Anne Frank’ın ağacının gitgide çiçeklenen hikâyesi
Annelies Marie Frank ya da onu tanıdığımız adıyla Anne Frank, bugün dünyanın en bilinen yazarlarından biri… Yahudi olduğu için, 2. Dünya Savaşı sırasında Nazi işgalindeki Amsterdam’da ailesiyle birlikte saklanmak zorunda kalmıştı. O günlerde tuttuğu günlükte, küçük penceresinden gördüğü, ona yaşama sevinci veren bir kestane ağacından bahsediyordu… Frank toplama kampında hayatını kaybetti, kestane ağacı ise süregiden bir hikâyeye dönüştü.
1.
2010 yılının 23 Ağustos’unda, gece yarısından sonra 1.30 sularında Amsterdam’da bir ağaç yıkıldı. Bir kestane ağacı… Gün boyu devam eden fırtınaya dayanamamıştı. Zaten uzun süredir hastaydı, bir çelik konstrüksiyonla ayaktaydı. Bir mantar hastalığıyla zayıflamış, içi boşalmıştı. Sağlıklı ağaçları bile zorlayan o müthiş fırtınaya maruz kalınca daha fazla devam edemedi. Yıkıldı.
Şehrin en tanınan, en üstüne titrenen ağacıydı. Anne Frank’ın minik penceresinden gördüğü hayat parçasıydı.
“Kestane ağacımız tepeden tırnağa çiçeklendi, yapraklandı; bu sene geçen yıldan da güzel…”
Anne Frank, 13 Mayıs 1944’te günlüğüne böyle yazmıştı.
2.
Annelies Marie Frank ya da onu tanıdığımız adıyla Anne Frank, bugün dünyanın en bilinen yazarlarından biri… Yahudi olduğu için, 2. Dünya Savaşı sırasında Nazi işgalindeki Amsterdam’da ailesiyle birlikte saklanmak zorunda kalmıştı. İleride bir yazar ve gazeteci olmak isteyen 12 yaşındaki Anne Frank, Prinsengracht’ta bir ofisten geçilerek ulaşılan gözden uzak “arka ev”de, 1942’den başlayarak iki yıl boyunca günlük tuttu. Ama ne günlük! “Acaba iyi bir yazar olabilecek miyim” diye kendine sorup duran Anne Frank sahiden de iyi bir yazardı. Yeteneği yaşının ötesindeydi.
Hepimizin bildiği üzere, bu yeteneği uzun süre kullanamadı.
Kestane ağacının tepeden tırnağa çiçeklenmesinin ardından üç ay geçmişti ki Frank’ın ailesinin saklandığı gizli ev bulundu. Önce Auschwitz Toplama Kampı’na gönderildiler. Oradan da üç yaş büyük ablası Margot ile bir başka toplama kampı olan Bergen-Belsen’e yollandılar. 1945’in şubatı veya martında, Anne ve Margot Frank, Bergen-Belsen’de, muhtemelen tifüs salgını yüzünden hayatlarını kaybetti
Anne Frank, kamptayken bir arkadaşına günlüğünü temel alan bir kitap yazmak istediğini söylemişti. Yıllar sonra babasının bulup yayımlattığı günlüğünün, dünyanın en çok satan kitapları listesine girdiğini, nesilden nesile okunduğunu göremedi.
3.
Kestane ağacı, Anne Frank’ın ardından 66 bahar daha gördü, 66 defa çiçeğe durdu. Nihayet 2010’da kelimenin gerçek anlamıyla göçüp gitti.
Acaba Anne Frank’ı tanımış mıydı? Ailesiyle savaştan saklanan bir küçük çocuğun onun sayesinde yaşama tutunduğunu fark etmiş miydi? Yıllar sonra insanların bu çocuğun hatırasıyla onu seyrettiklerini anlamış mıydı?
Bir noktada Anne Frank’ın hikâyesinin kendi hikâyesine dönüştüğünü, dallarının, kollarının, belki ruhlarının birbirine dolandığını sezmiş miydi?
İkisinin hikâyesi birleşmişti. Anne Frank’ın bakışlarından izler taşıyan kestane ağacı zaman içinde dünyanın en bilinen ağaçlarından birine dönüştü; onun akıbeti de Amsterdam’ın, Amsterdamlıların bir meselesi haline geldi.
Günlük’ün 1947’de yayımlanmasının üzerinden 25 yıl geçmişti ki, ağacın içinde durduğu bahçeye bir duvar örülmesi gündeme geldi. Anne Frank’ın küçük penceresinden seyrettiği bu ağaç, bir başkasının bahçesindeydi. Keizersgracht 188 numaralı adreste ikâmet ediyordu. Ama hatıralar herkesindi. Mahalleli ayaklandı. Ortalık ancak bir ağaçbilimcinin kökleri inceleyip duvarın ona zarar vermeyeceğini saptamasından sonra duruldu. O günden itibaren ağaç “Anne Frank’ın ağacı” olarak tanınmaya başladı.
Amsterdam Şehir Konseyi, 1993’te sırf onunla ilgilenmesi için bir ağaçbilimci bile atadı. Henk Werner isimli bu ağaçbilimci, ağacın bir mantar hastalığına tutulduğunu ilk haber veren kişi olacaktı.
Bu haberden sonra ağacın ve çevresindekilerin hayatında yeni bir sayfa açıldı.
4.
O yeni sayfaya neler yazıldı?
Amsterdam’ın şehir gazetesi Het Parool, bu hafta sonu Anne Frank’ın ağacının başına gelenlerin izini süren antropolog Irene Stengs ile konuşmuş. Akıbeti oradan öğreniyoruz.
Haber bir bakıma, bir şehirde hatıraların nerelere ulaşabileceğini, kimlere nasıl dokunabileceğini anlatıyor. Şüphesiz antropologların çok iyi yorumlayabileceği bir konu. Bir ağaç bir tür kutsallık kazanabilir mi? Stengs, “hisler kendilerini bir kişiye ya da bir nesneye bağlayabilir” diyor. “Sonra birden çok özel bir şey olur. Bizim Hollanda’da kestane ağacı ile ilgili bir tapınma kültürümüz yok ama neticede bu Anne Frank’ın günlüğünde bahsettiği ağaç.”
Ağacın hikâyesi hastalıkla beraber hızlandı; çevresindeki insanların sayısı arttı. Onu iyileştirmek için birçok çare düşünüldü ama bunlar işe yaramadı. Antropoloğun anlattıklarına göre ağaca huzur ve esenlik getirmek için bir Shinto seremonisi bile düzenlenmişti.
2006’da kestanenin hayatının sonuna yaklaştığı anlaşınca başka çarelere gidildi. “Ağaçbilimci Werner, belediyenin gözetiminde kestaneden birçok aşı dalı aldı ve onları Groningen’de bir ağaç üretme çiftliğine gönderdi. Plan, ağaç yıkıldığında, onun yerine bu çiftlikte üretilenlerden birini koymaktı.”
Ama işler planlandığı gibi gitmedi. 2006’nın sonunda “bu işi beklemeden kendimiz halledelim, eskisini kökleyip yenisini kendimiz törenle dikelim” diyen belediye müthiş bir tepkiyle karşılaştı. Dönemin belediye başkanı Job Cohen’e binlerce mail ve başvuru geldi. Kimileri yeni bir muhafaza metodu öneriyordu, kimisi ağaçtan bir parça istiyordu. Ağaçtan, kalemler, kuş evleri, gitarlar yapılmasını isteyen vardı. Bir öneri de kestanenin kâğıt hamuruna dönüştürülmesi ve Anne Frank’ın günlüğünün o kâğıtla üretilmesiydi.
Het Parool, “testerenin yaklaştığı fark edilince” insanların kestane toplamaya koştuğunu da yazmış. Bunların içinde, kestanelerden birini eBay’de on bin dolara satabilen bir Amsterdamlı da vardı.
Antropolog Stengs meselenin toplumsal başka yönleri olduğunu da anlatıyor: “Kimileri için bu ağacı korumak kişisel bir davaya, barbarlık ve her şeye kayıtsız kalma çağında Yahudi kültürünün korunması için bir mücadeleye dönüşmüştü. Bu da konuya ahlaki ve duygusal açılardan ciddi bir yük getirdi.”
