YAZARLAR

Anadolu irfanından 'narin' bir pornografiye

Pornografi, porno; açık saçık, edebe aykırı, müstehcen olan istihcan edilen ve buna dair yapılan yayın anlamında. Kötü görme, çirkin sayma, ayıplama anlamlarında istihcan; tam da benim Narin Güran cinayeti ile ilgili olarak yapılanlardan ve buna dair yayınlardan hissettiğim şeyi tanımlıyor: kahpece işlenmiş bir cinayetin üzerinden raiting devşirmeye gayret eden medya maymunları midemi bulandırıyor; istihcan ediyorum onlardan, yaptıklarını müstehcen, pornografik buluyorum.

ŞU ANADOLU İRFANI NEDİR VAR MI Kİ DÜNYADA EŞİ?

Anadolu irfanı; Türk sağının entelektüel şarjörünün en muteber mermilerinden biri. Hadi bütün diğer örnekleri boş verelim, yakın zamanda yürürlüğe sokulan Türkiye Yüzyılı Maârif Modeli başlı başına bu (Anadolu) “irfan”ı düşüncesi üzerine bina edilmemiş miydi -ki aynı kökten gelen iki kelime maârif ve irfan. Usul ve örf bilgisi anlamında. “Allah’ın gizli sırlarına ve eşyânın hakîkatine tefekkür, keşif ve ilham yoluyla vâkıf olma, tevhit ilmini zevk edinme” anlamına geldiğini söylüyor sözlükler. İslâm teolojisi zaten “ilm”in Allah’a ait olduğunu iddia ediyor. Münevver, tenvir edilmiş, nurlandırılmış anlamlarında. Nûr ise, Âlim ile beraber Tanrı’nın sahip olduğu doksan dokuz nitelikten, sıfattan ikisi. İslâm’da Tanrı’nın âlemleri nurlandıran, istediklerini o nurla nasiplendiren anlamında Nûr ve her şeyi bilen, ilmin sahibi olan anlamında Âlim sıfatlarına sahip olduğu kabul edilir. İrfan bir anlamda onun edinilme sürecine tekabül ediyor; maârif ise bu sürecin kurumsallaşmış hâli ile alâkalı. Batı’nın rasyonaliteye ve salt bu dünyaya ait seküler “science”ına alternatiftir ilim; elbette onun mücavirindeki irfan ve maârif de.

Durkheim’ın sun’î ve doğal ayrımı üzerine binâ ettiği hars (millî kültür) ve medeniyet ayrımında Gökalp, medeniyetin sun’î ve bireyin iradî bir tutumunun neticesi olduğunu, kültürün ise bir toplumun kendi ürünü olduğu için doğal olduğunu belirtir. Hars ve Medeniyet’te Gökalp(1), “…hars[ın] yani kültür[ün]; bir milletin toplumsal hayatının ahenktar bir mecmuası yani ortak bir bilinci ya da geçmişi... [olduğunu söylerken] medeniyet[in] ise aynı bölgeye dâhil olan milletlerin toplumsal hayatlarının müşterek bir mecmuu” olduğunu vurgular.

Cemil Meriç kültür kavramının kendisine de muhaliftir: Türkiye’de irfan kavramından vazgeçilip kültürün; umran kavramından vazgeçilip medeniyet kavramının kabul edilmesini dert edinir kendine;(2) ...çağdan çağa, ülkeden ülkeye, yazardan yazara değişen kaypak ve karanlık”(3) bir kavram olarak tanımlar onu. Kültürü irfan ile ikâme eder Meriç. Ona göre Türklerin Avrupa karşısındaki aşağılık duygularından kurtulmak için “kendi irfan hazinelerine” dönmesi gerekmektedir. Demek ki boşa değil, Samihâ Ayverdi’nin irfanı, maârifi bu kadar kafaya takması ve “Memleket dert ve davalarına başını eğmiş bir vatandaşın bilmesi gereken bir gerçek vardır. O da bir ölüm kalım meselesi olarak ele alınması gereken keyfiyetin eğitim ve öğretim politikamız olduğu keyfiyetidir.”(4) demesi. Boşa değil demek ki Yusuf Hoca’nın yeni millî eğitim politikasını eğitim değil de maârif modeli olarak anması.

'ANADOLU İRFANI' NE YANA DÜŞER USTA!

Eni sonu Anadolu irfanı denilen şeyin, “biz bize benzeriz”in idealize edilmiş hâli olduğu -olmaya meyyal olduğu diyelim- açık. Tanıl Bora(5) Anadolu irfanının “…abes bir millî kendine-hayranlığı besle[diğinin]” altını çiziyor- ki doğrudur. Murat Sevinç(6), bir adım daha atmış, “Yaşamın[ın] ilk yıllarından itibaren sorgulamamayı, bilmemeyi, ‘sevgi ve saygı’ sözcükleriyle ambalajlanan sevgisizliği öğrenen; vatan sevgisi dediği şey[in] asla vatanın üzerindekilere, doğasına, insanına dair olmayan, o çok sevdiği vatanın ormanları, suyu yok edilirken, insanına eziyet çektirilirken hançeresini yırtarcasına marş okuyan, giderek vicdansız ve korkak hale gelen” toplumun; “İnandığını iddia ettiği hiçbir şeye aslında inanmayan, sevdiğini iddia ettiği hiçbir şeyi aslında sevmeyen, önemsediğini iddia ettiği hiçbir ilkeyi aslında önemsemeyen, bildiğini iddia ettiği her neyse aslında bilmediğini gayet iyi bilen” insanlardan mürekkep bir toplumun (fertlerinin) irfandan bahsetmesinin bir oksimoron olduğunu vurgulamış. Ruşen Çakır da ekliyor: “Aradığınız ‘Anadolu irfanı’na şu an ulaşılamıyor.” Çakır, “Lütfen daha sonra tekrar deneyiniz!” yazmamış bile; günahı boynuna.

Daltonlar ve Anucur çeteleri arasındaki mafya hesaplaşmasında Haliç Köprüsü’nde infaz edilen Halil Ay’ı; Hamile eşi ve iki yaşındaki çocuğunun gözü önünde infaz edilen Skaljari çetesinin lideri Jovan Vukotiç’i; Antalya’da kocası Savaş tarafından öldürülen Fadim Temirhanoğulları’nı; Ankara’da Sıhhiye Metro istasyonu önünde eşi Döne’yi öldüren Cafer Bozdemir’i; Tekirdağ Malkara’da cinsel istismara maruz bırakılan ve öldürülen iki yaşındaki S.Y’yi ve Türkiye’nin stratejik öneme sahip mahalle/köylerinden(!) Diyarbakır'ın Bağlar ilçesine bağlı Tavşantepe Mahallesi’nde “dış güçler ve onların yerli uzantılarınca”(!) öldürülen Narin Güran’ı ve buna benzer binlerce, on binlerce vakayı hatırlayınca ben de sormak istiyorum: “Anadolu İrfanı” ne yana düşer usta!

ACININ PORNOGRAFİSİ, CİNAYETİN MAGAZİNİ

Pornografi, porno; açık saçık, edebe aykırı, müstehcen olan istihcan edilen ve buna dair yapılan yayın anlamında. Kötü görme, çirkin sayma, ayıplama anlamlarında istihcan; tam da benim Narin Güran cinayeti ile ilgili olarak yapılanlardan ve buna dair yayınlardan hissettiğim şeyi tanımlıyor: Zavallı kız çocuğu için koftiden çığlık atan ekran bebekleri, katilin kellesine ödül koyan iş adamı müsvetteleri; küçük kızın mezarı başında yayın yaparak “takipçi kasan” sosyal medya fenomenleri; ekranlarda rüştünü ispatlamaya çalışan, kendilerine “dedektif” dedirttiren mütekait polis memurları; küçücük çocuğu öldüren ailenin tanıdık olduğunun altını çizen siyasileri; okula gitmesi gerekirken mezara konulan 8 yaşındaki kız çocuğunun tabutuna gelinlik örten yakınları; kahpece işlenmiş bir cinayetin üzerinden raiting devşirmeye gayret eden medya maymunları midemi bulandırıyor; istihcan ediyorum onlardan, yaptıklarını müstehcen, pornografik buluyorum.

