Zeynep Altıok Akatlı babasını hep güleç hatırlıyor

Zeynep Altıok Akatlı, babası Metin Altıok ve annesi Füsun Akatlı'yı anlattı. Altıok Akatlı, "Elim eline değer diye çizimleri vardı mektuplarda" dedi.

Abone ol

Ayşe Özlem İnci

DUVAR - Füsun Akatlı… Tiyatro ve edebiyat eleştirmeni, yazar, felsefeci, öğretim üyesi. Zeynep Altıok Akatlı’nın annesi. Metin Altıok… Şair, ressam, felsefeci, öğretmen. Zeynep Altıok Akatlı’nın babası. Zeynep Altıok Akatlı… İletişimci, yazar, İstanbul Üniversitesi Sosyal Antropoloji Bölümü mezunu, CHP Genel Başkan Yardımcısı. Füsun Akatlı ve Metin Altıok’un kızları.

2 Temmuz 1993, bu coğrafyaya bir katliam tarihi olarak eklendi. O gün, Pir Sultan Abdal Şenlikleri'ne katılmak için Sivas’ta bulunan aydın ve sanatçıların 33’ü konaklamak için yerleştikleri Madımak Oteli’nin yakılmasıyla katledildiler. Katledilen ve katledilmek istenen pek çok aydın, sanatçı, şair ve düşünürün arasında Aziz Nesin, Behçet Aysan, Metin Altıok, Uğur Kaynar, Hasret Gültekin, Nesimi Çimen, Asım Bezirci de vardı.

Zeynep Altıok Akatlı ile annesini, babasını, anne-baba çocuk ilişkisini, hayatlarını, “Sivas Katliamını” ve memleketi  konuştuk.

Füsun Akatlı ve Metin Altıok.

Her ikisini de yaşam mücadelesi içerisinde geleceğe bırakmak istediklerini düşünerek siyasette emek vermeye  çalışıyorum. İkisi de bana hâlâ kılavuz. Altı yılda o kadar çok şey değişti ki Türkiye’nin düşünsel, sanat alanında… İçinde bulunduğumuz çağ zaten her şeyi çok hızlı yaşamamıza sebep oluyor, çok çabuk değişiyor her şey ama, biz de  kötülük ikliminde iyice uzun atladık. Bütün bu gelişmelere hem felsefeci hem sanatçı duyarlılığıyla çok duru çözümler getirebilecek  bir kadındı annem.

Annem eleştirel bir bakış açısına sahipti. Ama bu yönüyle bana, çocuğuna, nasihat etmezdi mesela. Fikirlerimizi paylaşırdık. Fikir ayrılığına düştüğümüz zaman o kendi bakışını söylerdi, ben de kendi fikirlerimi söylerdim. Parmak sallayan bir hâli olmazdı. Sadece annemle ilgili şu vardı. Kırk yaşıma gelmişim mesela, ama bir kelimeyi yanlış söylersem hemen düzeltirdi. Dil takıntısı vardı. Bir gün hatta dayanamayıp bir 'tipeksle' yaşıyorum, sürekli üstümü boyuyor birisi, demiştim.

Çok seyahat ederdik. Boş zamanlarımızda seyahat ederken bir gün bana demişti ki, Ben olmayınca buralara geldiğinde beni çok özleyeceksin. Ben de çok kızardım. Paris’i çok severim. Bana annemi anlatan şehir orası. Annemle ilk kez 1989’da gittik Paris’e.

O zamana kadar hiç gitmemiş. Ama üniversiteyi hep Sorbonne’da okumak istemiş. Hatta bir günlük tutmuş. Sorbonne’da bir felsefe öğrencisiymiş gibi yazmış o günlüğe. Gerçekten de orayı çok iyi bilen biri gibi bahsetmiş oralardan. Hem haritadan hem okuduğu romanlardan araştırmalar yapmış. Mesela Victor Hugo’nun kitabını okuyor, orada bir mekân adı mı geçiyor hemen not alırmış. Günlüğünde de sanki oraya gidermiş gibi bahsetmiş hep. Çok büyük bir hayal gücüyle gerçekmiş gibi yazmış. Birlikte gittiğimizde o bahsettiği yerleri hep birlikte gezmişizdir.

'AYDINLIĞI DÜNYAYA SAĞLAMAK İÇİN EMEK VERMEK İSTEDİM'

Siyasete girme kararını nasıl aldınız, sorusuyla yakın geçmişe dönüyoruz…

Ben aslında girmek istememiştim. Bir adalet mücadelesi derdiyle kendimi siyasetin içerisinde buldum. İlk önce o mücadele kişisel bir mücadeleden daha toplumsal bir mücadeleye doğru yol aldı. Aynı acıları yaşayan insanların derdine ortak olmak, onların yalnız hissetmemesi, kendini yalnız hissetmemek için kurduğum ilişkilerdi. Sonra bir aktivist gibi evrilip oradaki dert için daha somut mücadelelerle bir örgüt bilinci baskın geldi.

Daha büyük bir örgütün  parçası olmadıkça bir şeyin değişmeyeceği bilinci ile hareket etmeye çalıştım. İdealimizdeki aydınlığı dünyaya sağlamak için emek vermek istedim. Sızlanmak çok kolay. Belki hâlâ şikâyet ediyoruz ama en azından kendi baktığımız yerden bir şey katmaya çalışıyoruz. Ben hep böyle iyi niyetle mücadele ettiğim süreçte adaletin hep daha kötüye doğru gitmesi ne kadar umut verici bilmiyorum. Yine de bu durumun bana umutsuzluk getirmediğini söyleyebilirim.

Zeynep Altıok Akatlı mecliste.

Sosyal medyada yazdıklarınızın altına birbirinden çok ayrı diyebileceğimiz kesimlerden yorumlar yazılıyor. Bu iki farklı kesimi harekete geçirecek sözlerin altına yapılan yorumların kendisindeki karşılığını anlatıyor. 

Radikal bakışlar herkese zarar getiriyor. Kendilerine de… Ben mesela Zeynep Altıok Akatlı olarak CHP içinde bulunduğum için kimi Kürt kesimine göre ulusalcıyım. Ulusalcılar ise 'Kürtçü' gibi bakıyorlar. Böyle bir dilemmanın içindeyim. Ne yapsan az, eksik. Bir tek şeyden ödün vermemeye çalışıyorum. Kendi içimde ilkeli olmak, tutarlı olmak ve en başka olanın dahi beni incitmesine izin vermemek. Ama o eleştiren kişinin kendisi mağdur durumda olursa da ona el uzatmak. Bu çaba benim için yüceltmek anlamına gelmiyor ama ben nefret etmemeyi kendime çok telkin ettim. 'Sivas Katliamı'nı gerçekleştirenlerden bile nefret etmemeyi öğrendim.

Çünkü bunu bana babam öğretti. Babamı o algı öldürse de babamın bana kattığı duygu dünyasından çıkmamayı öğrendim. O kadar duygusal, her şeyi seven o incecik adamın zarafetine leke getirmek istemiyorum. Onun duygu dünyasıyla yaşamaya devam etmek istiyorum. Metin Altıok olsaydı böyle yapmazdı, diyorlar. Benden daha iyi bileceklerini nasıl iddia edebiliyorlar, anlamıyorum.

Metin Altıok’un elinden çıkan her satırı benim defalarca okumuş olabileceğimi hesaba katmadan konuşuyorlar. Bir gün hatta mecliste benzer bir durum yaşamıştım. Olaydan sonra söz konusu kişi yanıma gelip, Ben babanızın okuruyum, dedi. Metin Altıok şiiri okuyan biri böyle bir dil kullanmaz, gerçekten okuruysanız siz de lütfen o dile dikkat edin, dedim. Başa çıkabiliyorum bu durumla. Çıkabiliyorum çünkü o kişilerin niyetleri belli, kötülük. Bu dil, saf kötülüktür.

Böyle bir ortamda güvendiği insanların olup olmadığını da anlatıyor…

Zaman içerisinde güvendiğim insan sayısının da doğal bir elekten geçip azaldığını görüyorum. Hele siyasete girdiğiniz vakit iyice bu sayının az olduğunu görüyorsunuz. Ne yazık ki ortak bir mücadeleye girdiğinizde ve ortak olmayan bir nokta gördüğünüzde çok incitici oluyor. Şimdi yüzde elinin üstünde çok kişinin umudu var ama o kişilerin de kendi içlerindeki ayrımlar çok kırıcı oluyor. Hele ki soldan bakanların…

Benim için sol, bütün solcuların Marx diye kurdukları cümleler, nutuklarda adı anılan 'Deniz Gezmiş'ler değil. Sol benim için, onların ahlâkı ve yaşamlarını feda ettikleri değerler. En temel şey akılla birleşen ahlâk ve vicdan benim için gerçek bir solu ifade ediyor.

Füsun Akatlı, Metin Altıok ve Zeynep Altıok Akatlı.

Geçmişe dönüyoruz… Zeynep Altıok Akatlı çocukluğunda  baskın olan  özlem duygusuyla anlatıyor babası Metin Altıok’un Bingöl’deki hayatını….

 Babam mesela öğretmen değil. Ressam ve şair. Mecburiyetten ekmek parası diye başvuru yapıyor, kura çekiyor, Bingöl’e tayini çıkıyor. Artık ne kadar şans ne kadar sürgün o kısmı da tartışılır. Oraya gittikten sonra dördüncü derece denilen mahrumiyet bölgesinde iki yıl mecburi hizmet var. İki ya da birinci dereceye tayin edilmesi gerekirken yine Bingöl’de Genç’e sürülüyor. Tayini tesadüf  bile olsa on yıl orada tutulması tesadüf değildi. Bunu kesinlikle biliyoruz.

Ve yıllar sonra  kalkıp Bingöl’e, babasının görev yaptığı yere gidiyor…

Bingöl’e gittiğimde yanıma kocaman bir adam geldi. Çömelse aynı boya geleceğimiz çok aşikâr, o kadar iri biri. Adam beni görünce sarılıp ağlamaya başladı. Ne yapacağımı şaşırdım o an. Hocam, dedi, 1980 sonrası beni evinde altı ay sakladı. Buna çok şaşırmıştım.

