Annelik, uzun kelime
Anneliği ve anneleri överken de, severken de, annelere ayrılmış yılın tek gününde de kadına esas yerinin evi olduğu durmaksızın hatırlatılmak isteniyor. Toplum anneden kepçeyle beklediği şefkat ve anlayışı anneye çay kaşığıyla bile vermiyor. Annelerin açtığı dev konforlu alan sayesinde kendimiz olabiliyoruz, annelerin günün yarım saatinde bile kendileri olmalarına tahammül yok.
“Baban yine gecikti” diyor, bayram sabahı erken saatlerde aradığım annemin sesi, bir rüyanın içinden gelir gibi. Ürperiyorum. Temmuzda babamı kaybedeli beş yıl olacak. Sesimdeki dağılmayı hissediyor hemen, “rüya kızım, rüyamı anlatıyordum sana,” diyor. Elimde olmadan uzatıyorum biraz, anlaşılan rüyaymış gerçekten, endişelenecek bir şey yok.
Seksen yaşındaki annemin gerçeklerle olan sağlam bağı, uyanık aklı ve dikkati benim için hayatta ters giden her şeyin düzelebileceği hissinin ta kendisi, hassas noktam. Dört yıl içinde elli yıllık hayat arkadaşını ve elli yaşındaki bir evladını kaybeden annemin aklı sapasağlam, şükür. Anneme hep düşkündüm. Bu kayıplardan beri anneme olan sevgim soluğumu kesiyor, gün içinde aklıma geldikçe bizimle olduğu için şükrediyorum.
Akıllı annem onun için endişelenmemize neden olmuyor, şahsi alanını da hep koruyor. Çok evcimen bir insan değildi, şimdi birkaç günden uzun misafirliği sevmiyor, hiçbirimizin yanında uzun uzun kalmıyor. Kendisini bekleyenler varmış gibi evine, kalesine dönüyor hemen. Tanıdığım, hayatı en coşkuyla seven insanlardan biri olan annem, kederin ve yasın büyük kısmını, kepçeyle almaktan hiç kaçınmıyor. Buna rağmen hep iyi ve sağlam duruyor, diğer evlatları için. Dünyanın fena bir yer olmadığı hissi için şu yaşta hâlâ annemin güçlü varlığına ihtiyacım var. Sanırım esasen bunu hissettiğinden, yalpalama, kendini bırakma hakkını hiç kullanmıyor. Ömür boyu süren bir annelik mesaisinin iyi yanlarından biri de bu olsa gerek, değil mi? İnsanı hayata bağlıyor.
Ablam Fazilet’in içinde tüm aileye yetecek kadar şefkat ve neşe barındırabilen sesi cıvıldıyor telefonun öbür ucunda. Anneler Günü’nde, anneme hepimiz adına aldığı armağanların fotoğraflarını aile postasına atıyor bir yandan da. Günlere yayılan titiz bir seçimle yine neler almış, hepsi birbirinden güzel. Ablamın iki çocuğuna, işine, anneme yetişme becerisi ve bunlarla beraber sosyal hayatını da sürdürebilmesi inanılmaz.
Çevrem, ailemden başlayarak iyi annelerle dolu. Öyle böyle değil, çok iyi anneler. İnsan hayatta herhangi bir şeyi ne kadar iyi yapabilirse, annelikte o kadar iyiler. Üstelik o fedakârlık ve şefkat yumağı içinde kendileri olarak kalabilecekleri bir alan yaratmayı da başarabiliyor çoğu. Toplumda “iyi anne”lerin çokluğu normal sayılırken, iyi babalık daima övgü topluyor. Çünkü kadınların sadece anne değil, iyi anne olmaları olağan sayılıyor. Aldatmamak, çocuklarıyla ilgili olmak hatta şiddete başvurmamak bile erkekler için övgü sebebiyken, annenin iyi anne oluşu cepte.
Kutsal annelik miti kadınlara yenilmez yutulmaz bir bakım emeğini ömür boyu kilitlerken bir yandan da onları ev sınırları içinde tutabilmek için rıza üreten bir uyanıklıktan başka bir şey değil. Toplum, din, kültür ortak yapımı dev prodüksiyon. Annelik kutsal değil. Her yere yetişmeleri, daima şefkatli olmaları, hiç yalpalayıp saçmalamamaları, tek ve biricik ömürlerini hep başkalarına, başkalarının ihtiyaçlarına adamaları beklenen anneler, birer insan. Her şey değişiyor, kadınların ömürlük annelik mesaisine kılıf uydurmak değişmiyor. Diziler, filmler, reklamlar daima karşılıksız anne şefkatini hava su olağanlığında kullanıyor. Rağbet gören pedagojik yaklaşımlardan bazıları kendilerini zaten suçlu ve yetersiz hisseden anneleri daha da kötü hissettirmek için elinden geleni ardına koymuyor. Medyanın yaygın kirli dili hangi ağır koşullar altında olursa olsun, faili eril şiddet olduğunda da çocuklara karşı işlenen suçlardan temelde anneyi sorumlu tutuyor. Kutsal anneyle sorumsuz anne arasından ok bile geçmiyor, bir adım sonrasında da cani anne var. Katilleri, şiddet faillerini doğuran ve yetiştirenlerin de kadınlar olduğunu söylemeyi seviyoruz. Evet bu doğru, ama anneleri her koşulda sarıp sarmalayan, hayatları çocuklarından ibaret kişiler olarak yetiştiren de toplum. Ailelerinden, eşlerinden göremedikleri ilgiyi arızalı biçimde oğlan çocuklarına yönlendirmelerine neden olan, ancak bir erkek evlat sahibi olduklarında kadının eline dolaylı ve sınırlı bir güç veren de toplum. Ters giden her şeyin yükünü annelerin omuzlarına yıkmak haksızlık bu bakımdan.
Toplum annelerden çok fazla şey ve bütün kadınlardan da anne olmayı bekliyor. Anne olmayan kadın tamamlanmamış sayılıyor. Şu veya bu nedenle çocuk sahibi olmak istemeyen ya da bundan çekinen kadınlara en eski klişelerden “kariyerist cadı” rolü düşüyor. Hayatın “anne olunca anlarsın” yanından kendini yırtmak gibi dehşet verici bir bencilliği kanıksamış kayıp ruhlar oluyor, anne olmayı seçmeyen kadınlar. Böyle bir tercihi değil, bu konudaki tereddütleri bile benimsemiyor kültür. Bu konuda hem istekli hem de tereddütlü olmak gibi gri alanlar yok sayılıyor.
Kutsal annelik mitinin ardındaki karanlığı anlatan “Karanlık Kız” filmi üzerine yazmıştım, son yıllarda izlediğim en iyi filmlerden biri olduğunu düşünüyorum. Çocuklarını çok seven ama omuzlarına bindirilen kutsal annelik mitinden de bıkıp usanmış, anneliğin son derece yorucu, boğucu yanlarının bahsini eden, zaman zaman havlu atan annelere büyük şefkat duyuyorum. Çok sevdiği çocuğundan yarım gün olsun ayrı, kendisiyle baş başa kalmanın derin özlemini çektiğini söyleyen bir anneyle karşılaştığımda ona işten güçten fırsat olsa derhal yarım günümü hediye edesim geliyor. Annelerin üzerindeki baskı, en temel insani ihtiyaçların dillendirilmesini bile güçleştirecek kadar büyük çünkü hâlâ.
Bir Anneler Günü’nü daha geride bıraktık. Çilekeş, fedakâr, kutsal anne söylemleri havalarda uçuştu yine. Kocaeli’de halk otobüsleri “Anneler Günü’ne özel” olarak dantel, halı, ev terliği gibi motiflerle süslendi. Annelere yarım gün olsun dünyayı vermek yerine otobüsleri de “ev”e çevirmek, tek başına muhayyile kıtlığıyla açıklanabilir gibi değil. Anneliği ve anneleri överken de, severken de, annelere ayrılmış yılın tek gününde de kadına esas yerinin evi olduğu durmaksızın hatırlatılmak isteniyor. Toplum anneden kepçeyle beklediği şefkat ve anlayışı anneye çay kaşığıyla bile vermiyor. Annelerin açtığı dev konforlu alan sayesinde kendimiz olabiliyoruz, annelerin günün yarım saatinde bile kendileri olmalarına tahammül yok. Anneleri annelikleriyle vurmaya çalışan bu oyunu her gün, her adımda yeniden bozmak gerekiyor.
Zehra Çelenk Kimdir?
Senarist ve yazar. Şiirleri erken yaşlarda Türk Dili, Yeni İnsan, Mavi Derinlik, Broy gibi dergilerde yayımlandı. Üniversitede okurken çeşitli dizilerin yazım ekiplerinde yer aldı. Dizi yazarlığının yanı sıra reklam metinleri, müzik videoları, tanıtım filmleri kaleme aldı. Senaryo seminerleri verdi. Lisans ve yüksek lisansını tamamladığı Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-Televizyon, Sinema Bölümü'nde 2007-2014 yılları arasında Televizyon Yazarlığı dersini verdi. 2007- 2008'de TRT 1'de yayınlanan Yeni Evli adlı 175 bölümlük günlük komedi dizisinin proje tasarımını, başyazarlığını ve süpervizörlüğünü yaptı. 2011'de, öykü ve senaryosunu yazdığı Hayata Beş Kala adlı dizinin yapımcılığını üstlendi. Seyyahların İzinde ve Anadolu'da Zaman gibi TV belgesellerinde de yapımcı olarak görev aldı. Öykü ve senaryosunu yazdığı, 2014'te Fox TV'de yayınlanan Ruhumun Aynası adlı dizisi, 2015'te Artemis'ten aynı adla yayımlanan ilk romanına ilham oldu. Türkiye'de bir diziden romana uyarlanan ilk eserdir. İstanbul'da yaşıyor, TV- sinema işleri ve edebiyatla uğraşıyor.
Dünyayı değiştirirken kendi yaralarını da sarmak mümkün mü 16 Ekim 2024
Doğumdan ölüme eril tahakküm ve artan şiddet 06 Ekim 2024
Kadınların mutluluğu ve mutsuzluğu 24 Eylül 2024
Melek değil katledilmiş bir kız çocuğu: Narin’e ne oldu? 10 Eylül 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI