Kerbela’nın şehidi Hüseyin, dili Zeynep
Bugün 10 Muharrem. Hüseyin şehit oluyor ve Fırat suyu hala kan akıyor.
Kelime Ata [email protected]
Şehitler Şahı İmam Hüseyin, oğlu Zeynelabidin’e şöyle vasiyet etti:
“Ey, aziz oğlum! Ümmetimin iyi insanlarına selamımı yetir, onlara söyle. Ne zaman bir mazlum ve bir garip görürlerse benim garipliğimi ve mazlumluğumu hatırlasınlar, unutmasınlar”
Bu vasiyetin üzerinden tam 1336 yıl geçmiş. Onu seven ümmeti kaç yüz asırdır Muharrem ayı geldiğinde onun garipliğini ve mazlumluğunu hatırlayıp gözyaşı döker, karalar bağlayıp, yas tutar. Her yıl bu acı tazelenir, nesilden nesile aktarılır.
Hüseyin, sadece Muharrem ayında hatırlanmaz… Su içilirken ismi yad edilir; el, başın üstüne konulur ve ‘Ya Hüseyinnnn’ denilir. Hüseyin incinecek diye her daim kahkaha atmaktan kendini men edenler dahi çoktur. “Nefsine uyup da kahkahayla gülme/ Ehli beyt yastadır kana baksana” diyerek… Fırat suyunun hala kan aktığına inanarak…
Bir matem ne kadar sürer; kırk gün mü, bir yıl mı, 100 yıl mı? Nazım Hikmet bir ömür biçmiş ve “En fazla bir yıl sürer- yirminci asırlarda- ölüm acısı” demiş. Oysa Hüseyin’in matemi sonsuzluğa demir atmış gibi… Kadim bir acı; ezeli ve ebedi.
Çünkü, her devrin bir Yezid’i, dolayısıyla Hüseyin’i var.
Kerbela, 680 senesinde İmam Hüseyin ile 72 yoldaşının bir “musibet sahrası”nda Yezit’in askerlerinin oklarıyla delik deşik edildiği bir tarihsel gerçekliğin ötesinde anlama sahiptir. Kerbela, hak ve batıl arasında, ikrar ile ikrarsızlık, sadelik ve şatafat, debdebe, adaletle-adaletsizlik, cesaret ve korkaklık karşısında bir tavır almadır. O, “hem bir merhale hem menzil”dir. Zulmün sınırlarını gösterdiği gibi direnişin ve sabrın sınırlarını da öğretir. Vahşi, ahlaksız, çığırından çıkmış, zulmünde ölçüsünü kaybetmiş bir güce karşı öleceğini bile bile direnebilmektir. Dolayısıyla zaman ve mekan değişir, Yezitlik ve Hüseyinlik baki kalır. Her yer Kerbela, her gün Aşura olur.
Bu yası, asırlar boyunca sürdürenlerin derdi, cennet köşesinden bir yer kapmak değildir. Altından ırmaklar akan, ‘tertemiz eşlere” kavuşulan, “ince ve kalın ipekten yeşil giysilerin” giyildiği, yemişleri ve gölgesi sürekli cennet için sine dövülmez, aç kalınmaz. Bir duruştur Kerbela… O yası tutan cennetin yoluna düşmez, Kerbela’nın çöllerine atar kendini; Hüseyin’e yeniden yeniden ikrar verir, “yaraların bende ya Hüseyin” der, “buradayım, yanındayım, seninleyim” der.
Kim ki Kerbela’da Yezid’den yana saf tutar, işte o “kandan sürme” çeker gözlerine; kör olur. Kim ki, gözyaşı döker, merhamet ve rahmet bahçesini sular; Hüseyni olur, insan olur.
Cümle belanın toplandığı Kerbela’da Zeynep olmak da vardır.
Çile abidesi, Fatıma’nın öksüzü, Ali’nin yetimi Zeynep…
En az ağabeyi kadar cesur;
Yedi kardeşini, üç yeğenini, iki oğlunu Kerbela’nın susuz çöllerinde kaybeden;
Başı gövdesinden ayrılmış Hüseyin’in toza belenmiş vücuduna bakıp “Allahım, bu kurbanı bizden buyur” diyecek kadar şahadetine sahip çıkan Zeynep…
O Zeynep ki, kolları kesilmiş Celal Abbas’ı, delik deşik edilmiş Ali Ekber’i, muradı yarım kalmış eli kınalı Kasım’ı, süt çocuğu Ali Asgar’ı ‘musibet sahrası’nda Yezid’in zulmüne kurban verendir.
Kesilmiş başların mızraklara takıldığı, Ehlibeyt kadınlarının çıplak develere bindirilerek şehir şehir dolaştırıldığı o “esirler kervanının komutanı”dır.
Muaviye’nin Yeşil Sarayı’nda davullar çalınır, ziyafet sofraları kurulur, köçekler oynatılırken, Yezid taraftarları zevk ile kendinden geçmiş, İmam Hüseyin’in kesik başını bir tepside sergilerken Yezid’e hitaben, şöyle haykırır:
"Ey Yezid!
Bizi aç ve sefil bıraktığına, bizim varlığımızı tehlikeye soktuğuna mı inanıyorsun gerçekten? Bağlanmış ve zincire vurulmuş halimizle huzurunda bizi el pençe divan durdurmakla bizi zavallı tutsaklar durumuna düşürdüğüne ya da bu yolla bizim üstümüzde egemenlik kurduğuna mı inanıyorsun?
Allah katında bizim itibarımızı yitirdiğimizi, gözden düştüğümüzü, buna karşılık sizin de yüceldiğinizi, şereflendirildiğinizi mi düşünüyorsun? Sizin dış görünüşteki başarınızın yüce şerefinizden ya da üstün konumunuzdan ileri geldiğini mi sanıyorsun? Kibirli ve basiretsiz kılığına bakmadan buna mı dikmişsin gözünü? Dünya âlemi elde ettiğine, bütün cihan üstünde nüfuz sahibi olduğuna mı inanmaya başladın yoksa? Dalavere işlerinizin düzlüğe çıktığını ve ülkenin efendisi, devletin de yöneticisi olduğunu mu sanıyorsun? Bekle, bekle… “
Yani, Kerbela’ya dilini veren, Kerbela’yı var eden Zeynep… Gittiği her yerde zulmü anlatarak hem Yezit’i hem de ona direnen Hüseyin’i canlı tutan…
Sözü, Ali Şeriati ile tamamlayalım:
“Gidenler Hüseynî bir iş yapmıştır, kalanlarsa Zeynep gibi davranmalı, yoksa Yezit’tir”
Bugün 10 Muharrem. Hüseyin şehit oluyor ve Fırat suyu hala kan akıyor.