Aradığınız devlet bulunamadı, toplumdan destek alın

Savcı ne Emniyet’in ne de basının kendisine yardım etmeyeceğini biliyor. “Bu kaydı yayın” demesi de ondan. Bu anlamda, gizliliğe sığınarak devletten değil, açıklığa dayanarak toplumdan destek istiyor.

Google Haberlere Abone ol

İdil Elveriş*

Geçtiğimiz hafta, Türkiye ilk kez, YouTube üstünden vatandaşlara hitap eden ve Urfa’nın Viranşehir ilçesinde görev yapan bir Cumhuriyet savcısı ile karşılaştı. 18 Mayıs gecesi itibarıyla #seninleyizsavcıeyyupakbulut hashtag’i 'trending topic' olduğu gibi, bu başlık altında 173 bin tweet atılmıştı. İçinde hukukçu olmayanları zorlayabilecek birçok hukuki değerlendirme yapılmış olan yarım saatlik bir video kaydı, niye popüler oldu? Hem de aynı mecrada bir suç örgütü liderinin haftalardır siyasî skandal niteliğinde birçok paylaşım yaptığı bir dönemde? Bu kısa yorumda, Cumhuriyet savcısının söylediklerini, bunların nasıl ve niye söylediğini ve bunun Türkiye’de vatandaşların adalet arayışı bakımından nasıl bir anlamı olduğunu değerlendirmeye çalışacağım.

BOZULAN GELENEK Mİ? CEZA HUKUKUNUN TOPLUMLA BAĞININ KURULMASI MI?

Türkiye’nin de içinde yer aldığı otoriter rejimlerde, normal zamanlarda dahi hassas bir dengede yürüyen hukuk-siyaset ilişkisi bozuldu. Siyaset, genel anlamda hukuka ve özellikle işini hakkıyla yapmaya çalışan hukukçulara tam bir saldırı halinde. Bunun sonucunda hukuktan beklenen bağımsız ve tarafsız hakem rolünün oynanması imkansızlaştığı gibi, birçok hukuksuzluk bizzat hukuk eliyle yapılıyor. Bu nedenle hukuk ve yargı çok ciddi yara aldı. Hukukçularda genel bir bıkkınlık ve moralsizlik olduğu söylenebilir. Özellikle, yargı 15 Temmuz sonrasındaki dönemde, personelinin neredeyse üçte birini ve birçok kurumsal geleneğini kaybettiği gibi, çok yakın zamana dek aynı kürsüde görev yaptığı insanların tutuklandığına, cezaevine konulduğuna şahitlik etti. Yerlerine iktidarla bağlantılı, militan neferler olarak görülebilecek kişiler kadar, yeterli tecrübe biriktirmeden ihtiyaç nedeniyle hızla atamalar yapıldığını biliyoruz. Başka herhangi kurumsal bir yapı için de çok büyük bir alt-üst oluşturacak bu durumların, yargı gibi muhafazakâr, geleneklerine bağlı ve içe kapalı bir yapıda ciddi bir travma yarattığı kesin. Böylece yargıda kurumsal gelenekler büyük hızla yerle bir olurken, aradan geçen beş senelik dönemde yeniler aynı hızla yerine konulamadı. Birçok yargı mensubu, Cumhuriyet savcısının çıkışını uygunsuz bularak, gençliğine vererek, “yargıda bozulan gelenekler” üstünden okuyabilir.

Oysa bu Cumhuriyet savcısının konuşmasında daha ilk andan itibaren bir delil vurgusu vardı. Konuşmasına kimliğini göstererek, delille başladı. Neyin şüphe; neyin ispat; hangi delilin neyi ispatlayacağı; mevzuatın ne olduğuna dair vurgular, tam bir cumhuriyet savcısından beklenecek şekildeydi. Bir Cumhuriyet savcısının söyleyeceği en tipik cümlelerden birini de duyduk kendisinden: “Bir suçun yaygın şekilde işleniyor olması onu cezalandırılır olmaktan çıkarmaz”. Dolayısıyla yargıdaki savcılık kültürünü gayet özümsemiş birisi sözkonusu.

