Ege adalarına neler oluyor?

Türkiye ve Yunanistan'ın iç siyasi koşulları, iç ve dış sorunları Ege meselelerinin bir çözüme kavuşturulması için şu sıralar hiç de müsait değil. O güzel deyimle, Ege sorunları 'uzun ince bir yol.'

Google Haberlere Abone ol

Faruk Loğoğlu

Arap-İsrail ihtilafı ile Kıbrıs meselesinin yanı sıra bölgemizin çözüme en dirençli anlaşmazlıklarından biri de Türkiye ile Yunanistan arasındaki Ege sorunlarıdır.

Son zamanlarda sıkça konuşulan 'AKP hükümetlerinin Yunanistan’a bıraktığı' ileri sürülen ada ve adacıklar konusu da çok boyutlu bu meselenin ve bu bütünün sadece bir dilimi. Bunların çoğu Türkiye ana kıtasına çok yakın noktalarda. İddia, geçtiğimiz 12 yılda Eşek, Koyun, Hurşit, Bulamaç, Fornoz, Nergizçik, Kalolimnoz, Keçi, Sakarcılar, Koçbaba, Ardacık, Gavdos, Dhia, Dionisades, Gaidhouronisi, Koufonisi ve Ardıççık adalarının Yunanistan tarafından işgal edildiği ve Türkiye’nin buna sessiz kaldığı, hatta – yetkililerimizin buralara pasaportla giriş yaparak - kabullendiği iddiasıdır.

Öte yandan, egemenliği 1933’de Milletler Cemiyeti'ne Türkiye adına zamanın hükümeti tarafından tescil ettirilen Aydın yakınlarındaki Marathi Adası’nda bile 2004 yılından beri Yunan bayrağının dalgalanıyor olması ise durumun duyarlılığını daha da artırıyor.

TÜRKİYE İLE YUNANİSTAN ARASINDAKİ ANLAŞMAZLIKLAR

Şimdi Yunanistan’la aramızdaki Ege sorunlarının önce bütününe kısaca bir bakalım:

1. Karasuları ve kıta sahanlığı alanları, bu alanların sınırlandırılması ve bu işlemle bağlantılı olarak deniz yetki alanlarının belirlenmesine ilişkin anlaşmazlıklar;

2. 1923 Lozan Antlaşması, 1947 Paris Antlaşması ve konuya ilişkin diğer uluslararası belgeler çerçevesinde Doğu Ege Adaları’nın silahsızlandırılmış statüsünün Yunanistan tarafından ihlali;

3. Yunanistan’ın uluslararası hukuka aykırı olarak ulusal hava sahasının 10 deniz mili genişliğinde olduğu iddiası ve Uçuş Bilgi Bölgesi (FIR) sorumluluğunu bu doğrultuda istismar etmesi;

4. 1979-Hamburg Sözleşmesi'yle düzenlenen uluslararası Arama Kurtarma Faaliyetlerinin (SAR) uygulanması bağlamındaki anlaşmazlıklar;

5. Ege’deki bazı adalar/adacıkların yasal statüsüne dair farklı yorumlar.

Bu başlıklar altında yer alan sorunlar birbiriyle bağlantılı karmaşık bir bütün oluşturuyor. Yine bu sorunların ayrı ayrı tarihçeleri, tarafların her biriyle ilgili farklı hukuk anlayışları var. Dolayısıyla çözüm bulmak çok zor. Yıllarca gizli/açık ve devam eden görüşmelere karşın kalıcı bir ilerleme kaydedilemiyor.

Burada ben gündemde olan yalnız son başlığa, adalar/adacıklar sorununa değineceğim. Nitekim daha birkaç gün önce Kardak Kayalıkları'nda iki ülke arasında yaşanan yeni bir sıkıntı duruma açıklık getirme gereğini zamanlı da kılıyor.

CF'LER SORUNUNUN 3 ANA BOYUTU

Resmi söylemde Türk tarafı olarak anılan kara parçaları bazen çok küçük olduğu için “coğrafi formasyonlar” (CF) diyoruz. CF’ler sorununun üç ana boyutu vardır:

1. Konuyla ilgili antlaşmaların yorumuna ilişkin uyuşmazlık,

2. Dolayısıyla CF’lerin kimin egemenliğinde olduğu,

3. Ve deniz sınırlarının belirlenememesinin nedenleri arasında CF’ler anlaşmazlığının olası konumu.

Tartışma konusu olan 1923-Lozan ve 1947-Paris Antlaşmalarıyla ismen Yunanistan’a bırakılmış olan adalar değil. Bunu Türkiye olarak kabul ediyoruz.

Tartışma konusu olan Ege Denizi’nde aidiyeti net bir şekilde tanımlanmamış olan kara parçacıklarıdır.

Gerçi Paris Antlaşmasında Oniki Adalar'a bitişik CF’lerin de İtalya/Yunanistan’a bırakıldığı kaydedilmişse de bunlar ismen sayılmamış. Yani yoruma kapı açılmış. Dolayısıyla Doğu Ege’de CF’ler bakımından egemenlik/aidiyet bağlamında gri bir alan bulunuyor. Buna karşılık Yunanistan böyle bir sorun olmadığını ve bütün CF’lerin kendisine ait olduğunu iddia ediyor. Ege sorunları bağlamında Yunanistan taraf olduğu, Türkiye’nin - Ege sorunlarının çok özel bir konumda olduğu gerekçesiyle - taraf olmadığı BM Deniz Hukuku Sözleşmesi hükümlerinden işine geldiği ölçülerde yararlanmayı da ihmal etmiyor.

150 CİVARINDA TARTIŞMALI ADACIK VAR

Tabii tarafların CF listeleri de farklı. Toplam 3,049 ada, adacık ve kayalıklara ev sahipliği yapan Ege’de resmi kaynaklarımıza göre tartışmaya açık olan 150 civarında adacık ve kayalıklar bulunuyor.

“CF’lerin de deniz alanları vardır” savıyla tartışma deniz sınırlarının belirlenmesi bakımından da ayrıca önem taşıyor. O zaman dikkate alınmamış olmasına karşın bu nokta günümüz koşullarında ciddi bir gündem maddesi oluşturma potansiyelini taşıyor. Diğer bir deyişle, diğer sorunlarla birlikte CF’lerin de Ege’de olası enerji rezervlerinin paylaşımını etkileyecek yönleri olabileceğini unutmamamız gerekiyor.

Tarihi açıdan Lozan ve Paris Antlaşmalarıyla egemenliği/aidiyeti ismen devredilmemiş CF’lerin Osmanlı İmparatorluğunun varisi olan Türkiye Cumhuriyetine ait olduğu savı da tarafımızdan telaffuz edilen bir husustur. Yunanlılar “hepsi bizim” diyebiliyorlarsa, bizim de “hayır, hepsi senin değil” hakkımız haliyle doğuyor.

Hukuk ve tarihin iç içe geçtiği işte böyle karmaşık bir tablo var Ege’de.

SORUN NEREDEN ÇIKIYOR?

Ancak günümüzün sorunu bu ada/adacıklara ilişkin Yunan hamleleri karşısında Türkiye’nin hareketsiz kalmış olması. Yunanistan iddiaları doğrultusunda isimleri yukarıda sayılan yerlere adeta el koymuş, kalıcı tesisler inşa etmiş, resmi kişilerce ziyaretler yapılmış, kamuda buraların Yunan egemenliğinde olduğu algısı yoluyla iddiasını pekiştirmeye çalışmıştır.

Türkiye bu bağlamda 1996 yılında Kardak Kayalıkları krizi sırasında doğru bir politika izlemiş ve kayalıkların Yunanistan’a ait olmadığını fiilen göstermiş ve bu tutumunun arkasında bugüne kadar durmuştur. Fakat bu politika 2004 yılından beri benzer statüdeki diğer CF’ler için maalesef uygulanmıyor. Sorun da buradan çıkıyor.

Kuşku yok ki Yunanistan’ın attığı bu tek taraflı adımlar anılan 17 dâhil, sayıları çok daha fazla olan CF’lerin Yunan egemenliği altında olduğu sonucunu veya bunların Türkiye’ye ait olmadığı sonucunu doğurmuyor. Türkiye bu tezi sürekli kayda geçiriyor. Konu Ege sorunlarının kapsamı içerisinde taraflar arasında görüşülmeye devam olunuyor. Ancak gerçek odur ki Türkiye fiilen çok zemin kaybetmiş durumda.

Öte yandan, iki ülkenin iç siyasi koşulları, iç ve dış sorunları Ege meselelerinin bir çözüme kavuşturulması için şu sıralar hiç de müsait değil. O nedenle Türkiye’nin sakin kamu diplomasisi uygulayarak CF’ler ve Ege sorunları konusundaki tutumunu sürekli dünya kamuoyuna anlatması, sahada ise yeni Yunan oldu-bittilerine izin vermemesi lazım. O güzel deyimle, Ege sorunları “uzun ince bir yol”. Bu konuda emek vermiş biri olarak diyorum ki Ege sorunlarını diplomasiyle, hukuk yoluyla, ikili düzenlemelerle çözmemiz mümkün. Ancak biraz daha beklememiz gerekiyor.