Yaşam sokaklardadır
İnsanın en temel gereksinimlerinden olan barınma ihtiyacının karşılandığı evler, kentlerin yapı taşı ve sosyalleşmenin de ilk aşamasıdır. Ancak insan, toplumsal gerçekliğini evde değil sokaklarda oluşturur.
Ümit Çelik
Gözlerimizi akıllı telefonlarımızdan veya tabletlerimizden ayırıp çevreye bakmayalı ne kadar zaman oldu? Evlerimizin dışında da içinde de gözlerimiz için milyonlarca farklı görüntü ekranlardan akarken medya dünyası ve internetle kurulan ilişki, algılarımızı kolaylıkla şekillendirmekte, yüz yüze iletişim ve bedensel temasın eşlik ettiği sosyal etkileşimler gittikçe tükenmektedir. Bunu destekleyen en güçlü unsurlardan biri de yaşadığımız kentlerdir.
Kentler oluşturulurken ilk olarak insan eliyle doğal coğrafya bozulur ve şekillendirilir. Böylelikle tabiatın bozulması süreci başlar. Tabiat bozulurken insan özünü, geldiği kaynağı hatırlayabileceği unsurlardan uzak kalır. İkinci olarak da kent planlaması ile tabiata ait parçalar tamamen planlamayı yapanın estetik anlayışına göre kentin çeşitli yerlerine serpiştirilir. Kentte tabiatın yeri ve önemi estetikten öteye geçemez hale gelir. Bunun yanı sıra kentlerin ana bileşenlerini asfalt, beton, çelik, pet şişeler, tenekeler oluşturur. Bütün bunlar ölüdür, hiçbiri doğaya ait değildir ve doğadaki dönüşümleri çok uzun zaman almaktadır. Derelerin şırıltısından, rüzgârın uğultusundan, kuş seslerinden uzak, topraktan, böceklerden yalıtılmış, kendi besinini üretemeyen, plastik ağaçlar ve çiçeklerle donatılmış bir kentte canlı yaşam bulamayız. Ekranlardan başımızı kaldırdığımızda kentte gördüklerimiz gökdelenler, köprüler ve otoyollardır. Bunların hiçbiri insan algısında yaşamı sembolize etmez.
Kent yaşamı, doğayla binlerce yıllık ilişkinin genetik bilgisini taşıyan, kendi besinini bulma ve üretme bilgisine genetik olarak sahip insan için korkunçtur. Besinimizi üretme becerisinden yoksun bırakıldığımız için sürekli kıtlıkla, yoklukla korkutulurken bu korku ile kentlerde evcilleştirildik ve kendi başımıza hayatta kalmayı beceremeyen ve hayatta kalmak için bir diğerine muhtaç insanlar olduk. Kente yerleşince doğanın rehberliğini ve ondan yaşamı öğrenme şansını,sezgilerimizi ve yaşamdaki işaretleri takip etme yeteneğimizi kaybettik. Bunun sonucunda güçsüzleştik ve başka insanlara bağımlı hale geldik. Sosyal ilişkiler ve başkalarının yaşam deneyimleri, yazılı bilgi kaynakları bu nedenle önem kazandı. Ancak diğer insanlarla ilişki içinde var olabilen varlıklar haline geldik. Sosyal ilişkiler bu nedenle çok büyük bir öneme sahip oldu.
Sosyal yaşam kentlerde kamusal alanlarda gerçekleşir. Kamusal alanlardan en etkilisi ise sokaklardır. Ancak günümüzde büyük kentlerde ıssız, iç karartıcı cadde ve sokakların sayısı hızla artmaktadır. Günümüz dünyasında sosyalleşmenin duygusal ve ruhsal ihtiyaçlarımız için çok önemli olduğu açıktır. İnsanın en temel gereksinimlerinden olan barınma ihtiyacının karşılandığı evler, kentlerin yapı taşı ve sosyalleşmenin de ilk aşamasıdır. Ancak insan, toplumsal gerçekliğini evde değil sokaklarda oluşturur. Çünkü sokaklar, toplumsal yaşamın aktığı çok güçlü yaşam enerjisi alanlarıdır. Karşılaşmaların, etkileşimlerin olduğu yerlerdir. Deneyimler sokaklarda paylaşılır. Bilgi alışverişi sokaklarda olur. İnsan kendi dışında insanlarla sokakta karşılaşır. Farklı düşünenlerle, farklı giyinenlerle, farklı beden dillerine, farklı mimiklere sahip insanlarla sokaklarda karşılaşır. Bunlarla uyum sağlamak, kendi davranış biçimini anlamak ve karşıdakine anlatmak, diğerini anlamak sokaklarda olur. Sokağın öğreticiliği, çeşitliliği ve zenginliği başka hiçbir yerde yoktur. Sokaklar kentteki farklılıkların buluşma noktasıdır. Dükkânların ve ticaret merkezlerinin konutlarla karışık biçimde yer aldığı alanlarda, sokak ve caddeler farklı kesimlerden insanların bir araya geldiği, canlı, katılımcı ve herkesin sahip çıktığı gözettiği kamusal alanlardır. Bu alanlar, herkesin isteyerek geldiği ve katkıda bulunduğu yerlerdir. Yani canlıdır, coşkuludur, yaşamın nabzının attığı, insanların buluştuğu, kaynaştığı, bakıştığı, söyleştiği yerlerdir. Değişimi başlatan, değişimi sürdüren yerlerdir. Sokaklar yok edilirse yaratıcılık ve yaşam da yok edilir.
Yaratıcılık insan için yaşamın en önemli sırrıdır. Çünkü yaratma süreci sırasında insan kendini keşfeder, yeni farkındalıklar kazanır. Bunlar arasında her şeyin temeli olan ise insanın kendini yaratma sürecidir. Doğadan, diğer insanların deneyimlerinden, bilgiden ve sevgiden beslenen kendini yaratma süreci, kendi içinde özgürlüğü, özgünlüğü ve yaratıcılığı da barındırır ve özgür düşünen bireyler haline gelmemizi sağlar.
Günümüzde internet medya tekeline karşı doğrudan iletişim için iyi bir olanak olmasına rağmen insanların zaaflarını, narsisizmini güçlendiren sosyal medya buluşları ile internetin bir bilgi kaynağı ve iletişim aracı olarak kullanılmasının da önüne geçilmiştir. Bireyler ve kitleler, medya aracılığıyla pompalanan değerleri genellikle kendi ürettikleri değerlermiş gibi benimsemektedir. Sistemin devamı için güç odaklarınca üretilmiş değerler ve insanlara pompalanan korku, kentlerin şimdiki yapısıyla desteklenmektedir. İnsanların kendilerinin değer üretebilmesi için birbirleriyle temas etmeleri, tartışmaları, çatışmaları, uzlaşmaları, deneyimlerini paylaşmaları gerekmektedir. Yaşanan deneyimlerin sonuçlarını analiz edebilmeleri ve bir farkındalığa ulaşmaları gerekmektedir. Kentlerde bütün bunlar insanların karşılaşabileceği, birlikte vakit geçirebilecekleri alanlarda olur. Bu alanlar kamusal alanlardır. Ancak kamusal alanların gücü fark edilince hızlı bir şekilde ortadan kaldırıldı. Bunun yanı sıra bir de insanın doğadan kopması, mekanik anlayışın çok hızlı bir şekilde günlük yaşamın içine sızmasını da beraberinde getirdi. Kentlerde doğa ve canlı sokak hayatı hızlı bir şekilde yok olurken gözlerimiz ve zihnimiz daha uzun süreler sanal dünyada dolaşmakta, gerçek dışı bir zenginlik ve eşitlik algısıyla yaşamamıza neden olmaktadır.
Bugün kentler çok büyük paraların döndüğü, büyük paralar kazandıran yatırım alanlarıdır. Kentte toprağın her santimi paradır. Bu nedenle rant ekonomisi kentlerde dikey yönde büyümeyi teşvik ederek yerden kazanmakta ancak sokak ve mahalle kültürünü de yok ederek insanları gerçek sosyal ilişkilerden ve bu ilişkilerin sağlayacağı deneyimlerden mahrum bırakmaktadır. Az katlı evlerle ve küçük dükkânlarla çevrelenmiş sokaklardan oluşan bir mahalle veya bir semt, güzel komşuluk ilişkileri sağlar. Duygu ve düşünce alışverişine olanak yaratır. İşlevsel olan ortak kullanım alanları, çok çeşitli ilişkiler geliştirilmesini, farklı yaşam biçimleriyle tanışılmasını, deneyimlerin paylaşılmasını kolaylaştırır. İnsanların yeni değerler oluşturmasına büyük katkı sunar. Çocuklar, mahalle ve sokak kültürüyle, empatiyi, başkalarının yaşamını, farklılıkları, benzerlikleri, yardımseverliği, kendini korumayı, mücadele etmeyi öğrenirken farkında olmadan ve büyük travmalar yaşamadan hayata hazırlanmayı da öğrenirler. Bu nedenle kentsel dönüşüm anlayışının insana ve doğaya dönüşümü sağlayacak şekilde yeniden ele alınması gerekmektedir. Ayrıca kentsel oluşumların gerçekten insan ihtiyaçları doğrultusunda doğal bir şekilde gerçekleşmesine olanak tanınmalıdır.