Seküler kesim siyaseti ve CHP
CHP yönetiminin 'etkilenen' olmaktan çıkarılıp 'etkileyen' olması gerekiyor. Ama yönetimin etkileyen olabilmesi için de etkileyecek bir siyasi vizyona, bir siyasi iradeye ihtiyacı var. Bunun da çerçevesi belli. Yalnızca 'seküler' kitlelere değil, toplumun diğer kimliklerine ve tabii özellikle de 'Kürtlere' sahip çıkarak özgürlükçü ve demokrat bir siyaset üretmesi gerekiyor.
Erol Katırcıoğlu
İçinde bulunduğumuz çağın bir “kimlik savaşları” çağı olduğunu çokça yazdım. Nasıl ki tarihte imparatorluklar yerlerini ulus-devletlere bırakmışlarsa, tıpkı onun gibi ulus-devletler de yerlerini “kimlik toplumlarına” bırakacaklar gibi gözüküyor. İçinde yaşadığımız çoğu kez “milliyetçilik” ya da “mülteciler” sorunu gibi görünen olaylar ise aslında bu gidişin işaretleri.
2008 ekonomik kriziyle baş etmeye çalışan Batılı ülkeler, bunu yaparlarken, farkında olmadan böyle bir yolu da tetiklediler. Her ne kadar bu ülkelerde kimlik sorunları uzunca bir zamandan beri yaşanıyordu yaşanmasına ama 2008 krizinde, özellikle toplumun seçilmiş temsilcilerinin, krizle baş ederken onları seçmiş yoksul kitleler yerine zengin şirketlere destek olmaları “temsili demokrasinin” de altını oymuştu.
Bu gidişten Türkiye’nin etkilenmemesi mümkün değildi ve nitekim 2010 yılından sonra AKP’nin de bu gidişten etkilenerek kendi kimliği olan “Siyasi İslam’a” ciddi bir dönüş yaptığını biliyoruz. Böylelikle de Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana, toplumda farklı kimliklerin varlığına rağmen, ordunun, “seküler kimliğin” arkasında durmasıyla sağlanmış bir siyasi düzen yavaş yavaş çökmeye başladı. Sonuçta, toplumdaki temel kimlikler, yani, “siyasi İslam”, “Kürtler” ve “sekülerler” kendi siyasi partilerinde buluştular. Tabii, toplumun kimlikleri etrafında toplanmasıyla oluşan seçmen davranışı, sandıkta, toplumun “ortak iyi”sinin bulunmasına değil, egemen olan kimliğin “ortak iyi”sinin diğerleri karşısında güçlü olmasına yol açan bir mekanizmaya dönüştü. Böylelikle de Türkiye’de de “kimlik savaşları” başlamış oldu.
Yukarıda kısaca değindiğim gelişmelerin en önemli sonuçlarından biri “seküler kimliğin” başına gelenlerdir diyebiliriz. Çünkü “kimlikçi siyasetin”, “sandığı” toplumdaki kimlik nüfuslarını ölçen bir araca dönüştürmesi, “sekülerlerin” toplumda bir azınlık olduğunun açıkça görülmesine yol açtı. Geçmişte ülkeyi hep yönetmiş olduklarından dolayı kendilerini toplumda “çokmuş gibi” algılamış olan bu kesim bu durumda büyük bir hayal kırıklığı yaşamaya başladı. Gezi, bu hayal kırıklığına bir ilk tepkiydi ama devamında bu hayal kırıklığının geçmesini sağlayacak bir siyasi gelişmeye de yol açmadı.
Türkiye’nin seküler kimliğinin partisi doğal olarak CHP’dir. O nedenle de ülkedeki sekülerlerin nüfus içindeki paylarını bu partinin aldığı oy oranıyla ilişkilendirirsek yüzde 25-30 arasında bir karşılıkları olduğunu söyleyebiliriz. Bu oranın, çağımızın kimlik savaşları ortamında bir iktidar durumuna işaret etmediği ise ortada. Öte yandan, AKP’nin Türk milliyetçileriyle birlikte yüzde 40-60 arasında oy alabiliyor olması bu partinin her zaman iktidar olma potansiyeline sahip olduğunu göstermekte. Çıplak gerçek bu.
Bu gerçek bu kadar “çıplak” olmasına karşın gerçeğin tümü olmadığı gibi sabit de değildir. Çünkü bu gerçek karşısında “irade” diye “siyaset” diye insana özgü bir güç var ve ancak bu güç o “çıplak” gerçeği değiştirebilir. Demek istemem “siyasi İslam” karşısında sekülerlerin yapmaları gereken böyle bir “irade” ve böyle bir “siyaset” üretmeleri gerekliliği.
Peki ama bu nasıl olacak? Şimdiye dek neden siyaset yaptıklarını bile açıkça ifade edememiş, nerede durdukları dahi belli olmayan bir toplum kesimi nasıl böyle bir irade ve siyaset ortaya koyabilir ki? AB yanlısı mı, Batılı mı, demokrat mı, sosyal demokrat mı, ulusalcı mı Kemalist mi olduğuna dahi karar verememiş bir toplum kesimi, ne dediğini ve ne istediğini bilen ve din gibi güçlü ideolojiyi de arkasına alarak siyaset yapan bir kesime karşı nasıl bir siyaset üretebilir ki?
Nitekim üretemiyor da! Bugün CHP’nin bir siyasi parti olarak seküler kitleyi etkilemek ve onları yönlendirmek yerine, bu kitlenin içindeki farklılıklardan etkilenerek yönetilen bir parti görünümünde. Siyaseten gidiş-gelişleri de bundan. Bir gün liberal, ertesi gün devletçi; bir gün demokrat, ertesi gün ulusalcı vs. Örneğin daha dün öğleden önce, AKP’nin “Başkanlık anayasa teklifiyle” ilgili “CHP'nin kapısının açık olduğunu” belirten bir açıklama, öğleden sonra “Başkanlık sistemi önerisinin geçeceği bırakın kapıyı bir anahtar deliği bile yoktur" denilerek değiştirilebilmekte.
Oysa CHP’ye oy vermekten başka bir çıkışları olmayan kitlelerin “liderliğe” ihtiyaçları var. Bu nedenle de CHP yönetiminin “etkilenen” olmaktan çıkarılıp “etkileyen” olması gerekiyor. Ama yönetimin etkileyen olabilmesi için de etkileyecek bir siyasi vizyona, bir siyasi iradeye ihtiyacı var. Bunun da çerçevesi belli. Yalnızca “seküler” kitlelere değil, toplumun diğer kimliklerine ve tabii özellikle de “Kürtlere” sahip çıkarak özgürlükçü ve demokrat bir siyaset üretmesi gerekiyor. AKP ne der, bizi de kriminalize eder mi gibi korkuları bir kenara bırakıp tüm toplumun güvenini sağlayarak AKP’nin bu “kimlikçi” siyasetine son vermek mümkün. Bütün bu nedenlerle seküler kesim içinde siyaset yapanların biraz daha cesur, biraz daha siyasi olmaları gerekiyor.