Başkan Donald Trump’ı küresel nizamı ele geçirmek için kirli planlar kuran şeytanın gizli güçlerine karşı Tanrı’nın seçilmiş savaşçısı olarak gören güruhun Kongre baskını muhtemelen Amerikan demokrasisinde tek bölümlük parodi olarak kalmayacak. Beyazların üstünlüğüne dair aşırı sağ anlatı makas açarak bir sonraki sahneye hazırlanıyor olacak.
Bu ucubenin ruh ikizleri, sarıldıkları komplo teorileri, ürettiği kült kişilikler ve güce yaklaşımları bakımdan Türkiye’de de iktidarın propaganda aygıtlarına hükmediyor. Trump maniple etmeye çalıştığı yasal mekanizmaları isyancı kitlesiyle birleştirip seçimleri iptal ettirebilseydi kürenin farklı köşelerindeki türdeşlerine ‘seçimle gelip seçimle gitmeme’ konusunda ilham veren bir pratik model bırakmış olacaktı. Amerikan demokrasisinin üstün tarafını teşkil eden güçlü kurumsal karakter bunu hızlıca bertaraf edebildi.
İşte AKP’nin itina ile yok ettiği kurumsallığın hikmeti!
Ucubelerin yol açtığı şok da Cumhuriyetçilerdeki bazı ağır topların Demokratlarla ortaklaşmasına yardımcı oldu. Trump’ın kendi ekibinden çok sayıda isim de suç teşkil eden bir kalkışmada patronlarına eşlik etmedi. Türk Dışişleri ve Saray erbabının kinayeye kaçan kıyaslamalarında olduğu gibi mesele iki taraflı da değildi.
Tabi kurumsallıktaki bu hikmeti Amerikan kurulu düzeninin dış politikaya yansımalarında aramıyorum. Küresel hegemonyanın gerektirdiği bütün askeri, siyasal ve istihbari müdahaleler; bunların sonucu olan kirli savaşlar, darbeler ve yıkımlar kurulu düzenin tercihleriyle ziyadesiyle uyumlu. Şimdi birkaçı hariç uluslararası alanda Amerikan düzeninin ortaklarını Trump’ın hayli örselediği ilişkilerin kurumsal eksene dönmesi konusunda Biden’la mutlu mesut günler bekliyor. Özellikle ittifakın Avrupa kanadında Trump’ın gidişiyle ciddi bir rahatlama kendini gösteriyor. NATO’da taşların yeniden yerine oturması ve klasik güvenlik şemsiyesinin işlevselliğine dönülmesi, “AB ortak savunması” ya da “AB ordusu” gibi ileri fikirlere yatırım yapamayan Avrupa’nın yükünü azaltıyor. Ankara-Atina ya da Ankara-Paris arasındaki restleşmelerde bile “Durun hele, bir Biden gelsin sonra karar verelim” diyen AB, ABD’siz ortak dış politika üretemiyor, dalgalı sulara giremiyor. Kendi gündemi ve askeri angajmanlarıyla ayrıksı duran Fransa bir kenara ABD’nin Avrupa’daki ‘aklı’ ve ‘operatörü’ İngilizlerin Brexit ile gitmesinden sonra AB içinde NATO’suz bir Avrupa’yı göze alabilen yok. Bu onlar için korku ve yük demek.
***
Trump’ın Pentagon ve Dışişleri’nden gelen tavsiyeleri gözardı eden yani kurumsal refleksin dışına çıkan anlık kararları Erdoğan’a gol atma şansı veriyordu. Bunu Trump’ın S-400 alımından dolayı yaptırımcı cepheyi karşısına alan tutumunda ya da Halk Bank davasını düşürmek için yaptığı müdahalelerde görüyorduk. Son anda yaptırım kararını imzalamak zorunda kalsa da Trump sistem içinde Erdoğan’ın epeyce avukatlığını yaptı. Hatta İran’a karşı bu kadar sert politika izleyen ve giderayak nükleer savaş başlatma korkusu da yaşatan Trump, Halk Bank üzerinden yaptırım delme mekanizmasıyla ilgili dosyayı görmezden geldi. Bu, Tahran’ın 20 milyar dolarlık petrol satışını altınla çevirmesine imkan veren bir mekanizmaydı. Rıza Zerrab’ın hükümet üyeleriyle çevirdiği çark.
Foreign Policy’ye göre eski Başkan Barack Obama ve yardımcısı Joe Biden, Erdoğan’ın Halk Bank soruşturmasının sonlandırılması yönündeki taleplerini reddetti. Trump ise aksi yönde davrandı. Evvela soruşturmayı yürüten New York Güney Bölgesi Başsavcısı Preet Bharara’yı kovdu. Güya kalmasını istemişti. Yeni başsavcı dosyada ısrar edince dönemin Dışişleri Bakanı Rex Tillerson'dan meseleye el atmasını istedi. Tillerson bu işten uzak durdu. Trump bu sefer kişisel avukatı Rudy Giuliani ve olayın kahramanı Rıza Zarrab'ı temsil eden eski başsavcı Michael Mukasey’i seferber etti. Dahası eski Başsavcı Vekili Matthew Whitaker ve eski Başsavcı William Barr’ı davayı düşürmeleri için görevlendirdi.
Eski Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton’a göre Trump, 1 Aralık 2018’de Buenos Aires'teki G-20 zirvesinde Erdoğan’a ‘icabına bakma’ sözü vermişti. Ayrıca Nisan 2019'da Erdoğan'a Barr ve Hazine Bakanı Steven Mnuchin'i konuyla ilgilenmesi için görevlendirdiğini söylemişti. Bu konuda Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak da Trump’ın damadı Jared Kushner ile dayanışma içindeydi. Yine de olmadı, kurumsal bariyerler işte! Açıkçası Trump epey uğraştı, açık olmayansa karşılığında ne aldığı. Mesele sadece kimyasal uyum mu?
Ucu Erdoğan’a kadar giden davanın 1 Mart’ta görülmesi beklenirken liderden lidere iltimas faslı kapanmış olacak. Erdoğan Oval Ofis-Kongre-Dışişleri- Pentagon-Yargı beşgenindeki sertleşen konu başlıklarıyla baş etmek durumunda kalacak.
***
Elbette buradan iki ülke ilişkilerinde bir çöküş senaryosu çıkmaz. Beyaz Saray’ın kurumsal yapılarla uyumsuzluğu giderilirken meselenin Türkiye’yi ilgilendiren taraflarında çelişkili iki yön var. Bir taraf Türkiye ile klasik ortaklık ilişkisine döndürmede kararlı. Burada aranan normalleşme Ankara’nın da endişelerine kulak vererek çatlakların giderilmesini gerektiriyor.
Diğeri ise Suriye başta olmak üzere bölgesel meselelerde ayrışma ve gerilimin devam etmesini vaaz ediyor. Bu fasılda Doğu Akdeniz, Kıbrıs ve Yunanistan’la sorunlarda ortaklığın hatırlı tarafları orta yolun tutturulmasına yardımcı olabilir. Meselenin gelip düğümlendiği yer Suriye’de Halk Koruma Birlikleri (YPG) ile Pentagon arasındaki ortaklık. Bunun temeli zaten Biden’ın başkan yardımcısı olduğu sırada atıldı. Biden’ın dış politika ekibine seçtiği isimlerin profili bizi özellikle Erdoğan’ın “Kobani düştü düşecek” dediği o son sahneye geri götürüyor. O dönem IŞİD, Musul’u düşürüp Bağdat’ın kapılarına dayanmış, Kobani ile de Türkiye sınırlarına ulaşmıştı. Erdoğan ise Kürtlere yardıma karşı çıkıp “Burada asıl sorun Esad, o gidince IŞİD falan kolayca ortadan kaybolur” görüşünü Amerikalılara kabul ettirmenin derdindeydi. Türk kamuoyunu da IŞİD’in Suriye istihbaratı tarafından yaratıldığı iddiasına ikna etmişlerdi. O vakit “Esad devrimi zehirlemek için Sednaya hapishanesindeki El Kaidecileri bırakıp cihatçı örgütleri kurdurttu” diyenlerin sahada silahlandırdıkları bu cihatçılardan başkası da değildi. Bugün de Erdoğan’ın “Suriye Milli Ordusu” bunlarla dolu. Herkesin üzerinde durduğu isim Ulusal Güvenlik Konseyi’nde Orta Doğu koordinatörü olması öngörülen Brett McGurk. McGurk’ın ekibe girmesi Suriye’deki Amerikan varlığı ve YPG’nin omurgasını oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri’ne (SDG) desteğin altını çizen bir tercih. 2017’de Ankara açıkça “PKK destekçisi” ilan ettiği McGurk’un görevden alınmasını istemişti. CENTCOM, başkanın kararı ve Kongre’nin bütçelendirmesiyle sahada YPG ile ortaklığı sürdürürken karar verme makamı imiş gibi memurlarla uğraşmak da bu dönemin alamet-i farikalarından. Sadece McGurk değil sahadaki tüm Amerikalı yetkililer, hatta bizzat Biden’ın kendisi Türkiye’nin IŞİD dahil cihatçı örgütlerle iştigaline dair şöyle ya da böyle kanaat sahibi. Sonuç da Trump, McGurk’ı kovsa da Ankara’nın istediği şekilde Suriye defteri dürülmedi. IŞİD’e karşı savaş, İran’ı sınırlama ve Şam’da siyasi geçiş şeklinde üç ayak üzerine bina edilen siyaset, SDG ile birlikte sahada Amerikan varlığına bağlandı.
Biden, YPG ile sahada ortaklığın tesis edildiği süreçte CENTCOM’a komuta eden General Lloyd Austin’i de Savunma Bakanlığı’na aday gösterdi. Bu da Suriye siyasetinin teyidi açısından bir diğer gösterge.
McGurk ve Austin gibi isimler olsun ya da olmasın Biden bu üç hedefte öncelik sıralaması yapabilir ama Ankara’yı rahatsız eden çizgiyi muhtemelen koruyacaktır. Belki Biden, Trump’ın umurunda olmayan Türkiye’deki Kürt sorununu çatışmadan müzakere bandına döndürüp bu şekilde Suriye’deki çelişkiyi de daha idare edilebilir bir çizgiye çekmeyi deneyebilir.
Sonuçta ekipteki isimler Suriye stratejisine bir belirginlik kazandırabilir ama ABD’nin Orta Doğu siyaseti McGurg’un tweet dizinine göre şekillenecek değil. Beklenen, Türkiye’yi karşılıklı anlayışla klasik ortaklık düzenine döndürmek isteyenler ile diş göstererek yola getirmekten yana olanlar arasında bir dengenin şekillenmesidir. Ayrıca bütün sorunlara rağmen süreklilik arz eden Türk-Amerikan ortaklığı yeni eşiklere sahip. Biden, Ankara’nın YPG’ye yardımları kabul etmeyeceğini; Erdoğan da Washington’ın Kürtlerle ilgili kırmızı çizgisinin kolayca kalkmayacağını biliyor. Haliyle iki lider muhtemelen bu duruma kilitlenmeden önce ortak çıkarlar üzerinden birbirine yaklaşmayı tercih edecektir. Biden’a büyük umut bağlayanlar da ondan yıkım bekleyenler de beklediklerini göremeyebilir. Kuşkusuz Biden’ın çevresindeki insanlar Suriye’nin geleceğiyle ilgileniyorlar ve sahada ayaklarına yer açmışken bunu koza dönüştürme konusunda daha istekli olacaklardır. Bu minvalde Türkiye’ye Astana ortaklığı yerine Esad gibi ‘ortak bir hedefe yeniden odaklanmasını' da önerebilirler.
İran’a yaptırımların delinmesinde en büyük karadeliğin Türkiye olduğunu savunan McGurk’ın, “Türkiye, ABD’nin terörist saydığı İsmail Haniye’yi İstanbul’da ağırlarken Erdoğan, Müslümanları 'Batı'ya karşı birleşmeye' çağırdı" gibi tweet'lerini hatırlatanlar ABD’de bunları demeyecek bir bürokrat varmış gibi davranıyorlar. Erdoğan’a ‘otokrat’ diyen, kendisini de ‘Siyonist’ olarak tanımlayan Biden’ın ekibinden geri kalan bir tarafı yok. Trump’ın İsrail’e sonsuz hizmetleri ya da Erdoğan’ın “Filistin severliği” iki lider arasındaki kimyasal uyumu etkilemedi. Devletler arası ilişkilerin karakteri liderlerinki kadar karmaşık.
Son olarak İstanbul’a gelip de Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile görüşmek için Ankara’ya gitmeyen Dışişleri Bakanı Mike Pompeo da Türkiye’ye “totaliter İslami diktatörlük” demiş birisiydi. Yakın zamanda iğneleyici başka lafları da oldu.
Ne diyelim; ikili ilişkilerin hatırına kılçıklı sözler halının altına kolayca süpürülüyor.
***
Yine de Biden gelmeden Amerikan kurulu düzeninin hassasiyetleri S-400 meselesinde Trump’ın direncinin üzerine çıktı. Biden’ın kronik Rusya karşıtlığı nedeniyle Türk-Rus yakınlaşması daha alerjik bir yaklaşımla karşılaşabilir. Aynı şekilde Biden nükleer anlaşmaya dönmek istemesine rağmen Tahran’la uğraşmaya devam edecektir. Ve bu çerçevede yaptırımların delinmiş olması konusunda Trump’ın gösterdiği anlayışı göstermeyebilir. Beri taraftan Biden’ın NATO’ya atfettiği önem nedeniyle Türkiye’nin Avrupa ile uyumunu önemseyen geleneksel Atlantikçi bakış öne çıkıyor. Bu yönelimde Victoria Nuland ve Amanda Sloat gibi Avrupa ve Türkiye dosyalarına hakim isimlerin Dışişleri’nde dümende olması önemli. Yani epey zamandır Erdoğan’ın tiridine ekmek doğrayan Avrasyacıların zorlanacağı bir döneme giriliyor. Rüzgârı esneyerek karşılayan Erdoğan’ın ikide bir “Türkiye’nin yeri AB’dir” demesi boşuna mı?
Ve son olarak dış politikada Amerikan hegemonyasının yeniden inşası ya da tamirinde Demokratların daha sofistike olacağını, bunun belli muhataplar için ‘ince ağrı’, hasımlar için ‘kirli savaş’ anlamına geldiğini hatırlatalım. Elbette bu öngörülemez, bencil, kibirli, cahil ve tehlikeli bir kişiliğin rezil bir şekilde iktidardan uzaklaşmasının arz ettiği değeri küçültmüyor.