Antik Çağ’dan günümüze Anadolu’nun güneyinde oluşan depremler
Eski çalışmalarda, bir bölgede meydana gelen depremlerin tahmininde aletsel olarak kaydedilebilen son yüzyıl depremleri kullanılırken, günümüzde tarihsel dönem kayıtlarının da önemli olduğu anlaşıldı.
Bundan yaklaşık 4,5 milyar önce meydana gelen gezegenimiz, bugün üzerinde yaşadığımız gezegenden çok farklıydı. İlk zamanlarda gezegenin kabuğu, mantosu ve çekirdeği yoktu ve bunun yerine tüm elementler eşit olarak bir aradaydı. Okyanuslar, kıtalar ve atmosfer yoktu. Dünya zamanla, göktaşı çarpışmaları ve gezegensel sıkışmanın da etkisiyle ısınmaya başladı. Birkaç yüz milyon yıl sonra sıcaklık, demirin erime sıcaklığı olan 2 bin dereceye ulaştı ve Dünya’nın çekirdeği oluştu. Zamanla Dünya soğumaya başladı ve bir manto kabuğuna yerleşti. Burada oluşan ilk tektonik depremlerle Dünya bugün de bildiğimiz haline dönüşmeye başladı.
Alt manto olarak adlandırdığımız katman Dünya’nın dış çekirdeğine kadar uzanır. Dünya’nın dış çekirdeğiyse 2 bin 260 kilometrelik bir sıvı nikel ve demir havuzudur. Sıcaklık 4 bin ile 5 bin 700 santigrat derece arasında seyreder. En merkezde bir demir ve nikel alaşımından oluşan iç çekirdek bulunur. 1220 km yarıçapıyla Ay’ın yüzde 70’i boyutunda ve yaklaşık 5 bin 500 derece ısıya sahiptir. Yani Güneş’in yüzeyi kadar sıcak olduğunu söyleyebiliriz. Buna karşın çekirdek üzerindeki basınç o kadar fazladır ki demir dahi bu sıcaklıkta eriyemez. Dünya zaman içerisinde soğuyunca yüzey ince bir kabuk oluşturdu ama içerideki erimiş kayalar çalkalanmaya devam etti.
DÜNYA'NIN ATMOSFERİ VE OKYANUSLARIN OLUŞUMU
Bundan 4 milyar yıl önce Dünya’nın atmosferi ve okyanuslar oluşmaya başladı. Dünya’nın ilk atmosferi yeterince oksijen içermese de atmosferin ve okyanusların varlığı ilk canlı yaşamın oluşması için bir dayanak noktası oldu. Mikroorganizmalar yaklaşık 4 milyar yıl önce evrildi. Yaklaşık 2,5 milyar yıl önce ise atmosferde yeterince oksijen birikti. Artık Dünya canlı yaşamına hazırdı.
KITALAR YILDA ORTAMALA 2 SANTİMETRE YER DEĞİŞTİRİR
Eski toplumlar, Dünya’nın, bir öküzün boynuzları üzerinde durduğuna ve öküz her başını salladığında deprem olduğuna inanırdı. Bu durum aslında birbirine yaklaşan levhaların bir süre sonra birbiriyle çarpışması sonucu ortaya çıkan sarsıntılardı. Bu çarpışmalardan da yeryüzü şekilleri oluştu. İşte tüm bunlara neden olan şey Levha Tektoniğidir ve bu şu anda da devam eden dinamik bir süreçtir. Bu mekanizma içinde her kıta, yılda ortalama olarak 2 santimetre yer değiştirir. Güneş Sistemi içerisinde Levha Tektoniğine sahip tek gezegen Dünya’dır. Eğer Levha Hareketi olmasaydı, karbon tüketilip yenilenemezdi ve Dünya, tıpkı Venüs gibi aşırı ısınırdı.
Dünyanın ince kabuğu sürekli hareket halinde olan dev parçalardan oluşur. Parçalar buluştukları yerlerde dev dağları veya dibe dalarak devasa çukurları oluşturdu. Dünya’nın en yüksek noktası olan Everest ve en derin noktası olan Mariana Çukuru bu şekilde oluştu.
NEDEN DÜNYA DEDİK?
Peki, üzerinde yaşadığımız bu ıslak ve yuvarlak kaya parçasına neden Dünya dedik hiç düşündünüz mü? Dünya, Arapça kökenli bir isimdir ve ‘aşağıda, beri tarafta olan şey, yeryüzü’ manasına gelir.
