Ceset ortada. İki haftadır otopsi yapılıyor. Türlü türlü
analizler ve komplo teorileri. Kaza mı suikast mi? Hâlâ
tartışılıyor. Derken Fenerbahçe-Beşiktaş derbisi de oynandı. Cüneyt
Çakır'ın kötü ve yanlış kararları kazanı iyice kaynattı. Bu ilk
celsede “Zorlu Buluşması”nın neticeleri gibi anlaşıldı. Fatih Terim
de bir tweet attı, ayıkla şimdi pirincin taşını.
Aslında olayları adım adım ele almak daha sağlıklı olabilir.
Fenerbahçe Başkanı Ali Koç, 5 Aralık'ta Türkiye Futbol Federasyonu
Başkanı Nihat Özdemir'i ziyarete gitmişti.
Esasında sayın Ali Koç ile sayın Nihat Özdemir'in bir araya
gelmesinden daha normal bir şey olamaz herhalde. Netice itibariyle
Nihat Özdemir mevcut TFF başkanıdır ve en nihayetinde her başkanla
bir araya gelebilir. Keza Ali Koç ile tanışıklıkları belki de 30-40
yıl olabilir. İş için de bir araya gelmiş olabilirler, özel olarak
da. Ya da Fenerbahçe için.
Zekeriya Alp de o toplantıda olabilir. Buradaki sıkıntının
şahıslar ve onların bir araya gelişinin olduğunu düşünmüyorum.
Riva'da veya Federasyon binasında resmi olarak bir araya gelmiş
olsalardı bence bu konu gündem bile teşkil etmeyebilirdi. Belki de
ben bu yazıyı yazmamış olacaktım. Bütün sıkıntı Ali Koç ile Nihat
Özdemir'le Nihat Özdemir'in özel ofisinde bir araya gelinmiş
olması. O 'gizli toplantı'da Merkez Hakem Kurulu başkanı Zekeriya
Alp'in de olması algıda olağanüstü “karanlık işler”miş gibi yer
etti. Peki gerçekten böyle mi tanımlanması gerekiyor?
Yani Nihat Özdemir'in ofisi Türkiye Süper Ligi'nin akıbetini
belirleyen kararların alındığı kozmik oda mı? Bu mu yani?
Ben çok açık konuşuyorum, Zorlu'daki bu buluşma gerçekten tam
bir skandaldır. Futbolumuzun içindeki bu önemli aktörler bir araya
gelebilir. Ama bu işin 'nasıl yapıldığı' gerçekten hayret verici.
Serdar Ali Çelikler gibi çok önemli gazeteciler bu konuyu adım adım
işledi. Soruyorum, Ali Koç gibi çok önemli bir iş adamının
etrafında bir tane bile medya iletişim danışmanı olamaz mı? Bir
uzman? Çünkü yöneticiler her ne kadar istediği kararı alma
özgürlüğüne ve güce sahip olsa da etraflarında onlara “Ya baba, bak
bu işi böyle yapma! Aman!” diyebilecek, uyarabilecek birileri
olması gerekiyor.
Bu üç adam bir araya gelip Fenerbahçe-Beşiktaş derbisinin
kaderini çizmiş olabilir mi arkadaşlar? Cüneyt Çakır'a bir talimat
verilmiş gibi düşünüp konuşanlar belli ki konuyu hiçbir entelektüel
süzgeçten geçirmiyor. Zorlu'daki buluşmadan dolayı Cüneyt Çakır o
penaltıları çalmamış da, vesaire, vesaire...
O akşamki derbi müsabakasını alalım, sahanın altına pervaneler
koyalım ve maçı Vodafone Park'a taşıyalım. Cüneyt Çakır bu sefer de
belki Fenerbahçe'nin penaltısını es geçecek ve Beşiktaş'ın
penaltılarını çalacaktı. Cüneyt Çakır'ın herhangi bir talimat almış
olabileceğine ihtimal bile vermiyorum elbette ama yaratılan ortam
ve bunun getirdiği algı sizce onu bilinçaltında etkilemiyor
mudur?
Vodafone Park'ta oynansaydı, bu sefer hakem yönetimi de ona göre
olacaktı. Hiç kendimizi kandırmayalım. Hakemlerimiz, Cüneyt Çakır
gibi uluslararası platformda top-class hakemimiz dahil, mekana
göre, konjonktüre göre, ortama göre maç yönetiyor. 'Aman' diyorlar
içlerinden. N'Koudou'nun penaltı pozisyonuna bakıyor, bir an
düşünüyor ve içinden “Aman abi, şimdi arabanın taksidi var, yazlığa
falan da girdik” gibi mali planlamaları geliyor aklına. Dükkân
çalışmaya devam etsin diye mecburen “devam et” diyor. Muhtemelen
içinden, “Ya nasıl olsa Vodafone Park'ta telafi ederim ben” diye
düşünüyordur. İddia ediyorum; ligin ikinci yarısındaki
Beşiktaş-Fenerbahçe maçını Cüneyt Çakır yönetirse kesin olarak bu
sefer Beşiktaş lehine eyyam yapacaktır. Bakın bunu yazın bir
kenara, bunu göreceğiz hep birlikte. Çünkü dediğim gibi
hakemlerimiz mekana göre, ortama göre ve konjonktüre göre maç
yönetmektedirler. Bir yıldan fazladır yazıyorum, usanmadım: Yabancı
hakem şart!
