Mülteci kamplarında yaşamın dayanılmaz ağırlığı
Hasan “Ne zaman insan gibi yemek yiyeceğim”, diye soruyor bana. Cevaplayamıyorum. Bu soru, kalış süresi uzadıkça, kamp yaşamının fiziksel zorlukların ötesinde ruhsal olarak da kişileri nasıl yıpratabileceğini yankılıyor.
Rakel Sezer*
Kucağımda 2 yaşında Kabil’li bir çocuk, yanımda elimi sıkı sıkı tutan Halep’li 6 yaşında bir kız çocuğu, arkamdan gelen 2’si 6 yaşında biri 8 yaşında Haseke’li 3 erkek çocuğu ile kamptan kreşe doğru 15 dakikalık bir yürüyüşe başlıyoruz. Çocuklar, ağır kış koşulları nedeniyle yaklaşık 10 gündür çadırdan çıkarılmamışlar. Tevekkeli değil, soğuk havaya aldırmadan üzerilerindeki her şeyden kurtulmaya ve parkta koşmaya can atıyorlar.
1 Ocak’ta, Sakız adasının merkezindeki parkın karşısında trafiğe kapalı alışveriş caddesinin köşesinde iki katlı müstakil bir binada, 0-6 yaş arası mülteci çocuklar için Chios Eastern Shore Response Team (yerel gönüllü organizasyon) tarafından bir kreş açıldı. Burayı şu ana kadar yaklaşık 50 aile ziyaret etmiş. Pazar günleri hariç her gün açık olması planlanıyor.
Kampta, Birleşmiş Milletler tarafından yürütülen kışlandırma çalışmaları kapsamında ikişer çadırın paylaşacağı bir şekilde ısıtıcılar konulmuş. Fakat mülteciler, elektrik hatlarında yaşanılan kapasite sorunu nedeni ile zaman zaman elektrik kesintisi ve sıcak su sorunu ile karşı karşıya kalıyorlar. Aralık sonunda yaklaşık 10 güne varan elektrik kesintisiyle birlikte soğuklardaki artış kamp içinde yaşanan hipotermi vakalarının ve hastalıkların da sıklaşmasına yol açmış.
Anneleri beni arkamdan takip ediyorlar. Kreşe varıyoruz. Orada çalışan gönüllüler güler yüzle aileleri karşılıyorlar. Yukarı katta anneler ve çocuklarının birlikte zaman geçirecekleri ortam hazır. Çocuklar önce gönüllüler eşliğinde annelerinin yanında sıcak bir banyo yapıyorlar. Soğuk havadan dolayı bir aydan uzun bir süredir yıkanmamışlar. Çocukların yüzlerini sudan daha sıcak bir gülümseme alıyor. Bir de küvetteki suya atılan oyuncaklarla oynamaları onları sanki eve geri dönmüşler hissi ile sakinleştiriyor.
Kampta büyümek zorunda kalan çocukların psikolojisini fark ediyorum. Bir çatı altında yaşanan Anne-Baba-Çocuk ilişkisi artık çok uzak bir kavram onlar için. Çocuklar annelerinden ihtiyaç duydukları sahiplenmeyi ve koruyuculuğu göremedikleri için onlara olan bağlılıkları da azalmış. Annelerin ise bu durumla başa çıkacak ne güçleri var ne de enerjileri . Çocuklarının tatlı yüzlerine bakamayacak kadar derin depresyon içindeler. Çocukların gördüklerini, yaşadıklarını soracakları, heyecan içinde uzun uzun konuşabilecekleri bir anneleri yok yanlarında.
Çocuklar etraflarında gülümseyerek onlarla oynayan gönüllüleri çok seviyorlar. Bir anneyi fark ediyorum, oyun odasından uzaklaşıyor, sanki çocuğunu orada bırakıp gitmek ister gibi. Koluna giriyorum ve onu oyuna davet ediyorum. Gönüllüler, post-travma konusunda eğitim almış gençlerden oluşuyor. Ailelerin orada bulundukları zaman diliminde onlara sunulan banyo ve oyun aktivitelerinin amacı aslında aylardır yitirilmiş anne-çocuk ilişkisini tekrar inşa etmek ve geliştirmek.
Adaya mülteci akını günlük bazda bazı artışlar gösterse de ortalama haftada 80 kişi olarak devam ediyor. Karşılığında Atina’ya gönderilenlerin sayısı ise bu sayının %10’unun altında. Bu nedenle, adadaki mülteci sayısının gün geçtikçe artacağı ve buna paralel olarak kampta yaşamın süresinin uzayacağını tahmin etmek zor değil. Atina ve diğer Avrupa ülkelerinin sınırındaki kamplarda da durum farklı değil, hatta daha kötü. Ocak ayında, Sırbistan sınırındaki kamplarda soğuktan ölüm vakaları Birleşmiş Milletler yetkililerine rapor edildi.
23 yaşında yaklaşık 7 aydır kampta yaşayan Halep’li Hasan adında bir genç ile kampa yakın, parkta bir yürüyüş yapıyoruz. Bir süre Marmaris’te çalışmış olduğundan Türkçesi oldukça iyi. Gündelik şeylerden bahsetmeye çalışıyoruz, sevdiğimiz ve ilgilendiğimiz şeyleri, unutamadığımız komik olayları paylaşıyoruz, gülümsemeye gayret ediyoruz. Tekrar kampa döndüğümüzde, kamp sakinleri öğlen yemeği için çoktan uzun kuyruklar oluşturmuşlar. Hasan kuyruğa girmek istemiyor. Bariyerlerin dışında bir süre sessiz kuyruğu izliyoruz, yemek sağlayan organizasyon üyeleri ile şakalaşıyoruz. Hasan “Ne zaman insan gibi yemek yiyeceğim”, diye soruyor bana. Cevaplayamıyorum. Bu soru, kalış süresi uzadıkça, kamp yaşamının fiziksel zorlukların ötesinde ruhsal olarak da kişileri nasıl yıpratabileceğini yankılıyor.
*Sakız Adası-Souda Mülteci Kampı