Sağcısı solcusu da babamı çok severlermiş. O yaşta babamla yeniden tanıştım. Mesela okula gidemediğinde bir gün müfettiş gelmiş. Sınıfın kapısını açmış, çıt yokmuş sınıfta ama hoca da yokmuş başlarında. Hocalarına laf gelmesin diye sessiz duruyorlarmış, mutsuz, moralsiz olduğum zamanlarda öyle birileri çıkar ki karşıma… Öğrencileri, onlarla ilgili mailler, öyküler… Öyle anlarda düşünürüm, Babam gönderdi bana, derim. Mutlu olurum. Düştüm mü yine elimden tutan annem ve babam olur. Güzel insanlarda vücut buluyorlar.”

Muhabbet tekrar Füsun Akatlı’ya, onun öğretim üyesi olduğu zamanlara dönüyor… 

Annem Kültürsüzlüğümüzün Kışı diye kitap yazdı mesela annem. Bir öğretmen, eğitimci olarak onu en şaşırtan şey çalıştığı üniversitedeki çocukların ne kadar geçmişten kopuk ve alt yapısız geldiklerini  görünce hem çok şaşırır hem üzülürdü. Kara mizah gelirdi bize. Üç Türk müzisyen ya da ressam yazını gibi sorularda hem daha medyatik olanları yazdıklarını, hatta bu sayının üç olamadığını anlatmıştı.

Ruhi Su kimdir sorusuna bir kişinin bile yanıt veremediğini paylaşmıştı. Yine bir gün işte  amfide “katarsis” anlatıyor derste çocuklara. Katarsis, deyince hareketlenme oluyor, fısıldaşmalar… Annem de seviniyor, ‘katarsis’i biliyorlar diye. Soruyor sonra çocuklara, Biliyoruz hocam Kadıköy’de bir bar, diyorlar. Gülüyor işte çok şaşırtıyordu bu tür durumlar kendisini.”

Zeynep Altıok Akatlı  “Sivas Katliamı”ndan bugüne dek yaşadığı ve yaşamakta olduğu kırgınlıkları anlatıyor…

Sivas Katliamı’nın peşinden giden bir hayatta ben sürekli kendi kendimi tekrar etmek durumunda kalıyorum. Çünkü yirmi dört yıldır bir adım bile  atılamayan bir dava. Hiçbir şey değişmediği için yirmi dört yıldır aynı şeyi konuşmak ve anlatmak durumundayım. Hep aynı soruya cevap vermek zorundayım. Bekler, bekler, bekler… Bir yıl… 2 Temmuz gelince telefonla ararlar ve 'Babanız öldüğünde ne hissettiniz', diye sorarlar. Budur durum. Sizin için hayat bu sorudur. Babam öleli yirmi dört yıl oldu. Yirmi dört yıldır ben bunları yazıyor ve anlatıyorum. Ondan önce belli hatıralar dışında hiçbir hatıram yok. Yazayım evet, ama artık neyi yazayım da onu insanlara farklı bir şekilde getireyim. Ben de hep canım sıkılarak düşünüp neyi paylaşsam derim.

Dönüp dönüp yazdıklarımda hep aynı şey var. Aydınlara sitem. Öldürene daha az kızıyorum ben. Hatırlamayana, unutturana daha fazla kızıyorum. Yıldönümünde kanıksayana. Bakıyorsun… İki satır yer vermeyene, verildiğinde 'Yeter artık, ısıtıp ısıtıp bunu gündeme getirmeyin,' diyene kızıyorum.

İsmet Özel mesela. Şair. Babamın gençlik arkadaşı. Beraber oturmuş kalkmışlar. Aradan geçen dönemde Sivas Katliamı oluyor. Kendisi 'Sivas semalarında Sırp tayyareleri uçacak mı?' diye yazı yazıyor.Şiir yine de bunlardan bağımsız bence. Biz İsmet Özel’e kötü bir şair diyemeyiz. İyi bir insan değil, ama iyi bir şair. Bunu yadsıyamayız. Elbette şiir, şairin kimliğinden izler taşır ama öz yaşam öyküsü değil. Üzerinde ısrarla durduğum, nefret olmaması gerekir, dediğim nokta bu. Kötü şair dedirtecek bir nefreti doğru bulmuyorum. Ben öyle olmak istemiyorum. Şiiri, şiir olarak algılamak istiyorum.

Yaşadığı acılara rağmen ağzından “umut” kelimesini ve “Nefret etmiyorum.” cümlesini düşürmeyen Füsun Akatlı ve Metin Altıok’un biricik kızları Zeynep anlattıklarıyla, bu katliama tanıklık eden ve bu katliamdan haberdar olanların tercihleri “unutmak” olursa  Madımak’ın ateşinin yeniden harlanacağını düşündürtüyor.

Fotoğraftaki Metin Altıok sesleniyor… 'Zeynep, babanı hep böyle güleç hatırla.'