Doğulu toplumların ergen çocuk davranışı…
Bilmek, anlamak yüreğe emanet edildiği için duyguların yol gösterdiği sonuçlar kaçınılmaz olur. Yürek sorunların çözümünde gözümüzle gördüğümüze inanmaz, kendi kör gözü ile gördüğüne inanmayı tercih eder. Olmadı pirin eteğini tutmanın kolaycılığına kaçar.
Hasan KAYA
Bir çocuk ile bir yetişkin arasında birçok farklılık sıralamak mümkün olabilir. Ancak temel fark, yine de çocuğun daha çok duyguları ile hareket etmesine karşın, yetişkinin akıl ve mantığı öne alan yaklaşımlar içinde olmasıdır.
Bizim gibi doğu toplumlarında bu farkın bazen silikleşiyor olduğunu kabul ederek devam edecek olursak, çocuğun duyguları ile davranması, pireyi deve yapması, haklılığını kabul ettirmek için yalan söylemesi, göz göre göre "parmağım kör gözüne" diyerek kandırma girişimleri içine girmesi onun çocukluğunun kaçınılmaz karakter özelikleri arasında sayılabilir.
Çocuk, kandırmaya meyilli olduğu kadar, kandırılmaya da açıktır. Genelde üzerinde çok uzun düşünmeden, ince hesaplar yapmadan, kandırmak için çıktığı yoldan kandırılmış olarak döndüğü çok olur. Bunu anladığında ise iş işten çoktan geçmiştir.
Çocuğa haksız olduğunu kabul ettirmek neredeyse imkânsızdır. O her durumda haklıdır. En olmaz davranışlarının bile bir haklı yanı vardır. Üstelik bu haklılık “ama” ile başlayan bir haklılık da olsa, beklediği desteği alamazsa bozulur.
Çocuğun yaşadıklarını, düşündüklerini, anında yüzünden, davranışlarından okumanız mümkündür. Bazen abartılı mimikler, jestler kullanmaktan kaçınmaz. Sevinçlerini olduğu gibi acılarını da abartılı yaşar. Sevinçlerinde havalara uçan çocuk, acılarını ağlayarak, kendini yerden yere vurarak anlatmaktan kaçınmaz. Çocuk, ilgi çekmek söz konusu olduğunda, yetişkinlerin sınırlarını zorlamaktan çekinmez. Ağlaması da gülmesi de abartılı olabilir.
Yaşadıkları ne olursa olsun onların nedenleri çocuğu ilgilendirmez, her şeyi kendisine sunulan sonuç üzerinden değerlendirmeye daha yatkındır. Kıyısında kâğıttan kayıklar yüzdürdüğü bataklık ile sivrisinekler arasındaki bağdan çok, avladığı sinekler onu ilgilendirir. Avladığı sivrisinek sayısı ile çekinmeden övünebilir.
Her durumda yaşadıklarından dersler çıkarması, bir sonuca varması çocuktan beklenmez. O yaşanılanın yeniden üretilmesi anlamına gelen tekrarları sever. Döne döne yaşanmışı anlatır, her anlatımda -öz aynı kalsa da- sözcüklere kendince yüklediği anlamlarla duygusal, abartılı bir dil kullanır ve her anlatımda yeni ekler yaparak yaşanmışlığı pekiştirmeye çalışır.
Kendi yararına olan kuralları dahi çiğnemeyi, onlar yokmuş gibi davranmayı, bazen cezalandırılacağını bilerek görmezden gelir. Çocuk, kuralları sıkıcı, disiplini gereksiz görür; başına buyruk olmayı, aklına eseni yapmayı sever. Mensubu olduğu ailenin imkânlarından habersiz, kendi isteklerine odaklanmış bir yaşamı olur onun.
Çocuğun kendini ifade ederken kullandığı dil, anlatımı rasyonel değildir. Abartılı, detayda kaybolmayı göze alan, hayalleri ile süslediği imgesel bir dildir o. Olabildiğince gerçeği, yaşanmışlığı, detayda ve kullandığı dilin imgesel örgüsü içinde saklar. Çocuk kullandığı dille yetişkini zorlamayı, kendisine karşı olan sabrını, ilgisini sınamayı sever.
İlginçtir, çocuğun davranışlarını belirleyen, onu bir yetişkinden ayıran karakter özellikleri neredeyse birebir doğu toplumlarını anlatır.
Batılı toplumların akılcılığı, serinkanlılığı karşısında, doğulu toplumların duygusal, yüreği öne alan yaklaşımları, gel gitleri sık, kararsız, nerede durduğunu bilmeyen çocukluğunu işaret ederken, bu toplumların içine düştükleri ve çıkmakta zorlandıkları sorunlar sarmalını da bize açıklamaktadır.
Doğu toplumlarının ekonomik gelişmişliğine denk düşen, sınırlı kaynakların çocukça savurganlık ve hesapsız kullanımı, eğitim ve öğrenimin yetersiz düzeyi, yüreğin “gönül gözüm” kör yanılsamasına bırakmak zorunda kaldıkları hayatları yaşanmasını kaçınılmaz kılar. Buna karşılık batılı toplumların ekonomik gelişmişlikleri ile örtüşen bilimsel teknik düzeyleri ile belirlenen aklın ve mantığın yol gösterdiği sistemler içinde bir yaşam sürdürdüklerini görmekteyiz.
Her yaşanılan olaya, aklından önce yüreğini koymaktan yana olan doğulu toplumlar; yaşadıkları acıları pekiştirir, sevinçleri ağız tadı ile yaşamaktan çıkartırlar. Çok güvenilen yürek ve duygusal zekâları, sorunlar karşısında heyecan ve sabırsızlıkla davranmalarını, akılcı çözümler üretmelerini engeller. Böylece çoğu zaman çözüm yerine çözümsüzlük üreterek yaşamlarını kendi elleri ile zora sokarlar.
Yüreğe mistik bir anlam yükleyen doğu toplumlarının, yürek adamları hep makbul, ozanları önde, düşünürü ise pek fazla olmamıştır. Zaman içinde çıkmış, üç beş düşün insanının başına gelenler, pişmiş tavuğun başına gelenlerle neredeyse eştir. Belki bu yüzden olacak, doğu toplumlarında aklı ile övünene pek rastlanmaz, yüreği ile övünen övünenedir.
Bilmek, anlamak yüreğe emanet edildiği için duyguların yol gösterdiği sonuçlar kaçınılmaz olur. Yürek sorunların çözümünde gözümüzle gördüğümüze inanmaz, kendi kör gözü ile gördüğüne inanmayı tercih eder. Olmadı pirin eteğini tutmanın kolaycılığına kaçar.
Doğuda yüreğin gönülsüzce kabul ettiği, gönlünce yaşamasına engel gördüğü demokrasi, evrensel hukuku dışlayan, öteleyen, yürek ve duyguların öne çıkardığı din ve ahlak kurallarına sığınma, kandan beslenen, onun şekil ve anlam verdiği anlayışlara sarılma kaçınılmaz olur. Bunun doğal sonucu, kendinden olmayanı ötekileştirmek, düşman ilan etmektir.
Bu noktada akılcı çözümlerin, evrensel değerlerin kendine yaşam şansı bulması zorlaşırken, onlar, üzerinde bolca konuşulan, ilkelerden uzak, insafa kalmış bir hümanizma olarak kalırlar.