Andropoz, Karadağlı, komedide erkekler kulübüne devam
Dizi sosyal medyada en çok, kadrosunda, üstelik başat rollerden birinde Tamer Karadağlı’ya yer vermesi bakımından topa tutuldu. Üzülerek belirtmeliyim ki, Karadağlı dizinin en küçük sorunu. Yazarı, yönetmeni, oyuncusuyla çok güçlü bir ekipten yer yer gülümseten anları olan ama özellikle kadın karakterlere bakışı açısından hayli sorunlu bir komedi çıkmış maalesef.
Orta yaş krizi yaşayan erkekler, erkekler ve “baba” meseleleri, erkekler ve güç mücadeleleri… Kurmacada bu konular popülerliğini hiç yitirmiyor. Komedide de, dramda da ağırlıklı olarak bir erkekler dünyası görüyoruz. Ama mesele bu konuların işlenmesi değil, elbette işlenecek. Bu dünyalara kadın karakterlerin “yerleştirilme”, daha doğrusu bir türlü yerleştirilememe biçimleri, esas sorun. Erkek karakterler daha renkli, özdeşleşilmeye müsait ve daima onları anlayıp affetmemize el veren bir çeşitlilik ve hatta “şefkat”le ele alınırken kadın karakterlerin melek, kurban, şeytan stereotiplerinden bir türlü çıkamaması... Filmin ya da dizinin yarısından fazlası kadın karakterleri içerdiği halde kadınların bir türlü “karakter” olamamaları…
Son zamanların çok moda kavramı, kullana kullana artık sıkıldığımız “toksik erkeklik”i kurmacada sürgit yeniden üreten şey bu işte. Kadın karakterlere ne kadar yer verildiğinden çok, kadınların hangi bakış açısıyla, nasıl işlendiği…Yoksa tamamı tuzu kuru erkek karakterlerin orta yaş krizi etrafında dönen Druk (Körkütük, Thomas Vinterberg) mesela, hiç de toksik bir film değildi. Sadece Mads Mikkelsen’in muhteşem dansıyla gönüllere taht kurduğu coşkulu finaliyle değil, meselesini kurma biçimiyle de övgüyü hak ediyordu. Yine sık sık andığım, tamamı erkek karakterler arasında geçen iyi komedi “Gibi” de bildik toksik tuzaklara düşmeden götürüyor hikayesini iki sezondur. Öte yandan kadın karakterlerin başat olduğu diziler, filmler de gayet eril bir bakış açısıyla yazılmış, çekilmiş, dolayısıyla oynanmış olabiliyor. Kadınların sürgit küfretmeleri, saldırgan olmaları, kendi kaderlerini bu gibi yollarla çizmeleri de klişeyi kırmak için elbette yeterli değil. Hatta tüm bunları yaparken baştan sona erkek fantezisine hitap eden, karakterleri derinleştirmeyen çok örnek var. Engin Günaydın’ın senaryosunu yazdığı, Taylan Biraderler’in yönettiği yeni Netflix komedisi “Andropoz” da onlardan biri olmuş maalesef.
Engin Günaydın’ın bazen tekrara düşse bile özgünlüğünü hiç yitirmeyen, evrensel, yerel dengesini de hep kurabilen sakin üslubunu severim. Devin Özgür Çınar’la birlikte tasarladıkları, senaryosunu Çınar’ın yazdığı Gain minisi “10.000 Adım” son dönemlerin en görünürde iddiasız ama tatlı ve iyi komedilerinden biri. “Andropoz” ekibinin 2009’da yarattığı “Vavien” de sadece müthiş bir kara komedi değil, 2000ler sonrası sinemamızın en özgün örneklerinden biri. İşte “Andropoz” ismi baştan bir soru işareti doğursa da yazarı, yönetmeni, oyuncusuyla böyle güçlü bir ekipten insan bundan fazlasını bekliyor doğal olarak. Ortaya elbette izlenebilir, yer yer gülümseten anları olan ama adını verdiği meselesinden giderek kopan, kadın karakterlere bakışı açısındansa hayli sorunlu bir komedi çıkmış maalesef.
Kendi üretim alanlarımızdaki yapımları, ekibini sevsek de eleştirebilmekten yanayım. Bu köşede beş yılı aşkın zamandır da bunu yapmaya çalışıyorum mümkün mertebe. Çünkü iyiyi övebilmek için olumsuzu da yerebilmek gerekiyor. Diğer türlüsü riyakarlık gibi de geliyor. Önemsediğimiz, beklentimizin daha yüksek olduğu işleri ve birbirimizi eleştirmeden ilerleyebileceğimizi sanmıyorum.
“Andropoz” 50’li yaşlarında, Marmaris’te bir tuhafiye işleten evli ve iki çocuk babası Marmarisli Yusuf’un (Engin Günaydın) birden yaşlanma paniğine kapılarak saçını başını, kılık kıyafetini değiştirmesi klişesiyle başlıyor. Gerçek hayatla çok örtüşen bu klişe noktadan yürünebilecek yollar komedi açısından da, olay örgüsü bakımından da gayet verimli aslında. “Özünde” iyi bir adam olan Yusuf, iyi ve fedakâr eşi, “çocuklarının anası” Meryem’le (Derya Karındaş), iki evlerini satıp deniz kenarında, hep hayal ettikleri tarzda bir eve taşınmaya karar veriyor. Kardeşi Fadime’nin (Şebnem Hasanisoughi), dayakçı olduğu kadar da duygusal maço eşi Halit’le (Tamer Karadağlı) sorunlu evliliği de önemli bir yan hikâye. Çiftin satın almak istediği evin mafyöz sahibi Mahmut Timuçin (Turgut Tuncalp), Timuçin’in bir “Rus dilber” (Yuliia Sobol) için terk ettiği delibozuk eşi Şahinde (Gülçin Santırcıoğlu) arasındaki atışmalar basit bir ev alma hikayesini birden yarı mafyatik bir aksiyona çeviriyor. Mahmut’un baba parası harcarken canı sıkılıp Yusuf’u baştan çıkarmaya karar veren ikiz kızlarından biri, sürekli para pul hesabı yapan aşırı materyalizm ve acımasızlıkla resmedilen Z kuşağı ve devamı diğer genç karakterler de işin içine girince olaylar sarpa sarıyor. Kolaylıkla bir karakter komedisi olarak, gayet gündelik haller içinden serin serin ve çok da komik akabilecek hikâye de bu “aşırılıklarla” rayından çıkıyor. Gerçek insanların gerçek dertlerinden çok ne yapacağı belli olmayan tuhaf ve karikatür karakterlerin yarattığı sabun köpüğü bir evrende savrula savrula finale eriyor.
Dizi sosyal medyada en çok, kadrosunda, üstelik başat rollerden birinde son yıllarda taş fırınlığına yandaşlık, cinsiyetçilik, ırkçılık gibi tonları katmerli ekleyerek yürüyen Tamer Karadağlı’ya yer vermesi bakımından topa tutuldu. Üzülerek belirtmeliyim ki, Karadağlı dizinin en küçük sorunu. Hatta onun kurmacada ve hayatta temsil ettiği erkeklik değerlerini ona oynatmak, ironik açıdan iyi bir buluş bile sayılabilir. Nerenin şivesi olduğu anlaşılamayan lüzumsuz şive kullanımı dışında elinden geleni de yapmış hatta. Dizide en çok gülünen birkaç sekans onun bulunduğu sekanslar. Alkolik emlakçı Kadir abisinin başında rakı içtikten sonra adamı kefenle mezarından çıkarıp arabasının arka koltuğuna oturttuğu kısım gibi… Sorun şu ki, dizi bu karısını döven, sürekli aldatan, tüm toksik erkeklik kodlarını bedeninde toplamış adamı bile yer yer sempatik, anlaşılabilir ve özdeşleşilebilir kılıyor. Zamanında kimi bulsa “becerdiğini”, tüm o maçoluğunun altında karısını erkeklerle de aldattığını anladığımız Halit’in bu yönü de toplumsal ikiyüzlülüğün altını çizmekten çok “en maço adamlar aslında gizli eşcinsellerdir,” klişesini beslemekten öteye gidemiyor pek.
Terim’in kuzeni görünümlü mafyöz karakterine de anlayışla yaklaşıyor dizi. Sözüm ona çok iyi aile babası olduğu halde daha önce karısını aldattığını, öğrendiğimiz şimdi kızı yaşında bir genç kadının ayartmalarına da zar zor karşı koyup kıza aslında tutulduğunu gördüğümüz Yusuf’u da tabii. Bunu ahlakçı bir noktadan demiyorum ama dizi, “erkekler her durumda ayartılmaya çok müsait, çocuksu ve ne yaptığını bilmez karakterlerdir, dünyayı çünkü erkekleri aslında kadınlar yönetir” klişesini yeniden üretmelere doyamıyor. Bakışı bu olduğu için de tabii çoluğu çocuğu terk eden Mahmut bile temelde hata yapmış iyi niyetli bir adam olabiliyorken Rus kadın sürekli küfreden, nefret dolu, entrik, karikatür ötesi ve sonunda da “cezalandırılan” karakter oluyor. Elinde okuyla dolaşıp duran Şahinde’nin, erkekler dünyasından o kadar çektiği halde dayakçı Halit’le iki saniyede özdeşlik kurabilirken kocasının Rus metresine karşı acımasızlığı değme psikopatı aratacak vaziyette.
Ara tonlarda (iyi işlense iyi olabilecek) bir Fadime ve bir de Yusuf’unu ne yaparsa yapsın sürekli affeden baş melek Meryem dışında 15'lik genç kadınlar dahil tüm kadınlar şeytan. Meryem’in melekliği de ayrı problem ama, o da stereotip. Fıstık gibi bir genç kadının saçının boyası tutmamış elli üstü tuhafiyeciyi ayartmasında ne gibi bir motivasyon olduğunu hiç anlayamıyoruz mesela ama oradan da “suç erkeklerde değil, bu yeni yetmeler adamı suya götürür susuz getirir” klişesi çıkıyor. Baştan sona erkeklere ve erkek fantezilerine hitap eden bir yapı çıkıyor sonunda ortaya. Bütün karakterlere mesafesi bu acımasız alaycılık olsa, erkekleri affedilir kılmaya bu denli gönüllü olmasa, ilişkileri ve karakterleri derinleştirse, sorun olmayabilirdi. Böyle bir noktaya hiç meyletmiyor.
Sonuç olarak çok iyi bir yaratıcı ekip, her biri ayrı ayrı iyi oyuncular, böyle bir öykü dünyasında kaynayıp gidiyor. Elbette gülümseten anları var ve izlenebiliyor dizi. Ama komedimizin bakış açısının, kadın karakterlerine ve ilişkilere, dünyaya yaklaşımı bakımından acilen bu erkekler kulübü havasından çıkması gerekiyor. Yıl olmuş 2022, elde bunca malzemeyle hem hoşça vakit geçirtmek, hem daha çok boyutlu ve iyi karakterlerle daha “akıllıca” güldürmek mümkün…
Zehra Çelenk Kimdir?
Senarist ve yazar. Şiirleri erken yaşlarda Türk Dili, Yeni İnsan, Mavi Derinlik, Broy gibi dergilerde yayımlandı. Üniversitede okurken çeşitli dizilerin yazım ekiplerinde yer aldı. Dizi yazarlığının yanı sıra reklam metinleri, müzik videoları, tanıtım filmleri kaleme aldı. Senaryo seminerleri verdi. Lisans ve yüksek lisansını tamamladığı Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-Televizyon, Sinema Bölümü'nde 2007-2014 yılları arasında Televizyon Yazarlığı dersini verdi. 2007- 2008'de TRT 1'de yayınlanan Yeni Evli adlı 175 bölümlük günlük komedi dizisinin proje tasarımını, başyazarlığını ve süpervizörlüğünü yaptı. 2011'de, öykü ve senaryosunu yazdığı Hayata Beş Kala adlı dizinin yapımcılığını üstlendi. Seyyahların İzinde ve Anadolu'da Zaman gibi TV belgesellerinde de yapımcı olarak görev aldı. Öykü ve senaryosunu yazdığı, 2014'te Fox TV'de yayınlanan Ruhumun Aynası adlı dizisi, 2015'te Artemis'ten aynı adla yayımlanan ilk romanına ilham oldu. Türkiye'de bir diziden romana uyarlanan ilk eserdir. İstanbul'da yaşıyor, TV- sinema işleri ve edebiyatla uğraşıyor.
Dünyayı değiştirirken kendi yaralarını da sarmak mümkün mü 16 Ekim 2024
Doğumdan ölüme eril tahakküm ve artan şiddet 06 Ekim 2024
Kadınların mutluluğu ve mutsuzluğu 24 Eylül 2024
Melek değil katledilmiş bir kız çocuğu: Narin’e ne oldu? 10 Eylül 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI