Anadolu'nun ortasında Zerdüştlük izleri: Oluz Höyük

Oluz Höyük’te ele geçen buluntular Zerdüşt dini ve ateş kültünün erken dönemlerinin anlaşılmasının yanı sıra Kubaba tapınımı hakkında yeni ve çok önemli bilgiler sunuyor. Kazı Başkanı Şevket Dönmez’le Oluz Höyük buluntularını ve yürüttükleri çalışmaları konuştuk.

Google Haberlere Abone ol

İZMİR - Amasya kent merkezinin 25 km. güneybatısındaki Oluz Höyük’te 2007 yılında başlatılan ve kesintisiz olarak devam eden arkeolojik kazılar, tarihsel öneminin yanı sıra dinsel bir boyut da kazanmaya başladı.

Oluz Höyük kazılarında, 2018 yılında bulunan Pers Sarayı kalıntılarının ardından bu yıl da Frig Dönemi’ne ait 'Kubaba Sunağı' keşfedildi. Daha önce bu döneme ait bir dini yapıya rastlanmadığını söyleyen Oluz Höyük Kazı Başkanı Şevket Dönmez, yerleşimin keşfediliş hikâyesini, Kubaba’nın Anadolu’daki yayılımını ve Kubaba tapınımının Friglerle bağlantılı olduğunu kanıtlayan ne tür verilere ulaştıklarını anlattı.

Arkeoloji hayatına 1989 yılında Prof. Dr. Veli Sevin’in kazı projelerine katılarak başlayan Şevket Dönmez, 1991 yılının sonuna kadar Van Kalesi, Van Kalesi Höyüğü ve Bismil-Üçtepe gibi dönemin önemli kazılarında çalıştı. 1991 yılında İstanbul Üniversitesi Protohistorya ve Önasya Arkeolojisi’nden mezun olan Dönmez, aynı anabilim dalında araştırma görevlisi olarak akademik hayatını sürdürüyor.

Oluz Höyük Kazı Başkanı Şevket Dönmez

Arkeolojiye Urartu çalışarak başladığınızı biliyoruz. Oluz Höyük’te kazı yapmaya nasıl karar verdiniz?

Van Kalesi’ndeki yani Urartu başkentindeki kazılar bana bu çok önemli Anadolu Demir Çağı krallığını ve kültürünü anlama ve tanıma fırsatı verdi. Sonrasında ise Karadeniz bölgesinde çalışmaya başladım. Samsun, Sinop, Amasya ve Tokat’ta yüzey araştırmaları gerçekleştirdim.

Orta Karadeniz Bölgesi’nin kıyı kesiminde yer alan İkiztepe’de Erken Tunç Çağı mezarlığının açığa çıkarılmış olması, bu yerleşmenin Anadolu arkeolojisindeki önemini bir kat daha artırdı. Ancak İkiztepe’nin sunduğu bulgular, Orta Karadeniz Bölgesi arkeolojisinin sorunlarını çözmeye, bilinmeyenlerini öğrenmeye yeterli olmadı. Ayrıca, buradaki arkeolojik bulgular pek çok yeni soruyu da gündeme getirdi. İkiztepe’de Erken Kalkolitik Çağ’ın sonlarında ilk iskân edenler kimlerdi, nereden gelmişlerdi, Hitit Dönemi’nde İkiztepe neden ıssızlaşmıştı ve niçin İkiztepe uzun Demir Çağı sürecinde yalnızca Geç Demir Çağı’nda yerleşim görmüştü? İkiztepe kazılarında 14 yıl bilfiil kazı heyetinde görev yapmış ve çalışmış bir bilim insanı olarak bu soruların yanıtlarının orta Karadeniz bölgesinin kara kesiminde ya da başka bir deyişle kuzey-orta Anadolu’da bulunduğunu daima hissettim. Böylece 2007 yılında Amasya yakınlarındaki Oluz Höyük kazısına başladım.

‘OLUZ HÖYÜK’Ü 72 YIL SONRA YENİDEN KEŞFETTİK’

Oluz Höyük’ün keşfediliş hikâyesini anlatır mısınız? Bu yerleşimin Karadeniz coğrafyası için önemi nedir?

Alman asıllı Amerikalı Arkeolog H.H. Von Der Osten, orta Anadolu ve orta Karadeniz yüzey araştırmaları sırasında, Zile-Amasya yolu üzerinde, Göynücek ilçesi yakınlarındaki, Alman bir aileden ve onların çiftliğinden bahseder. 1926 yılının Ağustos ayının ortalarında 33 yıldır yörede yaşayan bu aileye misafir olan Osten ve ekibi, çiftlikte bir gece kalırlar. O geceyi hasta bir şekilde geçiren Osten, çiftlik sahiplerinin yakın çevredeki arkeolojik yerleşme ve kalıntılarla ilgili verdikleri ihbarları da kendisini iyi hissetmediği için değerlendiremez ve bu durumdan da üzüntüyle bahseder. Buna karşın Amasya’ya giderken Oluz Köyü yakınlarındaki ovada oldukça büyük bir höyüğü ziyaret eder. Ben de Osten’in ziyaretinden 72 yıl sonra bölgede yaptığım yüzey araştırmaları sırasında Oluz Höyük’ü yeniden keşfettim ve arkeoloji literatürüne kazandırdım.

280 metre çapında ve ovadan yüksekliği yaklaşık 15 metre olan Oluz Höyük’te bugüne değin saptanan 10 yerleşme katmanı, Kalkolitik Çağ’dan, Helenistik Dönem sonuna kadar yaklaşık 4 bin 500 yıllık uzun bir süreci içeriyor. Bunlar içinde Pers, Frig ve Hitit tabakaları dinsel özellikleri ile ön plana çıkmakta. Höyük, bugüne değin açığa çıkan bulguları ile Amasya tarihindeki -mişli geçmiş zaman unsurlarını -dili geçmiş zamana dönüştürmeye başlayan çok önemli bir merkez.

Kubaba heykelciği parçası.

‘KUBABA, FRİG HALKININ DİNSEL YAŞAMININ EN ÖNEMLİ FİGÜRÜ’

Geç Hitit devrinde Kubaba tapınımını özellikle Karkamış ve çevresinde görünüyor. Peki, kökeni konusunda nasıl bir bilgiye sahibiz?

Kubaba’nın kökeni Anadolu’nun tabiatperest inanç sistemine değin uzanır. 'Tabiat Ana', 'Doğa Ana' olarak Neolitik Dönem’de figürinlerle görsel biçimde karşımıza çıkan ana tanrıça, Hitit Dönemi’nde 'Kubaba' ismiyle ve aslında çok da önemli olmayan bir tanrıça olarak görünmektedir. Hatta söz konusu bu dönemde herhangi bir betimi yoktur. Frig dini ise çok tanrılı gibi görünse de gerçekte bu durum tartışmalıdır. Bereket, doğa ve toprak tanrıçası Matar/Mater (Ana), gücü ve karizmasıyla panteonu domine eder görünümdedir. Kızılırmak havzası, güney-güneydoğu Anadolu ve kuzey Suriye’de 'Kubaba' olarak anılan Matar, Frig resim sanatında betimlenmiş tek tanrıçadır. Kubaba, Frig halkının dinsel yaşamının en önemli figürüdür. Anadolu kökenli olmayan ve bu coğrafyaya M.Ö. 13. yüzyıldan itibaren girmeye başlayan Friglerin, Midas Dönemi’ne değin Kubaba ile ilgili bir tapınımları olmadığı anlaşılmaktadır.

Karkamış kenti, Kubaba’nın tapınım ve büyük saygı gördüğü Hitit yerleşmelerinin en başında gelmektedir. Erken dönem kazılarında bulunmuş Kubaba kabartmaları, bu duruma işaret eden önemli bulgulardır. Gordion ve Karkamış kentlerinin kültürel ve en önemlisi de dinsel bir etkileşim yaşamış oldukları anlaşılmaktadır. Bu bağlamda Kral Midas ile etki alanını Kızılırmak Havzası ve Kilikya Bölgesi’ne yani Geç Hitit coğrafyasına değin genişletmiş olan Friglerin, Karkamış tanrıçası Kubaba’ya, 'Mater Kubileya' olarak tapınmaya başlamış oldukları düşünülebilir.