Livaneli, “Anasına yaslanmış, yüzünde muzip bir gülümseme, önünde koca bir hayat. Yastığa başını koyduğunda ne hayaller, ne düşler. Belli ki her çocuk gibi kendisini annesinin yanında güvende hissediyor ama aslında yılanlı bir kuyuya düşmüş. İşkence ve ölüm yakında… Doğduğu bölgenin, geleneklerin, şiddetin, kabalığın kurbanı olmuş bir Narin… Narin Norveç’te doğsa güzel bir hayatı olabilirdi.”

Ahmet Hakan(7) “Büyütme gözünde şu Norveç’i be Zülfü Livaneli!” diyerek aklınca sarakaya almış Livaneli’yi. “Lena ve Stine, Norveç’in kartpostal güzelliğindeki bir kasabasında yaşıyordu. İkisi de tecavüze uğramış ve vahşice katledilmiş halde bulundu. Katilleri de doğru dürüst yargılanmadı, adaletsizlik çığlıkları atıldı tüm Norveç’te.” İyi, hadi, hep birlikte derin bir oh çekelim: Norveç’te de küçük kızlara tecavüz edip öldürüyorlarmış.

Acaba Norveç’te gazetesindeki köşesine “Lena Türkiye’de Doğsaydı” başlığını atıp “Narin Güran Türkiye’nin kartpostal güzelliğindeki bir kasabasında yaşıyordu. Vahşice katledilmiş halde bulundu. Katilleri de doğru dürüst yargılanmadı. Büyütme gözünde şu Türkiye’yi” yazacak, yazabilecek kadar ebleh bir gazeteci var mı? Onu da Norveç basınını yakından takip eden Ahmet Hakan Bey’e soralım. Sahi, var mı?

Keyifli günler…


NOTLAR: 

(1) Gökalp, Z. (2020), Hars ve Medeniyet, Bilgeoğuz Yay., (Ed. O. Cengiz). Meraklısı için not ayrıca şu kaynaklara da bir göz atılmasını tavsiye ederim: Gökalp, Z. (1976), Türkleşmek, İslamlaşmak ve Muasırlaşmak (Ed.İ. Kutluk ). Ankara: Kültür Bakanlığı Yay. Gökalp, Z, (1989), Türk Ahlâkı (Ed.Y. Toker, Haz.). İstanbul: Toker Yayınları.

(2) Meriç,C, (1999), Sosyoloji Notları ve Konferansları, İstanbul: İletişim Yay.

(3) Meriç, C. (2015), Umrandan Uygarlığa, İstanbul: İletişim Yay.

(4) Ayverdi, S, (2021), Millî Kültür Mes'eleleri ve Maârif Davamız, İstanbul: Kubbealtı Neşriyatı

(5) Bora, T., “Anadolu İrfanı”, Birikim, 15.05.2024

(6) Murat Sevinç, “Anadolu İrfanı, Anadolu’nun Tam Olarak Neresinde?” Gazete Duvar, 26.03.2020

(7) Hakan. H (2024), “Narin Norveç’te doğsaydı” Hürriyet, 15.09.2024.


Mete Kaan Kaynar Kimdir?

1972 yılında Ankara’da doğan Prof. Dr. Mete Kaan Kaynar, Hacettepe Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisans ve doktorasını aynı bölümde tamamladı. Çalışmalarına bir süre Westminster Üniversitesi, Centre for Study of Democracy’de misafir araştırmacı olarak devam etti. Halen Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Siyaset ve Sosyal Bilimler Anabilim Dalı öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Türkiye siyasî hayatı ve kurumlarının yapısı, tarihsel dönüşümü, işlev ve işleyişlerini konu edinen çeşitli makale ve kitapların yazarlık ve editörlüklerini yapmıştır. Bunun yanında muhtelif gazete, dergi ve haber platformlarındaki güncel yazılarına da devam etmektedir. Mete Kaan Kaynar, Ankara Dayanışma Akademisi Kooperatifi (ADA), Bilim, Sanat Eğitim, Araştırma ve Dayanışma Derneği (BİRARADA), Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) 5 Nolu Şube ve Özgür Üniversite gibi kuruluşların gönüllüsü, Devrim Deniz, Umut Nazım ve Ekin Eylem’in babasıdır.