Ankara Barosu Uluslararası Hukuk Kurultayı devam ediyor

Ankara Barosu'nun düzenlediği Uluslararası Hukuk Kurultayı’nın on üçüncüsü, TBB Avukat Özdemir Özok Kongre ve Kültür Merkezi’nde devam ediyor.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Ankara Barosu öncülüğünde iki yılda bir düzenlenen Uluslararası Hukuk Kurultayı’nın on üçüncüsü, ‘Yargı Reformu’ temasıyla TBB Avukat Özdemir Özok Kongre ve Kültür Merkezi’nde devam ediyor. Kurultay kapsamında "Gazeteciliğin Hukuku: Kavramlar, Uygulamalar, Tartışmalar" başlıklı bir oturum düzenlendi. Gazeteci Deniz Zeyrek'in başkanlığındaki oturumda Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Görevlisi Gökhan Bulut, Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) avukatları Meliha Selvi ile Ülkü Şahin ve Gazeteciler Cemiyeti avukatı Mustafa Gökhan Tekşen konuşmacı olarak yer aldı.

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Görevlisi Gökhan Bulut konuşmasında, "Ünlü Marksist düşünür ve mücadele önderi Rosa Luxemburg, 'Demokrasinin olmadığı yerde politik katılım bir gösteriye dönüşür' diyor. Ben ondan devamla şöyle çoğaltabileceğimizi düşünüyorum. Gazeteciliğin olmadığı yerde haber, devletin olmadığı yerde yurttaşlık, adaletin omadığı yerde de hukuk bir gösteriye dönüşür" dedi.

Avukat Meliha Selvi, sunumunda şu hususlara değindi:

"Geldiğimiz noktada 2019 yılında, 2020 yılının başında gazetecilerin haklarını ortadan kaldıran Anayasa Mahkemesi bugün kendi varlık sorununun içinde tartışılır hâle geldi.

Halkın haber alma hakkı diyoruz ya, değil aslında, yaşam hakkı. Haber alma hakkı yaşam hakkı. Bugün benim çocuğum eve gelmediğinde kim soruyor? 'Bu çocuk niye eve gelmedi? Bu çocukları Türkiye Cumhuriyeti devleti neden yaşatamadı?', bu soruları kim soruyor? Gazeteciler. Çok soru sordukları için de bütün basındaki tekelleşmeye rağmen sorularının önüne geçilemediği için de onun için o kadar çok gazeteci cezaevlerinde şu an. Türkiye'ye sorarsanız, cezaevinde gazeteci yok çünkü hepsi terörle suçlanıyorlar.

Gazetecinin korunması tamamen halkın korunmasıyla ilgili. 2005 yılında Anayasa Mahkemesi'ne (AYM) bir konu götürülüyor, Anayasa'ya aykırılık var, diğer işçiler ve gazeteciler arasında fark var diye, 2005 yılında AYM konuyu tartışıyor ve diyor ki, 'Gazetecileri diğer işçilerle kıyaslayamazsınız, gazeteciler lehine getirilen düzenlemeler halkın haber alma hakkıyla ilgidir, gazetecinin şahsıyla ilgili değildir. Bu sebeple de onu başkasıyla kıyaslayıp onlar lehine verilen hakları iptal edemeyiz.'

Türkiye Cumhuriyeti devletinin milletvekilleri bilmiyorlar, çocuklar niye ölüyor, biz orada ne yapıyoruz. Kim soruyor? Sadece gazeteciler. Soranı da 'Silivri soğuktur' diye tehdit ediyorlar. Daha anlayamayanı da alıp oraya koyuyorlar. 2005 yılında AYM bu iptali yapmıyor ama 2019 yılında AYM diyor ki, bakın işçi ile işçiyi kıyaslamıyor, demiyor ki, 'Diğer işçilerin ücretleri vaktinde ödenmezse yüzde 5 fazla alma hakları yok, öyleyse gazetecilere ayrımcılık yapılmış. Diğer işçilerde olmayan bir hak verilmiş, bunu iptal ediyorum' demiyor. 2019 yılının AYM'si şunu söyledi: 'Bu para çok yüksek tutarlara ulaşıyor, sermaye sahibi basın patronları yönünden olumsuz sonuçları oluyor. Öyleyse bu Anayasa'ya aykırıdır', iptal ediyor.

Açlığa mahkum ettiğin bu insanlar niçin çabalıyorlar? Çünkü bir meslek namusu var, öyle öğrendiler. 5N1K'ları var, ne, nerede, ne zaman, nasıl olmuş, kim yapmış. Bütün bu soruların cevabını toplayan bir haber ortaya koyuyorlar. Kimin için? Bizim için. Basının kıymeti tabii ki olmaz, neden? Artık bizim bir tekel iktidarımız var, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi dediğimiz, yargı, yasama, yürütmede birlik sağlanmış olan bir sistem. Doğrusu, gazetecilikte de basında da sağlanmış durumda. Bağımsız kalabilen basın organları ve gazeteciler de maalesef yüksek tehdit altında.

Gazetecilerin yaptığı görev Türkiye Cumhuriyeti devletini demokratik olarak tutmak için, iskelede gemiyi bağlayan iskele babası olur, gazeteciler iskele babası gibi o ipi habire çekiştirip duruyorlar, demokratik sistemin işleyebilmesi için. Onun için bu kadar baskı altındalar ve şu anki ücret seviyeleri asgari ücret seviyesine oturmuş durumda. Kanuni hakları maalesef yargı eliyle yok edilmiş durumda."

'GAZETECİLİĞİN OLMADIĞI YERDE HABER BİR GÖSTERİYE DÖNÜŞÜR'

Öğretim Görevlisi Bulut, şöyle konuştu:

"Yüksek yargıdaki Can Atalay krizi, Can Atalay davası nesnesi yeni bir rejimin inşasında yargının ne hâle geleceğine ilişkin bir politik nesnedir. Gezi direnişi yargılanıyor nezdinde ama böyle bir nesneye ihtiyacı var şu anda siyasi iktidarın.

Gazetecilik bir yurttaşlık kurumudur. Sosyolojik anlamda toplumun yurttaşlık hukukunu, yurttaşlık ilişkilerini her gün yeniden üreten meslektir gazetecilik mesleği. Yurttaşlık toplumsal ilişkilerin niteliğini belirler, hukuk buna bir çerçeve sunar, gazetecilik de yeniden üretir.

Gazeteciliği, belki de toplumun haber olma hakkının gazetecilere devri diye görmek lazım. Toplumun haber olma hakkı var. Kendi sorunlarıyla ilgili, kendi talepleriyle ilgili görünür olma hakkı vardır. Gazeteciler belki de bu hakkı halkın devrettiği, halkın haber alma hakkını devrettiği kimselerdir. Dolayısıyla, gazeteciler kamu görevi görür dediğimizde, halkın kendisiyle ilgili bilgileri üretmeyi devrettiği kimseler olarak da görebiliriz.

33 gazeteci sansür yasasından sonra soruşturmaya tabi tutuldu ve bazıları tutuklandı. 33 de olmayabilirdi, 1 de olabilirdi, sıfır da olabilirdi. Sayıların çok bir önemi yok burada. Burada toplumsal alanın nasıl düzenleneceğine ilişkin bir düzenlemeye dönük konuşmak gerekiyor.

Bunları seçim sonucu ile tartışamayız. Bunlar seçim sonucu olacak, seçim sonuçlarının demokratik olarak değerlendirilmesiyle tartışılabilir, yalnızca böyle tartışılabilecek şeyler değil. Burada rejim konuşuyoruz, bir seçim sonucundan değil bir rejim sorunundan bahsediyoruz. Bu koşullarda soru, yurttaşların egemenliği, yani halk egemenliği, hukukun tesisi ve gazeteciliğin özgürleşmesi nasıl mümkün olabilir?

Ünlü Marksist düşünür ve mücadele önderi Rosa Luxemburg, 'Demokrasinin olmadığı yerde politik katılım bir gösteriye dönüşür' diyor. Ben ondan devamla şöyle çoğaltabileceğimizi düşünüyorum. Gazeteciliğin olmadığı yerde haber, devletin olmadığı yerde yurttaşlık, adaletin omadığı yerde de hukuk bir gösteriye dönüşür."

'GAZETECİLİĞE DAİR HER ŞEY KANUNUNLA DÜZENLENMEK ZORUNDA'

Basın kartı ve Basın İlan Kurumu'nun ilanlarına ilişin konuşan avukat Tekşen şunları kaydetti:

"Biz avukatlık kartlarımızı Barolarımızdan, Barolar Birliği'nden alırız. Yani bizim bir meslek örgütümüz ve çatımız var. Bu çatı gibi bir çatıya ihtiyaç duyulduğunu, başka örneklerle de göstereceğim. Basın kartı ile ilgili bir meslek birliği, bir meslek çatısı olması gerektiği inancı ve fikrinin burada doğduğunu söyleyebilirim.

Basın İlan Kurumu ciddi bir cezalandırıcı aygıta dönüştü. Aslında 1961 düzenlemeleriyle birlikte gelen, adil bir resmi ilan dağıtma iddiasıyla çoğulcu bir yapıyla kurulan Basın İlan Kurumu, Türkiye'nin son 20-25 yılda yaşadığı otoriterleşme sonucu her geçen gün ruhunu ve özünü kaybederek RTÜK gibi bir cezalandırıcı kuruma ve gazetelerin üzerinde bir cezalandırıcı sopa kurumuna döndü. Basın ahlak esasları, 95 sayılı kanuna atıfla birlikte bir hukuki değer atfediyordu. Fakat AYM bir pilot karar verdi yakın tarihte ve basın ahlak esaslarının belirsizliği üzerinden, bu yapısal sorunu tartışmaya açtı. Konunun muhatabı olarak TBMM'ye kararı gönderdi. Fakat yaşadığımız bir hukuk krizi buralarda da kendini net gösteriyor.

Gazetecilik gibi bir kurumun kendi kanununun olmaması, kendi kararlarını alamaması ve sürekli farklı etmenler üstünden manipüle edilmesini açıkçası çok doğru bulmuyorum. Hukuki bir zemine de oturmadığını düşünüyorum. Basın etiği çok önemlidir, bu etiğin uygulanması gerekir ama kimin uygulayacağı sorunu ve meselesi çok daha derindir.

Eğer basın ahlak esaslarını ihlal ederseniz resmi ilanlarınız kesiliyor. Dolayısıyla basın kartı, basın ahlak esasları, resmi ilanlar hep gazeteciler için bir cendere hâline dönmüş vaziyette. Bunların tamamının kanunla düzenlenmesi gerekiyor Anayasamız uyarınca. Gazeteciliğe dair her şeyin, teknik anlamda da mali anlamda da ifade özgürlüğü anlamında da her şey kanununla düzenlenmek zorunda."

'GAZETECİLİK DÖRT TARAFTAN ABLUKAYA ALINDI'

Son olarak söz alan ve sansür yasasına değinen avukat Şahin ise şu ifadeleri kullandı:

"Gazeteci meslek örgütleri olarak biz bu yasaya niye tepki gösterdik? Torba bir yasaydı bu, bütün hükümleriyle beraber gazeteciler açısından bir ablukayı arttıran bir düzenlemeydi. Bunların da en önemlisi 29'uncu maddesi olan Türk Ceza Kanunu'nun 217/a düzenlemesiydi. Bu düzenlemeye göre bir gazeteci, yaptığı herhangi bir haber nedeniyle, belgeli dahi olsa, sırf halk arasında endişe, korku, panik yaratmak şartıyla hareket ettiği iddiasıyla kamu barışını bozmaya elverişli olduğu gerekçesiyle dezenformasyon olarak nitelendirilmeye çok açık. Öngörülemez kriterlere sahip ve içeriği tamamen belirsiz.

Türkiye'de gazetecilik dört taraftan ablukaya alınmış vaziyette. Bir tarafta gazetecilerin üzerindeki yargılamalar, tutuklamalar, saldırılar, fiziki saldırılar, sözlü saldırılar bir yanda basın kurumlarına yönelen BİK, İletişim Başkanlığı, RTÜK ablukası. Öte tarafta erişim engellemeleri, bugün bir haber yapıyorsunuz sabahtan, akşama erişime engellenmiş oluyor zaten. Bunun dışında, bir yanda işsizlik, Türkiye'de işsizliğin en yüksek olduğu sektörlerden birisi gazetecilik, keza bir taraftan da güvencesizlik. Kısacası gazetecilik dört bir yandan ablukaya alınmış vaziyette.

TGS'nin verilerine göre Ekim 2022'den bugüne kadar 33 gazeteci toplamda 36 soruşturmaya maruz kaldı bu suç nedeniyle. 9 gazeteci hakkında dava açıldı. 10 gazeteci gözaltına alındı, bunlardan 4'ü tutuklandı."

Etiketler ankara barosu ankara