YAZARLAR

Anneler Günü mü dediniz?

Annelik kisvesi altında kölelik, cefakarlık, fedakarlık kisvesi altında kadının kendinden vazgeçmesi bekleniyor. Anneliğin kutsandığı ülkede anneler hırpalanıyor, öldürülüyor, görmezden geliniyor. Oysa bu ülkenin en büyük muhalefetini kadınlar örgütlüyor. Meclis koridorlarında nöbet tutan kadınlar, yasal ve sosyal haklarından vazgeçmemek adına birlikte davranmayı sürdürüyor. Dayanışmayı, desteği elden bırakmıyorlar.

Özel gün kutlamaları zordur. Beklenti yaratır. “Benim için en büyük hediye sizin varlığınız” dense de reklamlar, sosyal medya, diziler o çıtayı tüketim üzerine kurmuştur bir kere.

Sevgililer Günü takı, Anneler Günü küçük ev aletleri pazarını canlandırır. Pırlantasız Sevgililer Günü düşünülemez, mayısın ikinci haftasında ise blender’sız mutfak kalmaz. Garanti süresi bir yılla sınırlı üretilen bu aletler, “düğmesine basınca bir de ışığı yanıyor” gibi küçük teknolojik gelişmelerle kendini yeniler, ‘yeni’ sürüm üzerinden yeni pazarlar yaratır. Reklamlar yoğuranı ayrı, doğrayanı ayrı, şekil vereni ayrı, pişireni ayrı aletlerle dolu mutfakları pazarlar.

Marketing Türkiye için yapılan bir araştırmada annelere anneler günü deyince ilk ne düşündükleri sorulmuş. Büyük çoğunluk “mutluluk” yanıtı vermiş. Kendi annesini, evladını düşündüğünü belirtenlerin yanı sıra, “özel hissetmek, hatırlanmak” yanıtı verenler de az değil. Araştırma sonucuna göre, anneler en çok çiçek almaktan mutlu oluyor. Giysi ve kozmetik ürünler ikinci ve üçüncü sırada. Çok pazarlanan küçük ev aletleri listenin sonlarına yerleşmiş.

Hediyeyi alt sıralara yerleştiren anneler “hatırlanmak” istemişler. Kadınlar doğar, büyür, evlenir ve çocuk sahibi olur. Sonra o çocuğun bakımını büyük ölçüde kadınlar üstlenir. Sadece çocuklarına değil eşlerine de annelik yapar kadınlar. Pişirir, yedirir, temizler, giydirir, hasta olur bakar. Sonra yılda bir gün bu görevleri yaptığı için “hatırlanır”, hediye alır, kendini özel hisseder. Ertesi günü gömlek neden yıkanmamış, yemek neden vaktinde pişmemiş, havlular neden değişmemiş tartışmalarıyla başka türlü ‘hatırlanır’. Bunlar öyle görevlerdir ki paylaşılmaz, biri evde iş yapıyorsa onun adı “yardım”dır. Erkek kendi gömleklerini ütüleyerek eşine ‘yardım’ eder, çocuk odasını toplayarak annesine ‘yardımcı’ olur.

Bir anne şöyle yakınmıştı: “Evde iş yapıyorlar ama ben söyleyince. Çarşafların ne zaman değişeceğini ben hatırlatıyorum, alışveriş eksiklerini ben söylüyorum, tuvalet kağıdı bittiğinde bile ben uyarırsam yenisini takıyorlar. Bütün işleri gene ben örgütlüyorum. Beni yoran zaten bunları sürekli düşünmek.”

Sorumlulukların bu şekilde paylaşıldığı bir evde daha az yorulanların sessiz ittifakıyla düzen sürüp gider. Bu düzeni değiştirmek isteyen kadınlar huysuzlukla, geçimsizlikle itham edilir. Annelik kisvesi altında kölelik, cefakarlık, fedakarlık kisvesi altında kadının kendinden vazgeçmesi beklenir. Çocuğum yok diyen bir kadına ya “hay allah olmuyor mu?” diye sorulur ya da “olur olur üzülme” denir. Anne olmayı tercih etmemiş olması düşünülemez bile ve zaten bu düşüncesini ifade ettiğinde yargılanacağını bilir.

Evrensel yazarı Ayşen Şahin, sosyal medya platformundan anneler günü kutlamasını şöyle paylaştı: “Yalnızca buyurulduğu, yazıldığı, beklendiği gibi; çilekeş, cefakar, mazlum, adanmış olmayı reddeden, kendi hayatından tamamen vazgeçmeden, kadın kimliğini unutmadan, toplumun bütün makbul sınavlarına rağmen, kendi gibi kalmayı başarıp mutlu çocuk büyütmeyi başarabilen süper gücün günü kutlu olsun”

***

Her gün en az bir kadının öldürüldüğü bir ülke burası. Birinin annesi, birinin kızı, birilerinin kardeşi, canı öldürülüyor… Çocuğunun yanında ya da karnında bebeğiyle birlikte katlediliyor. Kadınlar enselerinde ölüm korkusu, sosyal medyadan “beni kurtarın noolur” diye yalvarıyorlar. Çocuğu çatışmada ölen annelere şehitliğin kutsal bir mertebe olduğu anlatılıyor. Ateşin düştüğü yeri görmeyenler, yıllardır çocuğunun hiç olmazsa kemiklerini görmek isteyen annelere polis şiddeti uyguluyor, gözaltına alıyor.

Anneliğin kutsandığı ülkede anneler hırpalanıyor, öldürülüyor, görmezden geliniyor.

Oysa bu ülkenin en büyük muhalefetini kadınlar örgütlüyor. Yıllardır 8 Mart’ta her türlü engellemeye rağmen sokağı bırakmıyorlar. İstanbul Sözleşmesi için mahkeme önlerinde, Meclis koridorlarında nöbet tutan kadınlar, yasal ve sosyal haklarından vazgeçmemek adına birlikte davranmayı sürdürüyor. Ve Mor Çatı gibi sığınma evleri ile kadın cinayetlerini önleme konusundaki örgütlülük ve çabalarla dayanışmayı, desteği elden bırakmıyorlar. Katledilen kadınların duruşmalarını mutlaka takip ediyorlar, unutmuyorlar, unutturmuyorlar.

VE KİŞİSEL SAYILABİLECEK BİR ANI

Suzan Sunal - 7 Kasım 1986, TBMM önü

Yukardaki fotoğraf 7 Kasım 1986 tarihinde çekildi. Öğrenci dernekleri YÖK yasasının 44. maddesinin değişmesi için bir yürüyüş düzenlemişti. Son durak TBMM idi. Biz öğrenciler Eskişehir yolunda öğrencileri çiçeklerle karşılamıştık. Annem de bir buket çiçekle velileri temsilen oradaydı. O zaman 40 yaşındaymış. Bundan bir buçuk ay sonra biz gözaltına alındığımızda da annem Meclis Başkanı'nı ziyarete gitmiş, babamla birlikte bizim arkadaşlarımızın düzenlediği açlık grevine katılmıştı 1 günlüğüne. O zaman içerde bana gazeteyi gösterdiklerinde, en çok onlara iyi olduğumuzu duyuramadığımız için üzülmüştüm. Annem sonra bir kaç toplantımızda da konuşmalar yapmıştı.

O zamanlar çoğumuzun annesi bizimle birlikte değişmişti ve çoğumuz da bundan güç almıştık. Tüm annelerin gününü kutluyorum, gözlerinden öpüyorum.