Antik dönemde Ege ve Akdeniz'de salgın hastalıklar
Eski Çağ’da salgınlar geniş coğrafi alanlara yayıldı, nüfusu fazla bölgelerde bulaşma hızı ve ölümcüllüğü yüksek oldu ve sönümlenir gibi olsa da on yıllarca sürdü.
Mustafa H. Sayar*
Atinalı tarihçi Tukididis (Thukydides) tarafından Etiyopya’da başladığı öne sürülen salgın hastalık, büyük ihtimalle M.Ö. 436 yılında Mısır ve Pers Krallığı üzerinden Karadeniz ve Akdeniz bölgelerine yayılmaya başlayarak, 430 yılında Pire Limanı’na ve oradan da Attika Bölgesi ve Atina şehrine ulaştı. Daha sonra İtalya yarımadasına ve tüm Akdeniz’e yayılan salgının çiçek hastalığı olduğunu tıp tarihçileri belirtiyor.
431 yılında Sparta ve müttefikleriyle savaşmaya başlayan Atina’ya salgın ulaştığı sırada şehir kuşatma altındaydı. Atinalılar, Attika Bölgesi’ndeki halkı şehrin surlarının arkasında korumaya aldıklarından; büyük bir insan topluluğu, dar bir alanda uzun süre birlikte yaşamak zorunda kalmıştı. Atina ve müttefikleri ile Sparta ve müttefikleri arasında yapılan savaşı yazan ve salgın sırasında Atina şehrinde bulunan tarihçi Tukididis, toplumun her kesiminden, her yaştan, her cinsiyetten insanın sokaklarda nasıl can verdiklerini anlatır. İnsanlar birbirleriyle temastan kaçınıyor ve ölmek üzere olanları kaderleriyle baş başa bırakıyorlardı. Sadece hastalığa yakalandıktan sonra iyileşenler hastalara yardımcı olabiliyordu. Tukididis de hastalığa yakalanıp iyileşenlerden birisiydi. Onun anlatımına göre ölmeden hastalığı atlatanlar bağışıklık kazanmaktaydı.
ATİNA KÜLTÜRÜNÜN ÇÖKMESİNİN NEDENLERİNDEN BİRİ: SALGIN
Atina’da savaşın ikinci yılında bitlenme nedeniyle yeni bir salgın başladığı ve 429/428 kışında yayılan salgın hastalığın bu kez tifüs olduğu düşünülmektedir. Hastalananların derilerinin kızarması, kabarıklıklar görülmesi, öksürük, hapşırma, ses kısıklığı, kusma ve ishal en fazla dikkati çeken belirtiler olarak yine Tukididis tarafından aktarılır. Bazı tarihçiler bu nedenle salgına “Tukididis Salgını” adını da vermektedirler. İki yıl boyunca ölümcül bir şekilde yayılan salgında Atina şehir nüfusunun dörtte biri ölür. 430 yılında ölenler arasında Atinalı ünlü devlet adamı Perikles ve oğulları Xanthippos ve Parolos da bulunuyordu. Perikles, 429 yılı Ağustos sonu veya Eylül ayı başında ölmeden hemen önce şehri Spartalılara karşı savunmakla görevli en üst düzey komutan olarak görevlendirilmişti. Yaklaşık 20 yıl boyunca dönemin en güçlü şehir devleti olan Atina’nın politikasını belirlemiş olan Perikles’in ölümü, Atina’nın bundan sonra dış politikada yaşayacağı kayıpların da en önde gelen nedeniydi. Salgın 428 yılı başında sönümlendi ancak 427/426 kışında, Spartalılar Atina’yı kuşattıklarında yeniden başladı. Eski Çağ Tıp Tarihi yayınlarında da “Attika Salgını” olarak tanımlanan bu salgın, tarihçiler tarafından hem Atina’nın Sparta ile yaptığı savaşı kaybetmesi hem de Eski Çağ klasik kültürünün çökmesinin nedenlerinden biri olarak yorumlanmaktadır.
Atina’daki salgının görgü tanığı olan ve kendisi de salgında hastalanan Tukididis, yaşananları çok ayrıntılı şekilde aktarır. Ondan yaklaşık 300 yıl sonra yaşamış olan Plutarkhos ise Perikles’in yaşamını anlattığı metinde; hastalığa yakalandıktan sonra ölüm döşeğinde yatarken dostlarıyla ve aile fertleriyle uzun konuşmalar yaparak vedalaştığını ve onlara hayata dair çeşitli tavsiyelerde bulunduğunu yazar. Bu tanımlama felsefe eğitimi almış bir siyasetçi olan Perikles’in yaşadığı gibi ölüme de dimdik yürüdüğü izlenimini yaratır. Ölmeden önce salgında kız kardeşini ve iki oğlunu kaybeden Perikles’in son anları hakkında Plutarkhos’un yaptığı tanımlama incelendiğinde hastalığının veba olmadığı da anlaşılır. Zaten Tukididis’in salgın hakkında verdiği bilgiler de bu hastalığın veba olamayacağını kanıtlar.
Bazı duyumlara göre salgının Atina’da başlamasına Spartalıların şehre sızarak, kuyuları hastalık bulaştıracak şekilde kirletmeleri neden olmuştur. Tukididis de eserinde hastalık hakkında somut bilgiler vererek daha sonra bu tür bir olayla karşılaşıldığında nasıl davranılacağına ilişkin yol göstermiştir. Tukididis’in bu hastalığın belirtileri ve gelişimi hakkında verdiği bilgiler güvenilir niteliktedir. Çünkü eserinde kendisinin hastalığa yakalanışını ve çevresindeki hastaların hayatlarını nasıl kaybettiklerini anlatır.
HİPOKRAT'IN SALGIN TESPİTLERİ
Ege dünyasında Eski Çağ yazarları tarafından en ayrıntılı şekilde aktarılan Attika ya da Tukididis salgını dışında da birçok salgının meydana geldiğine hiç şüphe yoktur. Bunlar hakkında en kapsamlı bilgiyi Kos (İstanköy) Adası’nda, M.Ö. 460 yılında doğduğu tahmin edilen ve modern tıbbın kurucusu olarak kabul edilen Hipokrat’tan (Hippokrates) öğreniyoruz. Hipokrat, M.Ö. 4. yüzyıl başlarında Marmara Denizi’nin Kuzey sahilinde yer alan Perinthos’a (Marmara Ereğlisi) deniz yoluyla gelir ve burada pek çok hastalığa ilişkin belirtileri inceler. Ölümcül hastalıkların görülme sıklığının istatistiğini çıkararak hangi hastalıkların, hangi mevsimlerde arttığını araştırır. Hipokrat saptadığı hastalık belirtilerini salgın hastalıklara ilişkin kitabında ayrıntılarıyla anlatır. Eserinde bu tanılara yer verdiği sayfalarda her seferinde, “Perinthos’ta” ifadesiyle bu teşhislerini bizzat Perinthos’a gelerek yaptığını vurgular. Hipokrat’ın hastalık teşhisleri incelendiğinde bölgesel ve bölgeler üstü mevsimsel salgın hastalık ve alerji türlerini tespit ettiği anlaşılır. Hipokrat’ın M.Ö. 370 yılında Teselya’da ölümüne kadar kendisi, damadı ve oğulları tarafından, salgın hastalıklar hakkında tam bir tıbbi çalışma yapılmıştır. Örnek olarak Perinthos’ta M.Ö. 4. yy. başında Hipokrat’ın bizzat yaptığı incelemelere bakıldığında olabildiğince ayrıntılı teşhisler konulduğu ve bu sayede “Perinthos Öksürüğü” adı verilen bir hastalığın o bölgede yaygın olduğu anlaşılıyor:
“Perinthos’a tam yaz güneşi dönümünde vardık. Öğrendiğimize göre kış, güney rüzgarının esintisi nedeniyle ılıman geçmişti. İlkbahar ve yaz aylarında ise kuraklık yaşanmıştı. Zaman zaman sadece birkaç damla yağmur yağmıştı. Mevsim rüzgarları çok sert esmiyordu. Eğer eserse çok hafif hissedilmekteydi.”
“Belli zaman dilimlerinde ve belli mevsimlerde hastalıkların değişken hava şartlarında arttığı gözlenmektedir. Bu hastalıklar düzenli şekilde kayıt altına alınmışlardı. Ancak hava şartlarının çok değişken olduğu dönemlerde ne olduğu hakkında karar vermenin zor olduğu hastalıklar ortaya çıkmıştır.”
“Bu durum Perinthos’ta da ortaya çıkmıştır. Bu şehirde rüzgârın şiddetle estiği dönemler ve rüzgârın hiç esmediği dönemlerde, yağış dönemleri ile kuraklık dönemlerinde, bunaltıcı sıcak ve dondurucu soğuk olan dönemlerde ya hastalıklar hiç ortaya çıkmıyor ya aşırı derecede yaygın bir şekilde görülüyor. İlkbahar ise genel olarak en sağlıklı dönem olarak saptanmaktadır. Çünkü en az ölüm olayı ilkbahar mevsiminde meydana gelmektedir”.
“Perinthos’ta ilkbaharda çoğu kış aylarında baş dönmesiyle gelen öksürük şikayetiyle başlayan salgından etkilenenler hayatlarını kaybetmişlerdi. Birçok hastada uzun süren hastalıkların belirtileri ortaya çıkmış ve böylece tam olarak teşhis konulamayan hastalıkların hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde tespit edilmeleri mümkün olmuştu. Burada uzun süren hastalıklardan şikayetleri olan hastaların birçoğunda dayanılmaz bir ense kökü ağrısı olduğunu tespit etme imkânı bulduk. Başka şikayetleri olan hastaları incelemem beni onlara Kyniskos’un götürmesi sayesinde mümkün oldu.”
“Eğer bir hastalığın ortaya çıkmasından önce vücudun herhangi bir bölgesinde yorgunluk belirtileri ortaya çıkarsa, vücut sıvılarının iltihaplı akıntısıyla tıpkı Perinthos’taki, öksürük hastalıklarında olduğu gibi yüksek ateşe sebep olmaktadır.”
Hipokrat’ın Perinthos’ta belirlediği semptomları Roma İmparatorluk Dönemi’nde yaşamış olan Bergamalı Doktor Galenos, başka yerlerde belirlediği semptomlarla karşılaştırmaktadır. M.S. 4. yüzyıl sonları ve 5. yüzyıl başlarında yaşamış olan Palladius da Hipokrat’ın teşhislerini yorumlayarak, bu az bilinen saman alerjisine dikkati çekmektedir. Hipokrat’ın “Perinthos Öksürüğü” olarak tanımladığı bir tür alerjiye ilişkin yaptığı saptamaları çağdaş tıp tarihçileri de halen ayrıntılı bir şekilde inceliyor.
KERVANLARLA TAŞINAN SALGINLAR
Eski Çağ Tıp Tarihi alanında, “Corpus Hippocraticum” başlığı altında bir araya getirilmiş tıbbi araştırmaların sonuçlarını tanıtan 60 eser arasında salgın hastalıklara ilişkin veriler incelendiğinde; milattan önceki yüzyıllarda Ege ve Akdeniz dünyasında çok sayıda salgının meydana geldiği anlaşılır. Bunların bir kısmı yerel düzeyde kalırken bir kısmı da bölgeler üstü boyutlara ulaşıyordu. Özellikle şehirlerin içme suyu ve atık su tahliye sistemlerinin tahrip olması nedeniyle salgın hastalıkların deprem bölgelerinde yoğun olarak ortaya çıktığı, başta veba ve tifüs olmak üzere, kolera ve benzeri hastalıkların hızla yayıldığı, bazı bölgelerin nüfus yapılarında değişiklikler olduğunu tahmin ediyoruz. Ancak milattan sonraki yüzyıllarda tarih yazımının daha somut bilgiler vermesi ve özellikle Ege ve Akdeniz üzerinden bölgelerarası hareketliliğin artması sonucunda salgın hastalıkların taşınarak geniş bölgeleri etkilemesiyle büyük can kayıplarına yol açmış olduğunu öğrenebiliyoruz.
Hem milattan önceki hem de milattan sonraki salgınların tarih yazımına yansıyan ortak özelliği; bu salgın hastalıkların çıkış yerlerinin, Etiyopya, Mısır, Mezopotamya gibi doğu bölgeleri olarak gösterilmeleridir. Salgınların ortaya çıktığından şüphelenilen yerlerin genellikle Doğu Akdeniz ve Mezopotamya’da Uzak Doğu’dan gelen kervan yolları üzerinde veya kervan yollarının bitiminde yerleşim yerleri bulunması Eski Çağ’daki salgınların asıl çıkış yerlerinin daha doğuda belki de Uzak Doğu bölgelerinde aranması gerektiğini düşündürür. Eski Çağ salgınları günümüzdeki salgınlarda da olduğu gibi Asya’nın doğusu ya da güneydoğusunda ortaya çıkmış ve kervanlarla batıya taşınarak Mezopotamya’daki yerleşim yerlerine ve Doğu Akdeniz’deki önemli limanlara ulaşmıştır. Oradan da deniz yoluyla Akdeniz’in diğer limanlarına nakledilen mallarla aktarılarak yayılmış olabilirler.
Günümüzde olduğu gibi Eski Çağ’da da salgınların bölgelerarası iletişimle geniş coğrafi alanlara yayıldığı, nüfus yoğunluğu fazla olan bölgelerde bulaşma hızının ve ölümcüllüğün yüksek olduğu ve zaman zaman sönümlenir gibi olsa da genellikle on yıllarca sürerek birçok bölgede nüfus yapılarının da değişmesine neden olduğu anlaşılmaktadır. Tarih boyunca ortaya çıkan salgınlara oranla 21. yüzyılda oluşan salgınlar karşısında insanlık, tıp biliminin ulaştığı gelişmeler ve buluşlarla elbette çok daha iyi bir düzeye ulaştı. Dileğimiz ortaya çıkan ve çıkacak olan salgınlara karşı tüm dünyanın birlikte hareket ederek geniş coğrafyalara yayılmalarını ve yıllarca sürmelerini engellemek için ortak önlemler almalarıdır.
* Prof. Dr. İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü