Serdar Ortaç hâlâ niye 'Evet Treni'ne binmedi?
'Evet"in adını 'De mi" diye değiştirsek mi acaba? İşte Rıdvan Dilmen'in yaptığı bu! Oysaki hiç yalnız değil, bizim tarihimiz bu tipoloji ile dolu. Dün Kemal Alemdaroğlu, Serdar Ortaç, bugün Rıdvan Dilmen!..
Talat Dede
Aslında benim bu yazıda şu anda yaptığım ayıp. Tersten de olsa bir mahalle baskısı oluşturuyorum. Ya da hazır sessiz sedasız kalmışken, bir şekilde hatırlatmış oluyorum Serdar Ortaç’ı. Oysaki ne hakkım var değil mi? Bir kere devletçi çıkış yaptı, acele edip ön aldı diye adama yapmadığımızı bırakmadık. Devran değişti, rezil oldu, defalarca özür diledi. Yetmedi, yıllardır bir günah keçisi olarak sanat hayatını yürütmek zorunda kaldı.
Henüz ona soran ve bulaşan olmadı. Ama eminim şu anda kara kara düşünüyordur. Bir kere Şeytan, topu sahaya sürdü ve maçı başlattı. Eh, Arda milli futbolcu, Rıdvan abisi pas atmış topa girmemek olmaz. Aykut zorla dahil edilmeye çalışıldığı bu oyunu usta bir manevrayla geçiştirdi ve çok da doğru bir şey yaptı. "Hayır cephesi"ne katılmaktan daha önemli bir ders verdi aslında herkese…
Herkes ama herkes ‘’Evet’ ya da’’ Hayır’ını beyan etme özgürlüğüne sahip. Ama bunu yaparken kamuya açık bir pozisyonda insanların görüşlerini açıklamaya zorlanması hukuken suç, ahlaken de ayıp. Şimdi bende kısmen bu ayıbı Serdar Ortaç üzerinden yapmış oluyorum. Bu yazıdan sonra, herhangi bir şekilde Serdar Ortaç’ın fikirlerini beyan etmek zorunda bırakılmasına şu ya da bu şekilde neden olmuş olursam peşinen özür dilemek isterim. İnanın ona karşı hiç bir husumetim ve düşmanlığım yoktur. Sadece yazmak istediğim mevzuya iyi bir örnek oluşturduğu için mecburen değerlendirmemin içine girdi.
Oldum olası her türden mahalle baskısından nefret etmişimdir. Mahalle baskısının, devlet baskısıyla bütünleştiği durumlar vardır ki eyvah eyvah. Hele kamusal görünürlük anlamında bir pozisyonunuz varsa, ayvayı yediniz. Sıkıysa "Hayır’’ deyin. Tam bu cümleyi yazarken birden aklıma eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün bir zamanlar düştüğü durum geldi. Yanlış hatırlamıyorsam, o zamanlar cevval bir laiklik ve Cumhuriyet savunucusu rektörün üniversitesinde bir konferansa katılıyor. Rektör birden nispet olsun diye Onuncu Yıl Marşı’nı söylemeye başlıyor. Bütün salon ayağa kalkıyor tabii ve mecburen Abdullah Gül de... Sahi, o rektöre ne oldu hatırlayan var mı? Abdullah Gül o dönemde değilse de, sonradan gerçekten ‘’Cumhur’un Başkanı’’ oldu. Acaba eski halini hatırlayıp, bugün yapılanlara ilişkin bir duygudaşlık yapıyor mudur? Ya da soruyu genişletelim. AK parti tabanı eski halleri ile bugünkü durum arasında bir duygudaşlık kuruyor mu acaba?
Sorun şu ki; Biz empati yoksunu bir toplumuz. Hangi pozisyon ve hangi mahalle içindeysek haklılığımız ve mağduriyetlerimiz konusunda en ufak bir şüphemiz bile yoktur kendimizden!
Her zaman çok eminizdir söylediğimizin doğruluğundan ama yine de konuşmayı 'de mi' ile bitiririz. "De mi' nin iki anlamı vardır. Birincisi; gizli olarak aslında kendi söylediğime ben de çok inanmıyorum, ben yalancının tekiyim, bugüne kadar bana ait hiç bir söz olmadı. Büyüklerim ne dediyse hep onlara uydum. “Sen de eşek değilsin ya yüzüme karşı hayır diyemezsin”dir.
Diğeri ise; ben mahallenin bekçiyisim, kuralları ben koyarım. Sıkıysa hayır de ya da aklından ola ki böyle bir şey geçiriyorsan bir daha düşün anlamına gelir.
Ha bir de üçüncüsü var. O da 'mahallenin abisi' ne yaranmak için onun doğrularını ve kurallarını diğerlerine yüksek sesle hatırlatanlar! Genellikle ya somut bir çıkarı vardır ya da kaybedeceği bir şeyler. Bu yüzden de yüksek sesle sürekli bağırır; de mii, de mii! 'Düşündüm de 'Evet"in adını 'De mi" diye mi değiştirsek acaba? İşte Rıdvan Dilmen'in yaptığı bu! Oysa ki hiç yalnız değil, bizim tarihimiz bu tipoloji ile dolu. Dün Kemal Alemdaroğlu, Serdar Ortaç, bugün Rıdvan Dilmen!