Bu uğurda mücadele edenler, “Anne Frank’ın Ağacını Koruma Cemiyeti”ni (SAFT) kurdu. Ağacın bakım sorumluluğunu onlar aldı. Cemiyet, çizimlerle, fotoğraflarla bağış toplamayı başardı.
Sonuçta ağaç yerinde kaldı. Üzerine çelikten bir korse geçirildi.
Ta ki 23 Ağustos 2013’e kadar… O günkü fırtınada Amsterdam’da tek bir ağaç devrildi. O da Anne Frank’ın kestanesiydi…
5.
Ya sonra?
Yıkılan ağacın 25 tonluk gövdesi Frankfurt Yahudi Müzesi’ne gönderildi ama ağacın esas “sonrası” Keizersgracht 188’deki kestanenin Groningen’e götürülen aşılarından doğan “yavrularının” hikâyesi…
Anne Frank’ın ağacının durduğu bahçeye bir daha ağaç dikilmedi. Ama yavrular bütün dünyayı dolaştı. Yüz kadarı dünyanın çeşitli yerlerindeki Anne Frank okulları ve merkezlerine gitti. Bazıları Amerikan Kongre Binası’nın bahçesine ve İkiz Kuleler’in yerinde yapılan Özgürlük Parkı’na dikildi.
Amsterdam’da ise… Altı tanesi şehir mezarlığına dikildi. Üzerlerinde Anne Frank’ın ağacından geldiğine dair plaka var.
150 ağaç ise büyük bir şehir parkı olan Amsterdam Ormanı’nda. Üzerlerinde ne plaka ne de başka bir tanıtıcı işaret var. Hayatlarına anonim bir şekilde devam ediyorlar.
6.
Bir ağacın yanından geçer gidersiniz; bilmezsiniz, beklemezsiniz ama onun bir hikâyesi vardır. Dünyayı dolaşan bir hikâyesi… O hikâyeler insanlarınkine eklenir; dallarla kollar birbirine dolanır, ruhlar bitişir; beraberce büyür giderler. Dallanır budaklanırlar.
Anne Frank, günlüğüne 23 Şubat 1944’te şunları yazmıştı:
“Peter’le [Anne Frank’ın ailesiyle beraber saklanan van Pels ailesinin 15 yaşındaki oğlu] üstümüzdeki mavi gökyüzüne, dallarında damlacıkların ışıldadığı çıplak kestane ağacına, süzülerek uçan gümüşî martılara ve diğer kuşlara bakıyorduk; tüm bunlar ikimizi de öylesine etkilemişti ki artık konuşamıyorduk. (...) ‘Bu var oldukça’, diye düşündüm, ben de bu güneş ışığını, bu bulutsuz gökleri görebildikçe hiç üzülmem."
Anne Frank bu gökleri çok kısa bir süre gördü. Çok da üzüldü.
Yazdıkları ise kaldı. Günün birinde bir yazar olmak istiyordu. Teselli değil ama bir yazar oldu. Hatıraları çoğaldı çoğaldı tüm dünyayı dolaştı. Hâlâ dolaşıyor.
Küçük penceresinden seyrettiği ağacın dünyayı dolaştığı gibi…
Yazılar kalıyor. Hatıralar kalıyor.
İnsanlar ağaçlar gibi… İnsanların hikâyeleri, ağaçların tohumları… Bitti denen yerde yeniden başlıyor. Dünyayı dolaşıyor.
Kalıyor.
OKUMA TAVSİYELERİ
1.