Kubaba’nın Anadolu’daki yayılımı hakkında arkeolojik veriler bize neler söylüyor?

Neolitik Dönem’in ilkel din anlayışından semavi dinlere uzanan tarihsel süreçte büyük saygı gören ve tapınılan ana tanrıça, her dönemde Anadolu’nun en önemli ve en eski tanrıçası olmuştur.

Friglerin Matar, Mater, Matar Kubileya dedikleri ana tanrıça, Asur Ticaret Kolonileri Çağı, Hitit ve sonrasındaki Geç Hitit coğrafyasında Kubaba, Lykia’da Kybebe olarak adlandırılıyordu. Eski Yunanların Kybele, Romalıların ise Magna Mater (Büyük Ana) olarak isimlendirdikleri ana tanrıça ile ilgili bulgular son yıllarda daha çok Kızılırmak Havzası ve yakın çevresinden geliyor.

‘OLUZ HÖYÜK KUBABA HEYKELCİĞİ FRİG SANATINI YANSITIYOR’

Oluz Höyük kazı çalışmaları sırasında ele geçen Kubaba’nın, Ordu’da Kurul Kalesi’nde 2016 kazı sezonunda bulunan heykel ile benzerlikleri ve farklılıkları neler?

Kurul kalesi, Karadeniz arkeolojisi için askeri ve dinsel açıdan çok değerli bulgular ve bilgiler sağlayan bir yerleşme durumuna geldi. Buraya gerçekleştirilmiş bir saldırı sonucunda yangın enkazı içinde kalmış olmaları Kurul kalesi bulgularının, günümüze ulaşmalarını sağlamış gibi görünüyor. Kurul kalesinde in-situ bulunmuş olan tahtında oturur durumdaki Kybele, gerçekte Kubaba’nın Yunanlaşmasını da yansıtmaktadır. Özellikle Anadolu’nun kıyı bölgelerinde M.Ö. 7. yüzyıldan itibaren gerçekleşmeye başlayan Yunanlaşma ve sonrasındaki Romalılaşma sonucunda Kybele’nin ortaya çıktığını biliyoruz. Bugün yanlış bir şekilde Kubaba ve Matar, arkeoloji ve tarih yazımında çoğu kez 'Kybele' adıyla tanınıyor.

Oluz Höyük Kubaba heykelciği MÖ 6. yüzyıla ait olup, stilistik açıdan Frig sanatı özellikleri yansıtır. Kurul kalesi Kybele’si ise MÖ 1. yüzyıla tarihleniyor ve Yunan heykel sanatı etkisinde. Kızılırmak havzası Demir Çağı kültüründe Kubaba betimlerinin kent kapıları girişinde yer aldıkları görüyoruz. Boğazköy-Büyükkale, Ovaören ve Kerkenes Dağ’da keşfedilen heykel ve idoller bunun en güzel örnekleri. Kurul kalesi Kybelesi’ni Anadolu kültürüne bağlayan en önemli husus belki de onun da kent kapısına yakın bir yerde, kenti koruyan özelliği ile bulunmuş olması.

Kubaba heykelciğini tamamlama denemeleri

 

‘KUTSAL ALAN, ZERDÜŞTİLİĞİN KÖKLERİNE İNMEMİZİ SAĞLADI’

Kazıda ele geçen tapınımda Friglerle bağlantılı olduğunu kanıtlayan ne tür verilere ulaştınız?

Oluz Höyük Kubaba Sunağı, 2010 döneminde ortaya çıkmaya başladı. Yapı, kareye yakın bir plan veren bölümüyle dikkati çekiyordu. Kazılar ilerledikçe ön kısmında zemini taşlarla döşenmiş bir avlusu bulunan değişik planlı bir yapı açığa çıktı. İçindeki taşların yoğunluğu yapının anlaşılmasını güçleştiriyordu. Bu arada yapıda Kubaba heykelciğinin alt kısmına ait bir parça bulundu. Bu heykelcik parçası açık bir şekilde Boğazköy Büyükkale ve Ankara Bahçelievler Kubaba heykelleri ile stil açısından benzerlikler taşıyordu. Yapıya kimlik kazandırma ve fonksiyon belirleme noktasında heykelciğin çok yardımı oldu. Bu bağlamda yapının bir tapınak olabileceğine dair ön değerlendirme içeren bir yayın yaptım. Sonrasında yapı üzerinde ve yakın çevresinde geliştirdiğimiz detaylı çalışmalarda burasının tapınaktan ziyade bir sunak olabileceğini düşünmeye başladım. Yapı bir kapalı mekana sahip değildi, kare görünümlü kısmı ise taşlarla dolu masif bir görünümdeydi. Bu da Frigya Bölgesi’nde görülen kaya sunaklarının taştan bir örneği ile karşı karşıya olduğumuzu gösteriyordu.

Kubaba Sunağı’nın hemen batısına inşa edilmiş olan bir Ateşgede ve erken Zerdüşt Dini Kutsal Alanı, bugün de yaşayan bir dünya dini olan Zerdüştiliğin köklerine inmemize fırsat veriyor. Ayrıca Kubaba sunağının çevresinde yapılan çalışmalarda ele geçen delinmiş koyun parmak ve aşık kemikleri, söz konusu yapının kutsallığına ve sunak işlevine işaret eden çok önemli arkeolojik bulgular. Romalı yazar Apuleius, hayatının bir büyü sonucu eşeğe dönüştüğü bir sürecini anlattığı 'Metamorphoses' ('Başkalaşımlar') adlı eserinde heykelini bizzat sırtında taşıdığı Romalıların DeaSyria adını verdikleri Atargatis adlı tanrıça ile ilgili törenlerde yaşadıklarını anlatır. Pek çok yönü nedeniyle Kubaba ile özdeşleştirebileceğimiz DeaSyria ile ilgili ayinlerde zikir benzeri gösteriler yaparak kendilerinden geçen rahiplerin bedenlerini, kan gelinceye kadar koyunların parmak kemiklerinin bağlanmış olduğu püsküllü kamçılarla dövdüklerinden bahseder.

DeaSyria ayinlerinin Önasya ana tanrıçalarının gelenekselliğinden temel almış olabileceği düşünüldüğünde, Kubaba tapınağı ve yakın çevresinde ele geçmiş olan delinmiş koyun parmak kemikleri ile aşık kemiklerinin Apuleius’un tanık olduğu ayinlerin benzerinin Oluz Höyük’te, belki de tapınak çevresinde gerçekleşmiş olabileceğine işaret ettikleri kanısındayım. Bu bağlamda, Oluz Höyük Kubaba sunağı ve yakın çevresinde bulunmuş olan delinmiş koyun parmak kemikleri ile aşık kemiklerinin Kubaba ile ilgili olabilecek ayinlerde kamçılara bağlanıp kullanılmış nesneler olabileceği düşünülebilir.

‘HÖYÜKLER TARİHSEL SÜRECİN GERÇEK BELGELERİDİR’

Son olarak, Oluz Höyük’te yaptığınız çalışmalarda gelecekte nasıl bir çalışma programı öngörüyorsunuz?

Oluz Höyük kazıları, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün kazı çalışmalarının 12 aya yayılması projesine dahil edildi. Bu önemli proje ile birlikte kazı çalışmalarının bir ivme kazanacağını düşünüyorum. 2009 yılından itibaren Oluz Höyük kazı çalışmaları Pers ve Frig dönemleri tabakalarında genişleyerek devam etti. Bundan sonraki süreçte Anadolu’da ilk defa bir Pers yerleşmesi çok geniş alanlarda açığa çıkarılacak ve kalıcı arkeolojik değerleri korunarak teşhir tanzim projeleri hazırlanacaktır. Bu süreçte Kubaba Sunağı’nın konservasyon ve restorasyon çalışmaları da gerçekleştirilecektir.

Oluz Höyük, Anadolu’daki binlerce höyükten biridir. Anadolu höyükleri ister kazılmış ister kazılmamış olsun ülkemizin yaşamış olduğu tarihsel sürecin gerçek belgelerini barındıran anıtlardır. Bunların kalıcı arkeolojik değer taşıyan unsurlarını korumak ve gelecek kuşaklara aktarmak zorundayız.

Oluz Höyük A açması