Zor olanı yapmış, İstanbul'da huzuru bulmuş...
İş olsun diye yaptığı muhasebecilikten emekli olunca çocukluk hayalini gerçekleştirip kendi üretimi olan el sanatlarıyla dünyasını kuran Müjgan İşler, İstanbul'da yaşayıp da huzuru bulan ender insanlardan. "Bir tatlı huzur almak için" Kalamış tek alternatif değil artık...
DUVAR - Bildiğim bir bölgeye gittiğimde yaptığım ilk iş orada daha önce girmediğim bir sokak, geçmediğim bir yol, görmediğim bir yapı aramak olur genelde. Bazen insanı en çok şaşırtan şeyler, en aşina olduğu yerlerde karşısına çıkıyor. “Safi” ismindeki renkli dünyanın karşıma çıkması gibi.
Arapça kökenli bir kelime olan safi, sıfat olarak kullanıldığında “katıksız, duru, net” anlamlarına gelirken, zarf olarak “yalnız, sadece” anlamlarında kullanılıyor. Şefik Can'ın Mesnevi çevirisinde ise "halden ve vakitten kurtulmuş. ilahi tecelliye mahzar oluşunun farkına varmış, kendisini tam manasıyla arındırmış ve Hakk'ta fani olduğu için vaktin kendisine tabi olduğu tasavvuf ehline verilen isim" diye tarif ediliyor.
Müjgan İşler'in küçük dükkânı da böyle bir yer. Çocukluğundan beri merakını cezbeden el sanatlarını burada icra etme şansı bulan, kendi deyimiyle “çocukluk hayalini” gerçekleştiren Müjgan Hanım'a mutlu olup olmadığını sorduğumda şu cevabı veriyor:
“Aslında mutluluk da, mutsuzluk da geçici bir şey bence. Mesela şu çalışmaları yaparken birçok şey düşünüyorum, her şey aslında geçici. Bunu yapıyorsun, o anda mutlusun ama seni düşündürüyor, içselleştiriyor, gerçekten çok güzel; insan ruhuyla bütünleşiyor. O hızlı yaşamın içinden kendini çekmiş bir hale geliyorsun. O huzur, her şeyin önünde geliyor. Her şey bitiyor. Hayattayken, hâlâ nefes alıp verebiliyorken bunun farkına varabiliyorsak ne mutlu.”
Yaşamın büyük tarafından kendini koparmış Müjgan İşler. Masasının başında boyama yaparken hissettiği huzurun içinde olmak ona yetiyor:
“İnsanlar, yaptığım işi çok beğenip neden böyle kör bir yerde olduğumu soruyorlar. Daha işlek bir yerde bu işi yapsam daha çok kazanacağımı söylüyorlar. Sadece maddi açıdan bakıyorlar. Tabii ki beni düşünerek söylüyorlar ama ben burada mutluyum, yaptığım işi severek yapıyorum. Bazı insanlar çok çalışırlar, zengin olurlar mutluluğu orada gördükleri için; ama bir taraftan da kurslara, terapilere giderler. Ben burada çalışırken çok şey düşünüyorum, yüreğimin sesini dinliyorum; bu o kadar önemli ki. Bugün yapılmayan da bu, kimse içinin sesini dinlemiyor. Herkes bir koşturmacaya kapılmış, çölde su arar gibi yaşayıp gidiyor.”
Bir Şule Gürbüz esintisi hissediyor insan Müjgan Hanım'la sohbet ederken.
Giresun, Şebinkarahisar doğumlu Müjgan İşler, “Çocukluğumdan itibaren el sanatlarıyla çok ilgim oldu. Yaz tatillerinde sürekli kurslara giderdim. Bir dönem Halk Eğitim'de makine nakış eğitmenliği yaptım,” diyor, “Sonra evlendim. Uzun yıllar eşimle birlikte muhasebecilik yaptım. Eşim hâlâ devam ediyor. Büroda çalışırken çocukluğumdan beri gelen bir şeylerle uğraşmayı, üretmeyi, o tür şeyleri sürekli hayal ediyordum. Çalışıyordum ama sadece çalışıyordum. İşimi en iyi şekilde yapmaya uğraşıyordum tabii. Emekli oldum ve çocukluğumdaki hayalime geri döndüm diyebilirim.”
“Tarihi dokuyu seviyorum, çocukluğumda gördüğüm çalışmalar, duyduğum hikâyeler hoşuma gidiyordu. Belki ondandır, bilmiyorum. Yolda yürürken bile taşların arasından çıkan bitkileri bile hayranlıkla izlerim. O beni durdurur, bakar kalırım,” diyen Müjgan İşler'in dükkânı da çok sevdiği tarihi dokunun içerisinde, Süleymaniye Camii'nin hemen yanı başında. Eski adı Dökmeciler, şimdi ise Süleymaniye Hamamı olarak bilinen yapı ise bir diğer komşusu.
Müjgan Hanım'ın dükkânında dikkati en çok desenli ya da minyatür tekniğiyle çizilmiş tasvirlerle duvarları süsleyen defler, tefler ve cümbüşler. “Burada aslında ilk deriyle başlamadım. O kadar çok obje denedim ki,” diyen İşler şöyle devam ediyor:
“Muhasebeye devam ederken haftasonları minyatür kursuna gittim. Orada 7-8 ay kadar temel teknik bilgiler öğrendim. Onların üzerine kendim de bir şeyler hayal ederek üretmeye çalışıyorum. Minyatür aslında eski kağıt (parşömen) üzerine çalışılan bir şey. Öğrenmiş olduğum minyatür tekniğini cam üzerine, taş üzerine, kumaş, ahşap, bakır üzerine denedim. Tabii o arada deneyerek farkında olmadan bir şeyler de öğreniyorsunuz. Bir gün deriyle karşılaştım ve deri dokusu beni çok etkiledi. 'İşte bu' dediğiniz an vardır ya, öyle oldu. Sonra başladım ve devam ediyorum. Aslında bu yapılan işler hep yolculuk gibi, bir sonu yok.”
Ne kadar kaçmaya çalışsanız da bazı rahatsız edici gerçekler var. Mesela bir dükkân işletiyorsanız en büyük dertlerden biri de kira, vergi gibi giderlerdir. Müjgan Hanım bunlar için, “Burada çalışıyorum, üretiyorum ama sadece bununla hayat ve masraflar dönemez tabii. O nedenle burada peştemâller, yine el sanatlarıyla ilgili ürünler, masa örtüleri var. Eskiden, çocukluğumda gördüğüm ve sevdiğim şeyler de buradalar. Arada festivallere katılıyorum, onun da katkısı oluyor,” diyor ve devam ediyor: “Ben öyle çok gezen, AVM olsun, sağda solda vakit geçiren bir insan değilim. Burayı açayım da zengin olayım gibi bir hayalim hiçbir zaman olmadı. Varlığını sürdürmesi için gerekli miktarı çıkarayım, yeter.”
Müjgan Hanım'ın eşi ilk başta dükkân işine sıcak bakmamış: “Eşim ilk başta istemiyordu, 'ne yapacaksın?' diyordu ama şimdi o benden daha mutlu, 'iyi ki de açmışsın' diyor. Beraber geliyoruz, beraber gidiyoruz. Bizim büro iki sokak aşağıda. Evimiz de Fatih'te. Surdışına çıktığımda kendimi çok mutsuz hissediyorum. İstanbul'da doğup büyümemiş olmama rağmen 'İstanbul aşığıyım' diyebilirim. Çok seviyorum. Şu tarihi doku bana ilham veriyor, huzur veriyor. Hızlı yaşanan bir yer değil burası. Hani derler ya 'İstanbul'da yaşıyor musun, İstanbul'u yaşıyor musun?' İstanbul'u yaşayanlardanım ben. Bu belki çok lüks gibi durabiliyor ama değil, insanın ne istediğini bilmesi ile ilgili bir şey. Bazı insanların çok şeyim olsun, zengin olayım, mutlu olayım arayışı vardır. Ben bu işin içindeyim, mutluyum. Herkesin kendine göre bir mutluluk anlayışı var.”
Müjgan Hanım'ın Safi'yi açtığı ilk yıllarda yaşanan hareketlilik şimdilerde yok. Birçok dükkân kapanmış. "Dökmeciler caddesi" diye bilinen ve bakırcılık, tenekecilik gibi zanaâtlerin üretim yeri olan bu yerde, art arda çok sayıda işyeri kapanmış. Bunda eskisi kadar turist yoğunluğunun olmaması etkili. Böyle olunca, tarihi dokunun içerisindeki bu dükkân yalnız kalmış. Ama Müjgan Hanım olaya iyi yönünden bakıp “Şu sessizliği, İstanbul'un 500-600 yıl öncesini yaşayabiliyorsunuz,” diyor.
Müjgan Hanım'ın huzuru dükkândan içeri adım atar atmaz insanı sarıyor; radyonun sesi, gündelik hayatta kullanmayacağımız ama bakmanın bile keyif verdiği eşyalar, masasının başında sessizce üretmeye devam eden bir insan...
“Bu kadar konuştuğuma da şükür!” diyen Müjgan İşler'e bırakalım son sözü:
“Mesela hayvanlara bakıyorum, parasız gayet de güzel yaşayabiliyorlar. Ama biz güya akıllı canlılar, parasız kalacağız diye kendimizi yeyip bitiriyoruz.”