Yürekten bir HAYIR demek yeterli!

Tehdit, kaos ve OHAL’le kendisine dayatılan cambazlığa karşı toplumun göstereceği tavır, siyasi otoritenin işi şansa bırakmaksızın sahneye koyduğu teatralin türünü belirleyecektir. Toplum eğer, şiddet ve iktidar yanlısı kodlarla hareket etmeyi bırakmayıp, kötülüğün alıcısı rolünü üzerinden atmazsa etrafını saran mahşerin dört atlısından kurtuluşunu asla göremeyecektir.

Google Haberlere Abone ol

Hatice Özhan

Kişilerin kendilerini ifade şekillerinin, haklarında ipucu edinmek açısından sembolik bir öneme sahip olduğu mevcut bir gerçekliktir. Doğru ve yerinde hayata geçirilen ifade şekillerinin etkili iletişim için altın değerde olduğu; bu ifade biçimleri içerisindeki sözlü aktarımların düşünce ve tüm ihtiyaçların anlatımında büyük bir yer kapladığı malum olunan bir epistemedir. Bu temsiliyetin, kişi ya da kişiler için söz konusu edilen önemini, toplumlar için söz konusu ettiğimizde toplumların karakteri, ruh hali hakkında tespitlere ulaşırız. Bireylerin kendilerini ifade şekilleri ile toplumların son tahlilde ruh hali, mizacı arasında korelasyon vardır. Pierre Baudelaire, "Bir şeyi nasıl tanımladığın aslında seni tanımlar." derken aslında bu bağı vurgular. Mesela bir toplumda eğer en olumlu bir gelişme, durum, duygu bile dahi şiddet olgusunu çağrıştıran ya da bu olguyla ilintili kavramlarla sıfatlandırılıyorsa, bu toplum hakkında ne söylenebilir? Örneğin çok beğenilen bir ev, elbise, program ve hatta bir yazı için dahi eğer “bomba gibi afet gibi olmuş; yıkılıyor” deniliyorsa böylesi bir toplumun ruhsal yapısı hakkında ne söylenilebilir? Şahsen ben, böylesi bir realite karşısında ürperiyorum. Bu acı realitenin kaynağına inerken buluyorum kendimi! Bunun kaynağında külhanbeyli bir siyaset anlayışı vardır.

FENOMENLEŞEN ŞİDDET

Sevinçlerini şiddet kavramlarıyla pejoratif argümanlarla ifade etme alışkanlığını benimsemiş bir toplumun, anlam dünyasını üzerine inşa ettiği mecranın siyaset alanı olduğu deneyimle sabit olunan sosyolojik bir çıkarımdır. Siyaset olgusunu tüm bünyesine yedirmiş, siyasetle iç içeliğin sonuç itibariyle bireylerini politikleştirdiği ve bir o kadar da muhalefet etme becerisini ortadan kaldıracak düzeyde depolitize ettiği Ortadoğu toplumlarında şiddetin fenomenleşmesi söz konusudur.

Çok kültürlü, etnisiteli bu coğrafyada farklı dinamikler arası çatışmalar, sorunların çözüm yolunu diyalog dışı yöntemlerle giderme tevessülüne giden, kitlesel ölümlerin yaşandığı böylesi bir savaş coğrafyasında şiddetin içselleştirilmişçesine normalleştirilmesi, fenomenleşmesi neredeyse sıradan bir durumun adı gibidir. Bu içselleştirme sistemli bir aptallaşmanın toplum iradesini ele geçirmesine yol açarak, toplumun anti demokratik uygulamalar karşısında sessizliği seçmesine ve iradesini bir altın tepside otoriter cenaha sunması gibi dramatik bir sonuç yaratır. Siyasi otoriteye teslim edilen rıza, otoritece mahiyeti sadece oy sandığıyla ibaret görülen “milli irade”dir. Siyasi otoritenin katalizör arayışını temsil eden “milli irade”den ya da sandıktan çıkan sonuç, demokrasi alameti olacağı yerde, toplumun kaosa sürükleneceğinin bir alameti olan mahşerin dört atlısıdır.

Böylesi bir kaosta tehditler savuran bir hatibin sesi yükselir. “Eğer bu referandum oylamasında başarısız olursak iç savaşa hazırlanın!" diyen bu sesin, insanları sindirmeme ihtimali olabilir mi? Mahşerin dört atlısının teklemeleri altında ezilen bir toplum yaratan böylesi bir siyaset adamlığı ve gerçekliği tehdit ve şantajlarla varlığını koruma telaşına girişmiştir. Bir sokak kavgasında güçlünün zayıf olanın ümüğünü sıkması ya da zayıf olanın güçlüce öldürülmesi misali siyasi iktidar mensuplarının toplumla giriştiği kavganın vaziyeti veya sonucu bu kavgadaki gibidir. Toplumun Türkçü-muhafazakar tayfasınca “heretik” olarak görülen kesimlerin siyasi cinayetlere kurban gittiği, ardı arkası kesilmeyen ölümler nedeniyle katliam panoramasının çerçevesinin geniş tutulduğu bir ülkede mikrofonlardan tehditlerin aymazca yükselmesi hiç şaşırtıcı olmasa gerek. Hiçbir katliamın siyasi sorumluluğunun üstlenilmediği mevcut Türkiye manzarasında, iradesini siyasi mükelleflerine altın tepside sunan toplumun sadık bir alıcı olduğu tekrarla vurgulanmalıdır elbette. Nidalarını “bomba, dehşet” teşbihleriyle ifade eden, sevinçlerini, "milli" duygularını şiddet mefhumunun omuzlarına bir cenaze olarak bırakan toplumun büyükçe bir kesiminin, siyasi iktidarın her türlü tehdidinin sadık alıcısı olarak kalacağından da şüphe yoktur. Toplumun kapısında, şimdiki adı referandum olan yeni bir alım-satım süreci var. Tehdit, kaos ve OHAL’le kendisine dayatılan cambazlığa karşı toplumun göstereceği tavır, siyasi otoritenin işi şansa bırakmaksızın sahneye koyduğu teatralin türünü belirleyecektir. Toplum eğer, şiddet ve iktidar yanlısı kodlarla hareket etmeyi bırakmayıp, kötülüğün alıcısı rolünü üzerinden atmazsa etrafını saran mahşerin dört atlısından kurtuluşunu asla göremeyecektir. Evlatlarını ve tüm sevinçlerini terkine alıp götüren bu atlıların ardından daha çok gözyaşları dökecek, pişmanlıkları dinmemecesine yükselecektir.

Ama bundan öte "Başka bir dünya da mümkün" tabi! Şiddet kodlarından arınmış bir dille daha özgürce konuşan, zehirli sarmaşıklarından kurtardığı ayakları yere daha sağlam basan ve geleceğe daha sağlam adımlarla ilerleyen bir toplum olacaktır. Bu dünyanın insanı olmak için sadece yürekten bir HAYIR demesi yeterli!