Anayasak
"Türk Usulü Başkanlık Sistemi" diye getirilmek istenen sistem, milli iradeden keyfi idareye geçiş demektir, her türlü demokratik denetimden kaçış demektir. "Tarafsız" ilavesi yapılsa da yargı bağımsızlığının bitişi demektir.
Ziya Yergök *
Bugün ülkede insanlarımızın can güvenliğinin, mal güvenliğinin ve hukuk güvenliğinin olmadığı olağanüstü bir dönemde anayasa değiştiriyoruz. Rejim değişikliği endişelerini de içinde barındıran, ülkenin anayasal siyasal sisteminde köklü değişiklikler getiren ve dünyada eşi benzeri görülmemiş olan "Türk Usulü Başkanlık Sistemi"ile ilgili Anayasa görüşmeleri Meclis'te çok gerilimli bir atmosferde devam ediyor. Bugüne kadar görüşülen maddelerin 340-347 aralığındaki oylarla kabul edilmiş olması bu paketin Meclis'ten geçeceği ve referanduma gidileceği seçeneğini güçlendiriyor. Ancak, maddelerin tamamının henüz görüşülmemiş olması, Anayasa ve İçtüzük gereğince maddelerle ilgili ikinci tur oylamanın yapılacak olması ve ardından paketinin tümünün de ayrıca oylanacak olması karşısında bugünden Meclis'te her şeyin bitmiş olduğu sonucunu çıkarmamak gerekir. Ulusal Kurtuluş Savaşı sırasında, ancak savaş gerekleri ile Meclis Başkanı Mustafa Kemal Paşa'ya yetkisini çok sınırlı bir süre için devretmeye razı olabilen Gazi Meclis'in bugün kimi yetkilerini kalıcı olarak bir kişiye devredeceğini düşünmek akla uygun değildir. Sonuç da sağduyunun galip geleceğini beklemek hakkımızdır.
NE GETİRİP NE GÖTÜRECEK?
Önemli konu, görüşülmekte olan bu anayasa değişikliklerinin ne getirip götürdüğü ile ilgilidir. Konuyla ilgili, henüz geniş kitlelere ulaşmasa da değerli akademisyenlerimizin ve hukukçularımızın olayı bütün yönleriyle irdeleyen çok yararlı çalışmaları ve açıklamaları oldu. Şimdiden çok aydınlatıcı etkinlikler de yapılmaya başlandı. Her ne kadar yapılan son kamuoyu araştırmaları halkın yaklaşık yüzde 78'nin Anayasa teklifinin ayrıntısını bilmediğini ortaya koysa da ortada aslında çok karmaşık bir teknik ve hukuki sorun yoktur. Olay, ilkokul mezunu, hatta okur yazar, biraz ilgili ve duyarlı her yurttaşın kolayca anlayacağı ve kavrayacağı açıklıktadır.
"Evet' ve 'Hayır' yanlısı siyasi partilerin yönetici kadroları, milletvekilleri ve örgütleri Meclis'teki görüşmelere odaklandıklarından ve bu görüşmelerin de Meclis TV tarafından yayınlanmaması,ancak vekillerin çok kısıtlı olanaklarla vatandaşa yansıtabilmesi nedeniyle yüzde 78 oranı karşımıza çıkmıştır. Ancak, iki tur görüşmelerin sonunda teklif Meclis'ten geçerse, başta CHP olmak üzere siyasi partiler ve sivil toplum örgütleri sahaya indiklerinde "Evet" cephesinin işi zorlaşacaktır. Zira teklifin içeriğinin bilinmeden sadece parti eğilimleri ve tercihleriyle oylanması daha çok AKP'nin işine gelecektir. Elbette ki,böyle olmayacak, referandum gününe kadar teklifin bütün sakıncaları tüm ayrıntısıyla ortaya konulacak ve sandığa giderken konuyu bilmeyen tek bir yurttaş kalmayacaktır. Ayrıca Referandumda bu kez yüzde 90'lara varan bir katılım oranına da ulaşılacağına inanıyorum. Çünkü bu defa yurttaş, ne olup bittiğini bilerek, yapılanın her hangi bir anayasa değişikliği olmadığının, ülkemiz, demokrasimiz ve cumhuriyetimiz için tüm öncekilerden önemli yaşamsal bir konunun oylanacağının farkında olarak sandığa gidecek ve oyunu bu dikkat ve duyarlılıkla kullanacaktır.
HER TÜRLÜ DENETİMDEN KAÇIŞ
Özet olarak, anayasa değişiklik paketinin içeriğine dönecek olursak, iddia edilenlerin aksine, kesin kanaatimiz odur ki, "Türk Usulü Başkanlık Sistemi" diye getirilmek istenen sistem, milli iradeden keyfi idareye geçiş demektir, her türlü demokratik denetimden kaçış demektir. Kuvvetler ayrılığından kuvvetler birliğine dönüş demektir. "Tarafsız" ilavesi yapılsa da yargı bağımsızlığının bitişi demektir. Bu nedenle buradan demokratik bir Anayasa çıkmayacağı çok açıktır. Çıksa çıksa bir "ANAYASAK" çıkar. Buradan 'Demokratik Devlet' de 'Hukuk Devleti' de çıkmaz,"Parti Devleti"çıkar. Buradan istikrar çıkmaz, "kaos" çıkar. Barış çıkmaz, kavga çıkar. Ayrıca OHAL rejiminde kabul edilecek olursa tıpkı 1982 Anayasa’sında olduğu gibi meşruiyet tartışmaları hiç bir zaman sona ermez. Aksine bu anayasa değişiklikleri kabul edildiğinde bugünkü 'yarım demokrasi' ve 'çeyrek hukuk devleti' günlerini de ararız.
En vahim noktalardan biri de, Cumhurbaşkanının OHAL ilan etme ve kararname yayınlama yetkisi. Anayasa Mahkemesi'nin bu konuyla ilgili son kararında, önceki içtihadından dönerek OHAL döneminde çıkarılan kararnameleri hiç bir şekilde inceleme ve denetleme yetkisi olmadığını açıklaması karşısında sayın Baykal'ın, Cumhurbaşkanı isterse çıkaracağı bir kararname ile anayasayı bile değiştirebilir uyarısı abartı değil gerçeğin ta kendisidir.
NEDEN HEMEN YÜRÜRLÜĞE GİRMİYOR?
Bu anayasa paketinin bir başka açmazı da şudur. Madem bu değişiklik teklifi, anayasaya aykırı olarak sürdürüldüğü kabul edilen fiili durumu hukukileştirmek için yapılıyor. O zaman neden hemen yürürlüğe girmiyor da üç yıl daha bekleniyor?Neden üç yıl daha anayasaya aykırı fiili durum sürdürülmek isteniyor. Bunun haklı, hukuki, makul ve mantıklı bir açıklaması olabilir mi? Elbette ki yoktur. Nedeni hukuki olmaktan daha çok siyasidir. Ülke geleceği değil, siyasi gelecek kaygısıyla yapılan pazarlıklar bu garabete neden olmaktadır.
Gidişat ile ilgili endişeler, ister istemez başka endişe ve kaygıları da tetikleyecektir. Madem, fiili durumu hukukileştirme adına anayasa değiştiriliyor ve anayasaya göre 'tarafsız' olması gereken Cumhurbaşkanının partili olması, parti genel başkanı seçilmesi ve bu sıfatlarla Anayasa Mahkemesi ve HSYK üyelerinin önemli bir kısmını tayin etmesi, OHAL ilan etmesi ve kararname çıkarmasının yolu açılıyor, toplum bunu kabule zorlanıyor, bu değişiklikler yürürlüğe girdikten sonra, yarın "Partili Genel Kurmay Başkanı, partili Diyanet İşleri Başkanı,partili AYM Başkanı ve partili Yargıtay, Danıştay, Sayıştay Başkanı" adımlarının atılmayacağının bir garantisi bulunmakta mıdır?
PARTİ İÇİN DEĞİL ÜLKE İÇİN DOĞRU OLAN
Bütün bu açık ve yalın gerçekler ortaya koyuyor ki, bu anayasa değişikliği ülkenin değil AKP'nin ihtiyacıdır. AKP liderlerinin ileri sürdüğü gibi, bu anayasa girişimi ülke için ikinci bir "İstiklal Savaşı" değil, AKP için bir "İstikbal Savaşı"dır. Ancak ülkeye yaramayacak olan bu adım, AKP'ye de yaramayacaktır. O halde yazımızı ünlü devlet adamı Bismarck'ın şu sözleriyle tamamlayalım: "Parti için doğru olanı değil, ülke için doğru olanı yap. Parti için doğru olan ülke için doğru olmayabilir. Ancak ülke için doğru olan parti için de doğrudur.’’
* Avukat, 22'inci Dönem CHP Adana Milletvekili