Anne Frank küçük yaşına rağmen, yaşının çok ilerisinde bir yazardı. Yazmak üstüne de düşünen bir yazardı. İleride gazeteci veya yazar olmaya karar vermişti. Şu sözler onun günlüğünden: “Yazdığımda bütün sıkıntılarım dağılıyor. Endişelerim ortadan kayboluyor, ruhum canlanıyor. Ama ortada hâlâ büyük bir soru var: Bir gün büyük bir şey yazabilecek miyim, bir gazeteci ya da yazar olabilecek miyim?” Yazdıklarının tamamını Türkçe’de farklı yayınevlerinden yayımlanan kitaplarda okuyabilirsiniz. Hollandaca’da “Achterhuis” [Arkadaki Ev] diye bilinen günlüğün, Selim İleri’nin önsözü, Hakan Kuyucu’nun çevirisi ile Epsilon’dan yayımlanan bir versiyonu var. İş Bankası Kültür Yayınları da bu günlüğü Can Yücel çevirisiyle yayımlıyor.
2.
Amerikalı romancı Powers, modern dünyanın, bilim ve teknolojiyle şekillenen yaşamlarımızın hikâyelerini yazıyor. 2018’de yayımlanan 12’nci romanı “The Overstory” ağaçlar ve insanların birbirine dolanan hikâyeleri üzerineydi. Birçok farklı hikâyeyi bir araya getiren Powers, romanına Amerika’yı özellikle vuran ve kestaneleri kıran büyük salgını atlatmış bir ağacın nesillere yayılan ve Avrupa’dan ABD’ye ilerleyen hikâyesiyle başlıyordu. Bu ilginç kitap henüz Türkçemizde yok. Powers’ın diğer kitapları da öyle… Yayınevlerimiz verimli bir yazar olan Powers’la ilgilenirse okurlar için kazanç olur.
3.
Miras - Miguel Bonnefoy
Su gibi akıp giden, bağlarla, kuşlarla, savaşlarla ilerleyen müthiş bir “aile” hikâyesi. “Miras”, bir ağaçla değilse de köküne kıran giren üzümlerle başlıyor. 19’uncu yüzyıl sonlarında, Fransa’dan bir bağcı, üzümlerine dadanan bir hastalık yüzünden artık o topraklarda üretim şansı kalmadığını anlayınca yeni dünyaya giden bir gemiye atlıyor ve bir tesadüf eseri gemiden ABD’de değil Şili’de iniyor. Sonrası yirminci yüzyılın fişek gibi bir hikâyesi. Şilili bir baba ile Venezuelalı bir anneden olma Fransız yazar Miguel Bonnefoy’un kaleminden… Birsel Uzma’nın çevirisi ve İş Bankası Kültür Yayınları’nın baskısı çok iyi.
Yenal Bilgici Kimdir?
Yenal Bilgici, gazeteci. 1979 İskenderun doğumlu. Siyaset bilimi eğitimi aldı. 2000 yılında gazeteciliğe başladı. Nokta, Aktüel, Newsweek, GQ Türkiye, Habertürk ve Hürriyet’te çalıştı; yazılı ve görsel birçok başka mecrada yazdı çizdi anlattı. Siyaset, kültür, tarih üzerine röportajlar yaptı, yapmaya devam ediyor. 2022 Ocak’ında Türkiye’de son dönemde yaşananları hakikat-sonrası çerçevesinde ele aldığı “Memlekette Tuhaf Zamanlar - Hakikat Sonrasıyla Geçen İki Binli Yıllarımız” isimli eseri Doğan Kitap’tan yayımlandı. 2019’da tarihçi İlber Ortaylı ile “Bir Ömür Nasıl Yaşanır” isimli, büyük ilgi gören bir nehir röportaj kitabı yayımladı, bu kitabı 2022 Şubat’ında yine Ortaylı ile söyleştiği “İnsan Geleceğini Nasıl Kurar” takip etti. Özellikle Avrupa gündemini takip etmeyi, toplum ve teknolojinin kesişiminden türeyen yeni dünya üzerine düşünmeyi, edebiyatı ve bir de bloglarında 'Eski Usul' ve 'Tuhaf Zamanlar’ yazmayı seviyor.
Brezilya günlükleri: Anne biz artık zengin miyiz? 21 Temmuz 2024
Tourists, Go Home! 14 Temmuz 2024
100 bin oyla Meclis’e giren gergedan Cacareco’nun ilham veren hikâyesi 07 Temmuz 2024
Cézanne’ın dağı, Sisifos’un çilesi, hem tanıdık hem yepyeni 30 Haziran 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI