Donuk, eksik, buruk bir yıldönümü kutlaması: Deniz Lisesi ve Harp Okulu 243 yaşında
Her şey bir yana, Nazım Hikmet, Sulhi Dölek, Bülent Bakan, Sarp Kuray, Seyfi Dursunoğlu, Ali Kırca, Cem Yavuz, Necip Fazıl gibi isimleri çıkarmış; Yahya Kemal, Hamdullah Suphi Tanrıöver ve Bekir Sıtkı Erdoğan gibi ünlü edebiyatçıların ders verdiği okulun mezunları daha zengin bir mezunlar günü kutlama programı hak ediyor.
Abbas Karakaya
Artık olmayan Deniz Lisesi (15 Temmuz’dan sonra kapatıldı) ve Deniz Harp Okulunun (şu an öğrencisi yok) 243. Kuruluş yıldönümü Tuzla, Deniz Harp Okulu yerleşkesinde kutlandı. Bilmem kaç yıldan beri yapılan bir bakıma mezunlar günü diyebileceğimiz bu kutlama öyle kuru, sıkıcı bir formatta yapılıyor ki… Bu yıl da aynısı oldu. İnsan daha iyisini bekliyor, zira denizcilerin eğlenmeyi, içmeyi, incelikler bilen insanlar olduğu hep söylenir. Ve bu doğrudur da. Mesela, Kuzu günü adında bahriyelilerin baharı karşılama, yaza merhaba eğlenceleri vardır. Piknik, şarkı, türkü, taklit ve tiyatronun da olduğu bu kutlama 18 Kasım programları için de esin kaynağı olabilir. Her şey bir yana, Nazım Hikmet, Sulhi Dölek, Bülent Bakan, Sarp Kuray, Seyfi Dursunoğlu, Ali Kırca, Cem Yavuz, Necip Fazıl gibi isimleri çıkarmış; Yahya Kemal, Hamdullah Suphi Tanrıöver ve Bekir Sıtkı Erdoğan gibi ünlü edebiyatçıların ders verdiği okulun mezunları daha zengin bir mezunlar günü kutlama programı hak ediyor.
18 Kasım 2016 Cuma günkü 243. kutlama sinema salonundaki etkinliklerle başladı. Önce en kıdemli mezun konuştu. Konuşmanın tıpkıbasımı yıldönümü için hazırlanan kitapçıkta vardı. Sonra Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülent Bostanoğlu uzun bir konuşma yaptı. FETÖ ile mücadele, deniz okullarının durumu, çevre denizlerdeki gelişmeler, deniz kuvvetlerinin yer aldığı uluslararası ve ulusal görevler ve en son olarak sürmekte olan projeler ve gemi inşa planlarından söz etti. 25 dakika süren konuşma metni kitapçığa alınmamıştı. Deniz kuvvetlerinin son on yılını “her saniyesi hiç de kolay geçmeyen bir fırtınaya” benzeten Bostanoğlu, konuşmasının üçte birini en son başlığa -projelere- ayırarak hangi geminin ne zaman bitirileceğini, hangisinin ne zaman kızağa konacağını, hangi güdümlü mermiyi taşıyacağını anlatmakla geçirdi. Bu başlık ve konuşmanın hemen hemen hepsi aslında Dz. K. K.’nın web sitesine bulunabilecek, deyim yerindeyse harcıâlem bilgilerdi. Anılarını yâd etmeye gelmiş bu insanların elbette merak ettikleri, duymak istedikleri şeyler vardı. Ama onlar bu konuşmada yoktu.
Asrın en büyük karaçalma ve suçlama davalarından biri olan Balyoz davası sürerken hayatlarını kaybeden Yarbay Ali Tatar, Albay Murat Özenalp ve Tuğamiral Cem Aziz Çakmak’ın aileleri ve çocukları için ne yapıldı, ne yapılıyor? Yarbay Ali Tatar adına doğduğu köyde anısına hatıra ormanı oluşturmak için gerçekleştirilen fidan dikme törenine (17 Eylül 2016) deniz kuvvetlerinden katılan oldu mu? Balyoz ve benzeri davalarda mağdur olmuş insanların gönlünü kazanmak için deniz kuvvetlerinin projeleri var mı?
Bostanoğlu’nun fırtınalı geçtiği dediği son on yılın başka bir yıkımı ise Türk denizciliğinin kolektif hafızasını oluşturan mekân ve yapıların yok edilmesidir. Aslında Deniz Lisesinin kapısına kilit vurulması da bu bağlamda görülebilinir. Deniz okullarından mezun subay, astsubay ve hatta deniz erine kadar herkesin hatırasında Kasımpaşa semtinin müstesna bir yeri vardır. Ta Bizans’tan, Osmanlı’dan beri denizciliğin İstanbul’daki kalbi sayılan bu semt şu an tanınmaz haldedir. Haliç, Taşkızak, Camialtı tersaneleri kapatılmış, içindeki tüm malzemeler sökülerek boşaltılmıştır. Tarihi bin yıla yaklaşan bu tarihi yerler yağmaya açılarak Haliçport projesi altında otel, otopark ve marinaya dönüştürülecek. Bizse bunları durdurmaya çalışmayıp sadece seyredecek miyiz? Cezayirli Gazi Hasan Paşa ya da Kalyoncu Kışlası (Osmanlı’nın ilk modern kışlası) önce restore ediliyor dendi. Aylarca kapı, pencere ve çatı örtüsü kaldırılmış halde bekletildi. Beş ay önce bir gecede yerle bir edildi. Bu kadar yüklü tarihi, kültürel mirası korumak, gelecek kuşaklara aktarmak için deniz kuvvetlerin bir projesi yok mudur? Bunlar Türk denizciliğine ağır darbeler, denizciliği, deniz kültürünü geriye götürücü hamleler değil midir? Mezunlarını bu konularda bilgilendirip ortak bir koruma eylemi etrafında bir araya getirmenin, en azından ilk adımlarını atmakta deniz kuvvetlerinin sorumluluğu yok mudur? Ya da hep beraber seyretmekle mi yetineceğiz şanlı geçmişin yok edilmesini, talan edilmesini?
Yunanistan’ın Ege denizindeki statükoyu bozmaya yönelik faaliyetlerini sürdürdüğünü öğrendik, ama Ege’de son on yılda kaç adanın, nasıl, neden kaybedildiğine dair bir tek kelime bile duymadık. Adaları geri almak gibi bir çaba ya da planının olup olduğunu öğrenemedik. Benzer şekilde, 2016 Bahar döneminde Deniz Harp Okuluna bir mescit açıldığını ve akıbetinin ne olacağını da öğrenemedik kuvvet komutanının konuşmasından.
Arkadaşlarını görmeye, eski günleri anmaya, son yaşananlardan sonra buruk bir halde, çoğu destek olmak amacıyla o gün orada toplanmış bahriye zabitleri, deniz okullarının güzide öğretmenleri bu uzun konuşmada kendilerini ferahlatacak bir şey bulamadılar. Salonun konuşmaya bahşettiği alkışın cılızlığı da bunun sadece bir göstergesiydi.
Ama yiğidin hakkını yemeyelim. Sinema salonundaki programın en güzel kısmı devlet opera sanatçıları soprano Dilruba Akgün ve tenor Caner Akgün’ün Deniz Harp Okulu bandosu eşliğinde icra ettikleri denizci marşlarıydı. Öyle ki salonun da iştirak ettiği, bazılarının ayakta eşlik ettiği bu kısa müzik ziyafeti salondan büyük bir alkış aldı. Sanatçıları ve bandoyu benim gibi, ayakta alkışlayanlar da vardı. Keşke bu bölüm daha uzatılsa ve çeşitlendirilseydi. Mesela “Biz her gece Heybeli’de mehtaba çıkardık” ya da “Ada sahillerinde bekliyorum” şarkılarını da duymak isterdik. Ya da “Bahriye Çiftetellisini” de. Yahut bu müzikli bölümden sonra mesela, neden insanların anılarını anlatacağı, şu anki durumlarını, nelerle iştigal ettiklerini paylaşacakları serbest kürsü bölümü yoktu programda?
Tuzla, Deniz Harp Okulundaki bu kutlamanın ikinci artısı ikramlarının bolluğu ve lezzetiydi. 18 Kasım günlerinin geleneksel menüsü (mercimek çorbası, dalyan köfte, iç pilavı, ayran ve samsa tatlısı) geleneği sürdürmenin küçük ama güzel bir örneği idi. Yemek sonrası komutanlık binasında müzede verilen içkisiz kokteyl de güzeldi. Okulun yeni komutan, Balyoz mağduru Tuğamiral İbrahim Özdem Koçer’e bir teşekkür uçuralım buradan. Aslında, sadece okul komutanı değil, okulda bulunduğumuz süre zarfında 18 Kasım programında görevli olsun, olmasın okulun tüm personelinin güler yüzü ve misafirperverliği bizi çok mutlu etti.