Türkiye’nin yeryüzü şekilleri Arap Levhasının, Anadolu Levhasına çarptığı dönemde belirlendi. Anadolu levhasının yeni tektonik dönemini başlatan bu süreç ortalama 11,5 milyon yıl önce Orta Miyosen olarak adlandırılan dönemde gerçekleşti. Arap Levhası, Türkiye’nin deprem kuşağında olmasının başlıca nedeni. Afrika-Arap levhasının, bir diğer büyük levha olan Avrasya ile çarpıştığı alanlar Avrupa’nın Alp Dağları’ndan Himalaya’ya kadar çok geniş bir alanda deprem kuşağını oluşturuyor. Bu iki büyük Tektonik Levha arasında kalan Anadolu Levhasında ise şiddetli depremler yaşanıyor.
BEŞ BÜYÜK DEPREM GEÇİRDİ
Gerek Bitlis-Zagros Kenet Kuşağı’nın oluşumundan günümüze kadar ki bindirme fayları, gerekse Doğu Anadolu Fayı ve bu fayın eşlenikleri olan Lice Fay Zonu ve Bozova Fayı gibi faylar boyunca meydana gelen hareketler sonucu, Güneydoğu Anadolu bölgesi içinde ve yakın yöresinde değişik şiddetlerde yüzlerce büyük deprem meydana geldi. Hazar Gölü genç tortulları üzerinde yapılan araştırmalarda, buranın beş adet büyük deprem geçirdiği ortaya konuldu. Ayrıca, fay zonları boyunca meydana gelen çok sayıda güncel depremin varlığı da bu fayların diriliğini gösteriyor.
Güncel deprem aktiviteleri incelendiğinde, değişik büyüklükte pek çok deprem odağının bu aktif fay zonları ile örtüştüğü görülüyor. Dolayısıyla bu bölgedeki fayların aktif olduklarını ve değişik büyüklüklerde sürekli deprem üretme potansiyeline sahip olduklarını söyleyebiliriz.
GÜNEYDOĞU DAHA BÜYÜK DEPREMLERE GEBE
Güneydoğu Anadolu bölgesi ve yakın yöresi, Türkiye’nin en büyük tektonik yapılarından Doğu Anadolu Fay Zonu, Bitlis Zagros Kenet Kuşağı, Ölü Deniz Fay Zonu ve bu fayların eşlenikleri olan daha küçük faylarla kesilmiş bulunuyor. Bu fayların üzerinde yoğun bir deprem aktivitesi bulunmasına rağmen, üzerinde yer alan sismik boşluklardan dolayı bölgenin, önümüzdeki yüzyıl içinde, geçmiş dönemlerde meydana gelen depremlere benzer ve son dönemlerde meydana gelen depremlerden daha büyük depremlere gebe bir durumda olduğunu söyleyebiliriz.
Görüldüğü gibi depremler, yeraltında biriken potansiyel enerjinin, aniden boşalması olarak tanımlanan jeolojik bir olaydır. Yeryüzü tabakalarının birbiri üzerine belirli noktalarda kuvvet uygulaması sonucunda biriken bu potansiyel enerji, fiziki kurallara uygun olarak paralel şekilde yayılır. Bu durum sonucunda meydana gelen sarsıntılar, ses-ışık-ısı-gürültü şeklindeki enerjiler olarak yaşanır ve bu kırılma noktalarında yeryüzü çatlakları oluşur. Yeryüzündeki arazi parçalarının birbirini sıkıştırması ile oluşan basınç sonucundaki kırılmalar, yanardağlardaki volkanik patlamalar ve tsunamiler yeryüzündeki insan için hep felaket ve yıkım olarak görülmüştür.
ESKİ İNSANLARIN JEOLOJİK OLAYLARI NASIL ALGILADIĞINI BİLMİYORUZ
Dünyanın oluşumu ile birlikte var olduğu bilinen bu jeolojik olayların en eski insanlar tarafından nasıl algılandığını bilmiyoruz. Ancak Neolitik dönemle birlikte yerleşik hayata geçen insanların bu tip doğa olaylarını betimlemeye başlaması, kendisinin de onu açıklaması ile ilgili bir ön görüsünün olabileceğini düşünmek mümkün. Örneğin Çatalhöyük’te tapınak duvarına işlenen ve üzerinde bazı noktaların işaret edildiği görülen harita şeklindeki duvar resminin hemen yakınındaki eski bir volkanik dağ olan Hasan Dağı ile ilişkili olabileceği düşünülmekte. Bu resmin, tapınak duvarında işlenmesi yanardağ patlamaları ve benzer diğer felaketlerin nedenlerini din ve inanç ile açıklanması şeklinde yorumlanabilir.
Gerçekten de yazının kullanılmaya başlanması ile birlikte Anadolu, Mezopotamya ve diğer Yakın Doğu bölgelerinde ele geçen birçok yazılı belgede, deprem felaketlerinin tanrılara karşı yapılan saygısızlıklarla ilişkilendirilerek, tanrıların insanlara karşı bir gazabı olarak nitelendirildiklerini görmekteyiz.
DOĞU ANADOLU YÜZDE 40-60 DARALDI
Avrasya-Arabistan levhalarının çarpışmasından sonra Doğu Anadolu son 10 milyon yıldan bu yana kuzey-güney yönünde ortalama yüzde 40-60 oranında daraldı ve yerkabuğu kalınlaşıp yükseldi. Doğu Anadolu bölgesini batıda Kuzey Anadolu Fayı ve Doğu Anadolu Fayı sınırlar. Bu bölgede ve kuzeyde Kafkaslar’da kuzey-güney yönlü sıkışma hareketi 30 mm/yıl olarak bulundu ve buradaki deformasyonun yüzde 10-40’nın depremlerle ilişkili olduğu belirtildi. Deformasyonun önemli bir bölümü bu bölgenin batıdaki Anadolu Levhası ile sınırını oluşturan Doğu Anadolu Fayı üzerinden geçiyor. Sıkışma; bölgede dağlar arası çöküntü havzaları, yanal atımlı faylar, açılma çatlakları, kıvrımlı-bindirmeli alanlar ve Pliyo-Kuvaterner (2 milyon yıl) yaşlı volkan püskürmeleri oluşturdu.
ANADOLU, DEPREMLER AÇISINDAN ÇİN'DEN SONRA İKİNCİ SIRADA
Son derece aktif fay hatlarının bulunduğu Anadolu, dünyada günümüze kadar yaşanmış olan depremler açısından Çin’den sonra ikinci sırada yer alır. Neolitik dönemde Çatalhöyük’te tapınak duvarına işlenen ve volkanik dağ olan Hasan Dağı ile ilişkilendirilen betimleme Anadolu’da ki en eski betimdir. Kalkolitik dönemde benzer betimlemelerin ele geçmemiş olması Anadolu’da bu dönemde depremin yaşanmadığı anlamına gelmemelidir. Çünkü kazıları yapılan birçok Kalkolitik yerleşim yerinde ortaya çıkan bazı kırılma izleri ve yangın tabakaları mevcuttur.
Yine Doğu Anadolu’da aktif fay hatları üzerinde kurulan Urartu Devleti’nin mimari bilincinin hareketli coğrafyasına göre şekillendiğini anlıyoruz. Örneğin kale ve sur duvarlarında kyklopik denen devasa taşların kullanılması, depremlere karşı bir önlem olarak yorumlanır. Ancak yine de sürekli yaşanan depremlerden fazlası ile etkilenmiş olmalı ki MÖ 7’nci yüzyılda merkezi otoritesinin zayıflaması sonucu dışarıdan gelen saldırılara karşı direnç gösteremeyip çöküş sürecine girdiği anlaşılıyor. Anadolu’da depremlerin şiddetinin en bariz şekilde anlaşılabilen dönemi MÖ 1’inci bin ve sonrası olarak karşımıza çıkar. Yazılı kayıtların bolluğu ve arkeolojik veriler, meydana gelmiş olan bazı depremler hakkında ayrıntılı bilgi sahibi olmamızı sağlıyor.
KAYIT ALTINDAKİ DEPREMLERİN ÇOĞU METROPOLLERDE YAŞANDI
MÖ 4’üncü yüzyıl ve sonrasında Anadolu coğrafyasında kayıtlı olarak bilinen yüzden fazla deprem yaşandı. Bu kayıt altındaki depremlerin çoğu o dönemin en önemli metropolleri diyebileceğimiz Bergama, Efes, Milet, Kyzikos Antakya, Konstantinopolis ve çevrelerinde yaşandı. Örneğin depremlerin oluştuğu kentlerdeki yıkılan devlet binaları, surlar, halka yapılan yardımlar ve vergi muafiyetleri ile ilgili günümüze ulaşan çok sayıda yazılı belge mevcuttur. Fakat daha küçük yerleşme yerlerinde yaşanmış olan ancak kayıt altına alınmayan yüzlerce depremin de Anadolu’da yaşanmış olabileceğini söylemek yanlış olmaz.
