkat çekici olan esmer çocuğun saldırıya cevap vermemesi; kendini savunmuyor bile. Öylece şaşkınlıkla bakakalıyor.
Video gündem olunca İngiltere''de yetkililerden açıklama geldi. Esmer çocuk Suriye’deki savaştan kaçan bir ailenin çocuğu ve mülteci olarak İngiltere’ye sığındıkları ifade edildi. Saldırıya uğrayan çocuğun adı Jamal. Onun gözlerindeki şaşkınlık ve mahzunluk, esmer olmanın kabahat, eksiklik, insan olmamak olduğunu öğrendiğinden. Bazı diyarlarda, genellikle refah seviyesi yüksek bölgelerde esmer olmak, siyah olmak, şive sahibi olmak, olmamak, çok çalışkan olmak, çalışmamak, hasta olmak, doktor istemek, hayatta kalmak istiyorum, eğitim almak istiyorum demek kabahat. İlk defa duymuyoruz bunu. Artık insanlar fırınlarda sabun yapılmıyor dininden dolayı, otobüslerde arkada oturmak zorunda kalmıyor, buraya hayvanlar ve çekik gözlüler giremez tabelaları yok. Ama bu geçmişte kalan çirkinlikler aslında hiçbir yere gitmediler. Form değiştirdiler. Jamal’ın başına geleni ele alırken 16 yaşındaki akranını sorgu odalarından geçirenler de, onu Türkiye’deki bazı medya organları gibi ırkçı, faşist diye hedef göstermek de aslında var olan ırkçılığı göz önünden kaldırmanın, vicdan rahatlatmanın ötesinde bir işleve sahip değil. Burada sorumuz şu olmalı: Neden 16 yaşında bir çocuk akranı başka bir çocuğa sırf başka ülkeden geldiği için, sırf esmer olduğu için saldırıyor?
Paris’teki olayları yakından izleyenler ırkçılığın en büyük ortağının kapitalist ekonomik düzen olduğunu biliyor. Ucuz işgücü, yüksek kâr, "Küçüleyim ama vergilerimi artırayım", "Artık bedava sağlık ve eğitim hizmeti yok", "Benden biber gazı ve polis şiddeti dışından bir şey beklemeyin" diyen devlet modeli de kapitalizmin yeni çehresinin örneği. Son on yıla damgasını vuran gelişme Avrupa başta olmak üzere dünyada artan milliyetçilik ve aşırı sağın yükselişi. Avrupa’da neredeyse her ülkenin bir ırkçı partisi var. Hepsinin ilk maddesi de göçmenler olmasa nasıl da mutluyuz. Hatta göç etmeyip kendi ülkesinde başka birine meydan okuyacak kadar ekonomik olarak semiren bir ülke adında savaş geçen bir mücadeleye neden olabiliyor. Aynı savaşı başlatan, kendi ülkesinde siyahların uğradığı şiddeti umursamıyor. Meksikalıları, Latin Amerikalıları insan olarak görmüyor. Amerika’yı yeniden büyük yapma gayretinin ardında beyazların üstünlüğü olduğunu saklamayacak kadar da pervasız.
Neoliberalizmdeki ekonomik sıkışma insanları güçsüz bırakmış durumda. Güçsüz olansa gücünün yettiğine dikleniyor. Siyasilerin ülkemiz dahil, göçmenleri her sorunun öznesi olarak görmesi, popülizme sarılması, kapitalizmin günahlarını gölgelemekle kalmıyor, nefreti yanlış yere ve suçsuz insanlara kanalize ediyor. 16 yaşında Jamal’a saldıran diğer çocuğu hedef almak kolay. Eğer gerçekten ırkçılığı, yükselen sağı, renginden, cinsel yöneliminden, dilinden dolayı bir insanın ayrımcılığa, dışlanmaya uğramasını istemiyorsanız, hedef alınması gereken 16 yaşındaki çocuk değil, 200’den fazla yıl eskiten kapitalizm ve onun öncü modelleridir. Tam da bu nedenle Fransa’da yeleklerini giyip meydana inen protestoculara da, ücretlerimizi alamıyoruz, insanca koşullarda çalışmak istiyoruz, tahta kurusu olan yataklarda uyumak istemiyoruz diyen İstanbul Havalimanı işçilerine destek olabilirsiniz.