Küçük gruptan dışlanan Erdoğan’ın ABD, İngiltere, Mısır, Suudi Arabistan, Ürdün, Almanya ve Fransa’dan oluşan gruba son ikisini ve Rusya’yı İstanbul’a davet ederek alternatif yaratmak istediği toplantıdan çıkan somut sonuç koskoca bir hiç.
Zirve iki etkisiz eleman (Fransa ve Almanya), bir yarı etkili eleman (Türkiye) ve etkili eleman Rusya’nın bundan önce olduğu gibi bundan sonra da “kendi başlarına çalıp oynayacağını” gösteriyor.
“Erdoğan’ın iknası ile” zirveye katıldığı katıldığı belli olan Putin ile diğerleri arasında Suriye konusunda derin görüş ayrılıklarının devam ettiği görülüyor. Temel bazı konularda ortak cümleler kullanılmasına rağmen bu ortak cümleler her konuşmacı için farklı bir anlam taşıyor.
Sadece diğerleri “Esad rejimi” kendisi ise “Suriye Arap Cumhuriyeti” dediği için değil, Putin’in temel konularda görüş ayrılığı giderilemediği için de sinirli olduğu her halinden belliydi. Sonuçta karşısında gerçeklerden uzak ve riyakar bir tutum içinde olan liderler vardı. Nedeni ne olursa olsun Suriye’de 2011’de başlayan yangına körükle gidenler arasında Fransa ve Almanya başı çeken ülkelerden değil miydi? Şimdi aynı ülkeler Suriye halkının “kendi kaderini tayin hakkından” bahsediyordu.
Gerçekten de Araplar, Ezidiler, Ermeniler, Sünniler, Aleviler, Dürziler, Hıristiyanlar Macron ve Merkel’in “Suriye halkı” tanımına dahil değil sanırım. Öyle olsaydı yönetimin hakim olduğu bölgelere göçen milyonların kendi iradeleri ile yönetimin hakim olduğu bölgeleri tercih ettiğini bilirlerdi. Bu ikilinin tanımı kendilerine karşı savaştıklarını savundukları cihatçı gruplar ile aileleri ve Suriye dışında bulunan muhalifleri kapsıyor sadece.
“Suriye’de siyasal süreç” denildiğinde de aynı durum geçerli. Fransa, Almanya ve Türkiye cihatçı yapılar da dahil kendi kontrolleri altındaki grupların siyasal sürece katılarak ülke yönetimine katılmasını isteyerek “Suriye halkının kendi kaderini tayin hakkını” yönlendirmek istiyor. Oysa Esad yanlısı olsun olmasın Suriye halkının ezici bir çoğunluğu bu ülkelerin savunduğu gruplara tamamen karşı.
Rusya bugüne kadar siyasal geçişi savunan taraftı ve toplantının diğer katılımcıları bu süreci mümkün olduğunca geciktirmeye çalışıyorlardı. Bu tavrın sebebi BM gözetiminde serbest ve şeffaf seçimlerin yapılması durumunda Esad’ın kazanacağını bilmeleri.
Açıklamalar taraflar arasında şu sıralarda karşımızda duran saha pratiği ile ilgili de derin çatlakların olduğunu gösteriyor. Putin Rusya’nın İdlib’te ya da İdlib’ten yapılacak bir provokasyon olursa “Suriye ordusunun yanında yer alacağını” açıkladı. Bu ileride İdlib operasyonunun kaçınılmaz olduğunun resmi ağızca yinelenmesi demek. Buna karşılık Erdoğan Macron ve Merkel operasyona “insani nedenlerle” karşı olduklarını belirttiler. Bu üçlü açısından esas sorun siviller değil. Fransa ve Almanya Esad’ın yeni bir zafer kazanmasını, Türkiye ise operasyonlar ve “dost” örgütler vasıtası ile oluşturduğu nüfuz alanını kaybetmek istemiyor.
Ama herkesin çok iyi bilmesine rağmen başını kuma gömdüğü daha önemli bir konu var: Kürtler. Sahi bu toplantıda Kürtlerin durumu ile ilgili ne konuşuldu? Açıklamalarda değinilmediği ve muhabir arkadaşlardan kimse sormadığı (sormaya cesaret edemediği?) için bilemedik. Örneğin Suriye halkı, irade, siyasi geçiş, yeni anayasa derken akla ilk olarak neresi ve kimler geliyor? Bu bir taraf olarak bu ülkeler arasında görüş ayrılığı ya da birlikteliği anlamında değil ama şu sıralarda uluslararası alanda Suriye Kürtleri önemli bir yer tutmuyor mu ve bu liderlerin böyle önemli bir konuyu geçiştirmiş olmaları mümkün mü?
Fransa küçük grupta Kürtlerin en büyük destekçileri ABD ve Suudi Arabistan ile birlikte hareket ediyor ama daha küçük grupta Kürtlerin kazanımlarına tamamen karşı çıkan Türkiye ve kısmen karşı çıkan Rusya ile birlikte yer alıyor ve her nedense açıklamalarda bu konuya hiç girmiyor. Almanya da aynı şekilde. Oysa bu ülkelerin o bölge ile ilgili çalışmalarının ya da en azından bir politikalarının olmaması mümkün mü?
Bu toplantı hiçbir somut açıklamanın yapılmadığı, zorlama ve sonuçsuz bir toplantı olarak tarihe geçecek.
Nasıl geçmesin? Tek somut açıklama olarak görülebilecek “yılbaşına kadar anayasa komisyonu oluşturulması” konusunda bile görüş birliği yok. Çünkü Cenevre sürecinden bu yana var olan ihtilaf burada da kendini gösterecek.
Anayasa komisyonunda kimlerin temsil edileceği, Kürtlerin bu komisyonda olup olmayacağı, nasıl bir anayasanın hazırlanacağı, buna göre Esad’ın geleceğinin nasıl şekilleneceği, seçimlerin nasıl yapılacağı gibi konular derin ihtilafın devam edeceğini gösteriyor. Üstelik görmezden gelinen, Türkiye’nin ise sadece kendi tanımlamaları ile gördüğü “Fırat’ın doğusu problemi” devam ederken belirtilen konularda adım atılması mümkün değil.
Bekleyelim görelim.