Bir günlüğüne başka bir şey olmak: Yılbaşı ritüeli komedyası
364 gün nefret edilen o ülke için, o gün “mutlu gelecek” hayali dillendirilir; 364 gün bombalanan bir köy için, o gün barış umudu yeşertilir…
Levent Ünsaldı
Toplum dediğimiz şey veya daha doğrusu toplu yaşam, aynı zamanda devasa bir ritüel yığınıdır. Durkheim ince görmüştü… ve haklıydı da. Kolektif bilinç biraz da ve hatta büyük kısmıyla buralarda akmaktaydı. O devasa tazyik de buradaydı; her yerde, her anımızdaydı. Kaçış yoktu…
Yolda, asansörde, merdivenlerden inerken karşılaştığımız bir ‘tanıdık’…
- “Merhaba, nasılsınız?”
-“İyiyim, ya siz?”
Zoraki ve soğuk, yüzde katılaşmış bir gülümseme ve yola devam. Neden yaptım bunu? Onun nasıl olduğu gerçekten umurumda mı? Belki evet, ama ekseriyetle de hayır.
Benim Achille’i (kendi öznelliğimde bir aralar baya bir insanileştirdiğim, köpekgiller familyasından dört ayaklı bir memeli) sabahları gezdirirken o da benzer bir şey yapardı. Mesela kendi türünden bir diğer memelinin ona doğru yaklaştığını gördü mü başlardı hemen bir sinyal yaymaya; oynayan bir kuyruk, hafifçe eğilen bir baş veya vücudun yatay bir şekilde irtifa kaybedişi, hatta bazen tamamen yere kapanma. Deşifre edersek, mesaj şuydu aslında: “Merhaba, sevgili türdeş canlı, dostum ben!” Temas sağlandığında ise bilinen ritüeller devreye sokulurdu işte, arada başka bir ihtilaf konusu yoksa tabii: birbirini koklamalar, yalamalar, her iki taraf da yaşça gençse birbirinin üstüne atlamalar, diğer taraftan bir güç ve iktidar gösterisi olarak da okunabilecek türlü türlü oyunlar…
Toplu yaşamı çok daha yüksek bir seviyede karmaşıklaştırmış biz iki ayaklı memeliler ise günlük karşılaşma anlarımızda her zaman bu kadar heyecanlı olmuyoruz, birbirimizi koklamıyor veya yalamıyoruz (kokunun kendisinin bizde de önemli bir sınır veya kaynaşma işlevini yerine getirebileceğini not etmekle beraber). Achille’in her defasında mahir bir virtüöz edasıyla gerçekleştirdiği o yüksek düzey performansı biz çok daha silik ve asgari düzeyde tutuyoruz: Vücudun çok hafif biçimde, neredeyse istemeyerek muhataba dönmesi, kalıp bir gülümseme ve saniyelik tek bir kuru ifade: “Merhaba, nasılsınız?” / “İyiyim ya siz?”. Meali (her iki taraf için de): Okey, sorun yok, hâlâ dostuz…
İncelemelerimiz göstermekte ki, Anadolu kabilelerinde bu türden ritüellere, ne bu örnekte olduğu kadar ne de köpekgiller familyasında gözlemlenebileceği ölçüde riayet edilmekte. Bu ise, söz konusu kabilelerdeki yaşama oldukça çatışmalı ve gergin bir form vermekte. Örneğin, bir sıra ihlali esnasında, trafikte araya girmelerde veya en temel benlik alanını teşkil eden vücuda temaslarda (misal toplu taşım araçlarında), tek bir ritüel ifade veya jestle (bedensel bir sinyalin de eşlik edebileceği bir “pardon” ifadesi) çözülebilecek çatışmalı anlar, bu kabilelerin kendi sembolik gramerlerinde ‘dik dik bakma’ ifadesinde karşılığını bulan bir tutumla daha da çatışmalı bir pozisyona sürüklenebilmektedir. Konuyu inceleyen bilim insanları, bunun artık bir ‘sapma’ olarak değil de yeni ve şimdiye kadar pek rastlanmamış bir ilişki formu olarak incelenmesi gerektiği kanısındalar. Öyle ki etkileşim ‘oyunu’ burada sanki diğerinin ‘yokluğunda’ oynanmakta. Terimsel bir paradoks olarak görülebilecek bu durum, sadece sosyal bilimcileri değil, hayvan davranışlarını inceleyen etologların da zihnini kurcalamakta. Örneğin, araçların veya yayaların hareket seyrini ve geçiş üstünlüklerini belirleyen bazı kurallar, öteki ‘yok sayılarak’ sürekli biçimde ihlal edilmekle kalmamakta, daha da ilginci, bunlara riayet bile diğer tarafta yine “yok hükmünde” bir tepki doğurabilmektedir. Somutlaştırmak gerekirse, sıklıkla gözlemlenmiştir ki, arkasından gelen bir kadın bireye apartmanın veya asansörün kapısını tutan bir erkek birey (hangi saikle bunu yaptığı bir dereceye kadar önemsizdir), bırakın bir ritüel ifadeyle karşılanmayı (“teşekkür ederim”), başın başka bir yöne çevrilmesi ve gözlerin kaçırılması suretiyle hem yok sayılmakta hem de kendisine potansiyel bir saldırgan muamelesi yapılmaktadır.
Tüm bunların ortak kültürel kodlarda bir karşılığı olduğu ve izah edilebileceği elbette doğrudur. Hatta ve hatta şu dahi yeni değildir: Her etkileşim anı, ritüel ifadelerin varlığı veya yokluğuyla ya da yorumlanmalarıyla, köpekgiller familyasında olduğu kadar insan topluluklarında da bir müzakere anıdır; hem çatışma hem uyum hem de kopuş ihtimalini eş zamanlı olarak içerir. Anadolu kabilelerinde gözlemlediğimiz, belki de bunun en gelgitli en devinim gösteren halidir. Öyle ki burada farklı ritüel performanslar üst üste binebilir, birinden diğerine neredeyse anlık olarak geçilebilir. Örneğin, yakından bakıldığında bu kabilelerdeki “cenaze kaldırma” anları, kendi içinde çelişen bir dizi anı da içerir. Bir yakınlarının acısını iliklerine kadar hissettikleri bu anlarda insanlar, aynı zamanda, hız ve pratiklik gerektiren kapsamlı bir organizasyonu da idare etmek durumundadırlar. Çok kısa bir süre içinde mevta defnedilmeli, gerekli birtakım bürokratik işler hızlıca halledilmeli, gerekiyorsa bunun için tanıdıklar devreye sokulmalı, eşe dosta haber verilmeli, mezarlıktan yer ayarlanmalı, insanların belirlenen saatte orada olmaları için gerekli ulaşım çözümleri sunulmalı, iletişim kanallarının açık tutulması için cep telefonun şarjı hep dolu olmalı, küs olunan akrabaları haberdar etmek ve onlarla merasim esnasına mesafeli bir yakınlık tesis etmek için gerekli özen gösterilmeli, gerekiyorsa pideler yaptırılmalı, ayranlar soğuk tutulmalı, şoföründen, mezarlıktaki görevlilere, imama, orada ellerinde pet şişelerle hazır bulunan çocuklara veya mevtayı yıkayanlara dek bir dizi “aracıya” vermek için de bir miktar para hep hazır bulundurulmalıdır. Bunların her biri birer organizasyon meselesidir ve bir ‘lider’in önderliğini gerektirir (bazen, birkaç etkili figürden oluşan bir lider ‘cuntası’ da idareye ele koyabilir).
Bu lider genellikle mevtanın en yakın akrabalarından biridir ancak her zaman öyle olmak zorunda da değildir. Yaş, dini bilgi veya nüfuzlu olmak gibi kriterler de devreye girebilir. Veya herkesi şaşırtacak şekilde, bu anlarda yeni ve beklenmedik liderler de doğabilir. Daha önce varlığından dahi haberdar olmadığımız veya şimdiye kadar silik bir akrabalık performansı koymuş olan dayı oğlu İzzet, sahneye atılıp idareci hünerleriyle bir anda herkesin saygısını kazanabilir: “Allah razı olsun, İzzet o gün çok uğraştı, her yere koştu.” Burada sinik olan hiçbir şey yoktur, İzzet tüm bunları aynı anda samimi bir acı hissederek de yapar; ama bu, devamında İzzet’in, başka an veya durumlarda faydalanabileceği bir sembolik sermayeyi kendisine devşirmesine de engel değildir. İzzet de yapay olan bir şey yoktur, aynen onun seyircilerinde de olmadığı gibi. İzzet sadece, beklenen kişi olmasa da, doğru yer ve zamanda ve yine doğu katılımcılar önünde doğru kadrajı doğru biçimde koymuş olandır. İzzet, bir kadrajdan diğerine saniyelik bir antraktla bile geçebilir. Çok kısa bir göz teması, yüz ifadesinin ve ses tonunun anlık değişimi, vücudun hafifçe karşıdakine dönmesi, neredeyse fısıldayarak yapılan duraksamalı bir konuşma, en az diğeri kadar gerçek yeni bir hissiyatın, yeni bir durumsallığın habercisi olabilir: “Evi n’apıcaz abi; kat mülkiyeti miydi yoksa irtifakı mıydı? Tapuda sorun çıkartıyorlar da; hani hak geçmesin diye söylüyorum, yanlış anlama da!
Dini bayramlar, yılbaşı tebrikleri, doğum günü kutlamaları, aynen cenaze anları gibi işte bu anlardan sadece biridir. Buraya kadar ilginç olan hiçbir şey yok aslında. Ritüel, adet olduğu şekliyle az çok yerine getirilir ve biter. Burada ele aldığımız kabileler açısından belki de daha dikkate değer olanı, gündelik yaşamının her anında, ritüel addedileni, bir dereceden sonra kesinlikle ihlal kaldırmaz olanı sürekli ve sürekli zorlayan, yeniden tanımlayan, bir ritüel repertuvardan diğerine anlık olarak bu kadar kolay geçebilen ve normatif olanı bu kadar kaygan bir etkileşim zeminine sabitleyebilmiş bir kabilede, bazı anların neredeyse hem “bir vicdan temizlemeye” hem de “bundan sonra olmayacak” saflığına dönüşüyor olmasıdır. 364 gün aranmayan bir akraba, sadece o gün aranır; 364 gün nefret edilen bir arkadaşın o gün doğum günü kutlanır; 364 gün unutulan bir aç, sadece o gün doyurulur; 364 gün boyunca size apartmanda selam vermeyen alt komşu, o gün size selam verir; 364 gün boyunca, her kapıyı tuttuğunuza sizin yüzünüze dahi bakmayan kadın, o gün hafifçe tebessüm eder; 364 gün nefret edilen o ülke için, o gün “mutlu gelecek” hayali dillendirilir; 364 gün bombalanan bir köy için, o gün barış umudu yeşertilir…
364 gün hindi yenmeyen bizim evde o gün kandıra hindisi yenir. Adettendir ama hiç de sevmem hindiyi, çok kuru olur. Ama bugün seveceğim çünkü annem yaptı, çünkü yılbaşı. Mutlu yıllar hepinize, yarın 364 gün boyunca yaptığımızda buluşmak üzere…