Önemli bir bölümü hareketli fay hatları üzerinde olan Anadolu’da Bizans döneminde de özellikle İstanbul ve Marmara bölgesinde çok önemli depremlerin yaşandığını biliyoruz. Aynı durum Selçuklu ve Osmanlı dönemleri için de geçerlidir. Doğu Anadolu’da İlk Çağ’da olduğu gibi Orta Çağ’da da kayıtlı verilerin azlığı nedeni ile en az diğer bölgeler kadar ciddi depremlerin yaşandığını tahmin etmemizle birlikte tarihleri ve tahribat boyutları açısından çok fazla bilgiye sahip değiliz.
TUNÇ ÇAĞI'NDA CİDDİ DEPREMLER YAŞANDI
Son yıllarda Diyarbakır ve çevresinde gerçekleştirilen arkeolojik kazılardan biri olan Salat Tepe çalışmalarından Tunç Çağı’nda ciddi depremlerin yaşandığı anlaşıldı. Bu depremlerin izlerini Üçtepe, Gricano, Kavuşan Höyük, Ziyaret Tepe, Salat tepe, Kenan Tepe ve Hırbe Merdan gibi yerleşim yerlerinde ortaya çıkarılan kesitlerden de takip edebilmekteyiz. Deprem fay hatları içerisinde yer alan Diyarbakır merkezinde de ciddi tahribatları gösteren kayıtlar mevcut. Bu kayıtlara göre MS 1114-1115 yıllarında Diyarbakır’da meydana gelen deprem sonucu kentteki Ulu Cami’nin tahrip olduğu ve bir yangının yaşandığını öğreniyoruz. Yine Anadolu’nun bu talihsiz deprem kaderi ile ilgili en acı örneği tıpkı 17 Ağustos 1999’da Marmara depreminde görüldüğü gibi aynı bölgede Roma döneminde yaşanan bir depremde küçük çocuğunu kaybeden bir babanın oğluna yaptırdığı mezar stelinden okuyabiliyoruz.
Nitekim 6 Şubat 2023 tarihinde, Türkiye saati ile 04.17’de ve 13.24’te merkez üssü Pazarcık ve Elbistan olan Mw 7.7 ve Mw 7.6 büyüklüğünde iki deprem meydana geldi. 7.7 büyüklüğündeki ilk deprem yerin 8.6 km derinliğinde meydana gelirken, 7.6 büyüklüğündeki ikinci deprem yerin 7 km derinliğinde meydana geldi. Maraş, Hatay, Adıyaman, Antep, Adana, Osmaniye, Urfa, Kilis, Diyarbakır ve Malatya’da büyük yıkıma yol açtı.
BÖLGE, ANADOLU'NUN KADİM UYGARLIKLARA AÇILAN KAPISI
Depremin etkili olduğu bu bölge, Anadolu’nun kadim uygarlıklara açılan kapısıdır ve yurdumuzun en eski yerleşimlerinin bulunduğu, birçok antik uygarlığın yer aldığı son derece önemli bir bölgedir. Yerleşime ve tarıma elverişli geniş düzlüklere sahip olması, insan hayatı ve faaliyetleri için elverişli bir iklimin yaşanması, Fırat ve Dicle ırmaklarının geçtiği güzergah olması gibi, doğal ortamın sağladığı avantajları kullanan bölge, eski çağlardan beri insanları kendisine çekmiş ve bir kültür-medeniyet alanı doğurmuştur. Tarihteki depremler incelendiğinde eski insanların sosyokültürel, ekonomik ve dinsel yapılanmalarının izleri görülebilir. Günümüzde bile bu izlerin pratik yaşamdaki izlerini sürmek mümkün...
Gelecekte meydana gelebilecek depremleri tahmin etmenin en önemli yollarından bir tanesi de geçmişte ne olduğunu iyi bilmektir. Eski çalışmalarda, bir bölgede meydana gelen depremlerin tahmininde, sadece aletsel olarak kaydedilebilen son yüzyıl depremleri kullanılırken artık günümüzde tarihsel dönem kayıtlarının da önemli olduğu anlaşıldı. Arkeolojik kanıtlar bir deprem için kesin bilgi vermemekle birlikte Deprem Jeolojisi, Jeoarkeoloji, Arkeojeoloji, Arkeosismoloji, Arkeojeofizik gibi disiplinler arası çalışmalar ile kısmen de olsa kesinlik kazanmakta.
*Dicle Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Maden Mühendisliği Bölümü, Genel Jeoloji Anabilim Dalı, Prof. Dr.