Zorlu'daki buluşma ile alakalı çok büyük iletişim hatası
olduğunu nasıl anlayabilirsiniz, biliyor musunuz? Derbi maçı
öncesinde yarattığı ortam ve algı zaten kamuoyunu belirli bir yöne
doğru kanalize etti. Üstüne Cüneyt Çakır, yapabileceği muhtemel
hataları yapıverdi ve argümanlar bir puzzle'ın parçalarıymışçasına
birleşti bir bir resim çıktı ortaya. Kornerden gelen bir orta
misali arka direkte kendini unutturan Fatih Terim topu içeriye
voleyle vurmuş oldu o tweet'i atarak. Oraya da geleceğiz ama bu,
işin şu andaki mevcut tablosu.
Şimdi bir de şeytanın avukatlığını yapalım: Ya Cüneyt Çakır,
oluşan bu algılar üzerine, kaza eseri Fenerbahçe'nin aleyhine
keskin ve ciddi hatalı kararlar verseydi ve Fenerbahçe derbiyi
kaybetseydi. Ersun Yanal'ın muhtemelen Fenerbahçe kariyeri ve
muhtemelen yarışmacı takıma teknik direktör olabilme kariyeri sona
ermiş olacaktı. Ali Koç ve yönetimi, Fenerbahçe taraftarından çok
ciddi bir protesto ile karşılaşacaktı. Kamuoyundaki algı ise daha
ciddi dalgalar halinde yükselecekti.
Bu sefer de medyadaki bazı sözde gazeteciler şu argümanla şov
yapacaklardı: “Ne olmuş yani buluştularsa, Fenerbahçe'nin aleyhine
hazırlanmış bir algı operasyonu bu” diye ortalığı yıkacaklardı.
Şimdi ise tam tersine argüman koyuyorlar.
Bunu yıllarca söyledim, söylüyorum ve söylemeye devam edeceğim.
Bir iletişim danışmanı ile hareket edin, profesyonel bir yardım
alın. İstemiyor musunuz, iki kere düşünün ve öyle hareket alın.
Bütün bu olaylar derbiyi unutturdu, Fenerbahçe taraftarı
Beşiktaş'ı yendi farkında olamadı. Abdullah Avcı'nın oynattığı kötü
futbolu 'bypass' etti. Ersun Yanal, 'istifa'yı ima ederek
Fenerbahçe yönetimine meydan, hatta bir nevi rest çekti. Gelelim
sonrasında gelen Fatih Terim'in tweet'ine.
Fatih Terim'in attığı tweet tam olarak neydi peki? “Anlaşıldı;
ikinci yarı çok ZORLU geçecek.”
Bunu iki türlü değerlendirebiliriz. Kreativite açısında ayağına
gelen fırsatı fırsat bilip golü atmış olmasıdır. İşin diğer boyutu
ve asıl sıkıntı, var olan kaotik ortamda çıkan yangına daha da
benzin dökmüş olmasıdır. İki şeyi gerçekten merak ediyorum:
Birincisi; bunu hangi niyetle yazmış olduğu. Yani ciddiyetle mi
yoksa sırf kendi taraftarına goygoy olsun diye mi? Malum,
Galatasaray dünya paralar harcayarak transferler yapmıştı sezon
başında ve beklentiler bir hayli yüksekti. Ne 'sportif' açıdan bir
beklentiyi karşılayabildiler ne de 'skortif' açıdan. İkinci yarı
zaten zorlu geçecek. Fatih Hoca emin olabilir. Dünya kadar oyuncu
istedin, alındı, şimdi bu Ocak'ta yeniden transferden söz
ediyorsun.
İkincisi; Fatih Terim bu tür tweet'leri atarken profesyonel bir
yardım alıyor mu? Çünkü biliyorsunuz ki iki yıldır attığı her
tweet'le bir anda gündem olmayı başardı Fatih Terim. Birçoğu da çok
yaratıcı oluyor, pelesenk ve slogan olabilmesi açısından.
Ama bu tweet'in çok ama çok sıkıntı yaratacağını düşünüyorum.
Tutun ki ligin gidişatı ile ilgili hiçbir dış faktör dahil olmadı
ve kendi seyrinde gelişti her şey. Yine de meseleler, varılan nokta
konusunda muhakkak bir yerlere bağlanacaktır ve bu tweet de
dahil olmak üzere yeniden tutulan notlar dökülecektir masaya.
Bunu Radyo Gol'de program partnerim Metin Dirim ile beraber de
çok kez konuşmuşuzdur.
Türkiye'deki futbol iklimi gerçekten çok 'toksik' yani
'zehirli'. Çok sağlıklı şeylere şahit olmuyoruz, çok sağlıklı
söylemleri duymuyoruz ve algılarımız da bu yüzden çok sağlıklı
şekillenmiyor. Güncel konjonktüre göre fikirlerimiz kodlanıyor ve
şekilleniyor. Doğruları söylemek, hatırlamak ve hatırlatmak
mecburiyetindeyiz elbette ama 'doğru' bile manipüle edilmeye
çalışılıyor. Usule uygun olmayan davranışların meşru kılınmaya
çalışıldığı bir futbol ikliminde ne kadar ilkeli ve adil bir zemin
oluşturabilirsiniz ki?
Aklıma bir anda William Shakespeare ile Paulo Coelho'nun cinayet
ile ilgili sözleri geldi. Ben yazıyorum, ilişkiyi siz kurun.
“En kusursuz cinayet birinin yaşama sevincini öldürmektir.”
Paulo Coelho
“Cinayet; yerin bütün toprağıyla örtülse yine kendini belli
eder.” William Shakespeare