Bedenselleşmiş bir cesaretle kapkara kalabalığın içinden iç çamaşırlarıyla geçen bu kadının adı Ahou Daryaei. (Ahu Derya). Çok büyük baskı, zulüm ve karanlığa karşı kadınların cesareti kor gibi yanıyor. “Kadın, yaşam, özgürlük” sesi susmuyor, susturulamıyor. Zorbaların korkusuna karşı kadınların onurlu cesareti… Dünyanın çürük dişini kadınlar çekecek.
Patriyarkanın mavilerle pembelere ayrılmış duygusal paletinde “güç”le ilgili her duygu ve bağlantılı eylem erkeklere tahsis edilmiş. Sözgelimi hem bir duygu hem de bir duruş olarak tanımlanabilecek “onur” kavramı vatanın, ailenin ve mülk varsayılan kadınların namusunun bekçiliği biçiminde erkeklere ayrılmış. “Onurlu bir adam” dendiğinde evet erdemli ve ölçülü ama aynı zamanda, yeri gelince hudutu ve namusu korumak için dünyaları yakabilecek bir adam canlanıyor gözümüzün önünde. “Onurlu bir kadın”la kastedilense öncelikle azla yetinen ve kendisine bırakılmış daracık alanı herhangi bir açıdan ihlal etmeyen kadın oluyor. Cesaret herhangi bir açıdan kadınlara yüklenen bir duygu ve eylem değil.
Halbuki dünya eril güç savaşları, bencillikler, pire için yorgan yakmalar ve kuşkusuz hegemonik erkekliğin korkusu ve nefreti etrafında döndüğü için bu kadar berbat halde. Cesaret, korkunun yokluğu değil, korkuyla yüzleşme eylemi ve bunun onurlu bir biçimi.
Cebindeki son parayla aldığı bir çuval odun ıslandığı için yanmayınca, lastik parçalarını da tutuşturamayınca çocukları ısınsın diye çalıştırdığı saç kurutma makinesini küçük oğluna verip yan odaya gidip kendini asan Emine Akçay mı en derin çaresizliği, umutsuzluğu içinde daha cesur ve onurluydu yoksa intihar ederken eşini ve çocuklarını da katleden erkekler mi? Biri artık kendinde yaşama gücü bulamadığında bile çocukları için belki bir şans olabileceğini düşünerek fön makinesinin ısısından medet ummuştu. Kendileriyle birlikte ailelerini de katleden erkeklerse kısmen aynı çaresizliği yaşadıklarında bile “benden sonra ailemin onuru, namusu” gibi dehşetli bir bencilliği aşamamışlardı.
Cesaret, korku, çaresizlik ya da öfkeyle yüzleşirken bile kendinden başkalarını, hayattan daha büyük bir şeyleri düşünebilme erdemi değil midir?
Tiffany Watt Smith de, çok sevdiğim “Duygular Sözlüğü” kitabında, cesaretin hala ağırlıklı olarak erkeklere atfedilen bir eylem olduğundan bahsediyor. Cesur her eylemin ardından sarf edilen cinsiyetçi sözler de bunu kanıtlıyor zaten. “Azıcık delikanlı ol.” Bir kadın hayatını ortaya koyarak bir cesaret örneği sergilediğinde olmayan taşaklarından bahsedilmesi boşuna değil.
Smith, İngilizce’de cesaret anlamına gelen “courage” sözcüğünün eski Fransızca’daki corage sözcüğünden, onun da Latince’de “kalp” anlamına gelen, insanın tüm duygu, arzu ve niyetlerinin kaynağı kabul edilen “cor” sözcüğünden geldiğini belirtiyor. “Ancak cesaret sadece içimizin ateşiyle ilgili bir mesele değil." Thomas Aquinas’ın dediği gibi cesaret sadece tehlike karşısında sarsılmadan durma ve saldırma arzusuna yenilmeme becerisi değil, aynı zamanda acıya soğukkanlılıkla katlanma sabrıyla beraber umutlu olabilme gücü ve tüm davranışlarımıza içtenlikle ve önemle yaklaşmamızı sağlayan “azamet” hissi. Cesaret korkusuzluk değil; cesaret bir güç gösterisi değil; bir eylemlilik biçimi ve asla erkeklere özgü değil.
Genç bir kadın, Tahran’da kollarını kavuşturmuş, kalabalığın içinden, göz teması kurmaktan kaçınarak değil, kimseye bakmadan, bedenini bir isyan tuvali gibi ortaya koyarak yürüyüp giderken insanda uyanan ilk his ürpertici bir cesaret ve azamet hissi oluyor. Kadınlara saçının telini göstermeyi yasaklayabilen molla rejiminde bu o kadar “büyük” bir hareket, öyle güçlü bir direniş biçimi ki, insan inanmakta güçlük çekiyor. İki yıl önce 22 yaşında bir kadın, Mahsa Amini, başını İslami rejime uygun biçimde örtmediği gerekçesiyle katledildi. İranlı kadınlar iki yıldır ayakta, on yıllardır süren bir baskı, zulüm ve beden tahakkümü rejimine karşı, her an şiddet görme ve katledilme tehdidi altında, yılmadan direnmeyi sürdürüyorlar.
Bedenselleşmiş bir cesaretle kapkara kalabalığın içinden iç çamaşırlarıyla geçen bu kadının adı Ahou Daryaei. (Ahu Derya). Tahran Üniversitesi'nde başörtüsünü İslami usullere uygun kullanmadan, iffetsiz kabul edilen bir kıyafetle dolaştığı için İslami rejimin güvenlik güçleri tarafından saldırıya uğradığı, taciz edildiği, giysilerinin yırtıldığı ve devamında bu şiddeti protesto etmek için “geriye kalan” giysilerinin çoğunu çıkararak yürüdüğü söyleniyor çeşitli haberlerde. Bu yazıyı yazdığım sıralarda rivayet muhtelif ve Ahou’nun akıbeti belli değildi. Rejimin onu deli olarak damgaladığı, bir psikiyatri hastanesine konduğu ya da gözaltında tutulduğu iddia ediliyor. Tüm baskı rejimleri korkuya dayalıdır; en çok da tahakküm altına almaya çalıştıkları kadınlardan ve kadın bedeninden korkarlar. Bu kadar büyük bir protesto sonucunda Ahou’nun başına gelebilecekleri kestirmek imkânsız. Elbette “delilik” diyecekler. Sosyal medyada, özellikle muhafazakâr kesimin bir kısmı, ilgili paylaşımları “akli muhakemesi yerinde olmayan bir kadının belki yarın utanacağı görüntüleri yaymak, soyunmayı özgürlük saymak” vb. gibi bildik ezberlerle linçliyor. Ahou (Ahu), ceylan demek. Korku, baskı rejimleri, siyasal İslam “ürkek” ceylanları sever, kendini ateşin ortasına bedeniyle bırakan cesur kadınları değil. Ahu’nun yaptığı basitçe soyunmak ya da bedenini sergilemek değil, bu korku ve tahakküm rejimine yasaklanmış bedeniyle isyan etmek. Öyle bir isyan, öyle bir gözü karalık, öyle bir “ne olacaksa olsun artık” hali ki, insan bu cesaretin azametinden büyüleniyor. Velev ki deli; onu delirten de bu düzenin ta kendisi. Bu “delilik”te bir irade ve inanılmaz bir göze alış var; utanılacak hiçbir yanı yok. İnsan onun adına endişeleniyor ve her şeye rağmen yaşasın istiyor. Ama onun o karanlığa bedenini siper etmesine saygı duymamak imkânsız. Elbette sahip çıkacağız ve protestosunu paylaşacağız. Çok büyük baskı, zulüm ve karanlığa karşı kadınların cesareti kor gibi yanıyor. “Kadın, yaşam, özgürlük” sesi susmuyor, susturulamıyor. Zorbaların korkusuna karşı kadınların onurlu cesareti… Dünyanın çürük dişini kadınlar çekecek.