Diğer yandan, hukukun düzenlediği toplumsal alan son 30-40 yılda o kadar genişledi ki, tüm bu yaşananlara rağmen, hukukun bağımsız işlediği, siyasete tabi olmayan veya iktidarın radarında olmayan, ayrık hukuk alanları halen var. Oralarda, yeni mesleğe alınanlar da dahil olmak üzere, halen işini düzgün yapmaya çalışanlar da var. Dolayısıyla yargı konusunda ille de umutsuz olmak doğru değil. Bilakis, hukukun bağımsız işlediği bu alanı daha da genişletmek gerekiyor. Buna en ihtiyacı olan alanlardan birisi ceza hukuku, zira son yıllarda Türkiye’de siyasî mücadele ceza hukuku üstünden oldu. Özellikle birçok eleştiri cumhurbaşkanına hakaret veya teröre sokularak toplumu sindirmek için kullanılıyor. Oysa Cumhuriyet savcısı, bir ceza hukukçusu olarak, ceza hukukunun halk sağlığıyla ilgisini kuruyor. Maskelerdeki katkı maddelerinin solunmasından, aşının yan etkilerine, PCR testlerine birçok konuyu ele alıyor. Üstelik bunu sadece ceza hukuku alanına sıkışarak değil, gayet geniş bir hukuki çerçevede yapıyor. Hem de anayasa; Hıfzıssıha Kanunu; idari yargı; belirlilik ilkesi; hak ve özgürlüklere müdahalelerin dar yorumlanacağı kuralına; Kabahatlar Kanununa; kanunlar hiyerarşisinde genelge kanun sıralamasına; aşı için alınan onam sözleşmesinin geçerliliğine birçok konuda son derece yerinde hukuki değerlendirmeler ışığında. Dolayısıyla karşımızda hukuken gayet donanımlı da olan bir Cumhuriyet savcısı var.

Cumhuriyet savcısı, yaratılan hukuka uygun olmayan fiilî duruma dair toplumu aydınlattıktan sonra durumun sosyal gerçeklikle ilişkisini de kurdu. Hem soruşturmalara baktığı hem de müracaat savcılığı yaptığı için, her gün adliyeye gelen birçok kişi ile konuşuyor. Nitekim “her gün kimlik tespiti yapıyorum” ve insanların “salgın öncesinde falan işi yapıyordum ama salgın” dediğini aktararak, yasakların ve kapanmanın işsizlik gibi sonuçlarını işaret etti. Sağlık politikasına yönelik eleştirel siyasî değerlendirmeler yapsa da (“bu hastalığın gereği bu tedbirler değil”), bunları halk sağlığına dair bir soruşturmanın gerekliliğini vurgulamak amacıyla söylemek istediğini düşündürttü. Zira sıklıkla doktor ve uzman ismi vererek, raporlara atıflar yaptı.

Keza Cumhuriyet savcısı, yargıda yaşananları içinde bulunduğu kurumsal yapıya dair terbiye ve nezaket yansıtan sakin bir üslupla açıkladı. Dosya bekletmeleri, baskıyla alınan kararları da topluma sadece “tuhaflık” olarak aktardı. Hatta bunlara dosya numaraları ile referans verdi, isteyenin bunlara bakabileceğini söyledi.

SAVCILIĞIN ELİ KOLU DEVLET KURUMLARI 

Cumhuriyet savcısının konuşmasında Türkiye’de hukuk sistemine dair, toplum tarafından bilinmeyen birçok noktaya temas ediliyor. Bunlardan birisi, Cumhuriyet savcılarının soruşturma yaparak, delil toplamak için polislere ihtiyaç duyması (çünkü Cumhuriyet savcılığına bağlı ayrı bir soruşturma birimi yok). Nitekim Cumhuriyet savcısından öğrendiğimiz kadarıyla, soruşturmalar için gereken insan kaynağı olan polislerden, MOBESE kameraları başında oturtularak, vatandaşlara maskesizler diye ceza kesmede faydalanılıyor. Cumhuriyet savcısı görev yeri olan Viranşehir’de bunun sonucunu açıklıyor: Uyuşturucu rotasında olmasına rağmen, bu soruşturmaları yapacak Emniyet personeli bulmakta zorluk çekilmesi. Uyuşturucu kullanımının 12 yaşında çocuklara kadar inmesi.

Ceza soruşturmalarında yargı, sadece Emniyet ile değil, devletin birçok kurumuyla yakın çalışmak zorunda. Dolayısıyla Cumhuriyet savcılıklarının, iktidarla olan mesafesi çok kısa. Devlette olan dönüşümleri çok iyi görüyorlar. Bu anlamda, Cumhuriyet savcısının çıkışını son birkaç aydır iyice ortaya çıkan, iktidarın zayıflamakta ve bir şeylerin dönüşmekte olduğuna dair okumanın bir uzantısı olarak görebiliriz. Nitekim yargı mensuplarının kariyerleri, genelde iktidarlardan daha uzundur, en ateşli iktidar savunucuları bile bir dönem gelir, kendini iktidarla yeniden hizalama ihtiyacı hisseder.

HUKUKÇU HAYSİYETİ

Topluma bu bilgileri aktaran Cumhuriyet savcısı, kravatsız, ceketsiz, gömleğinin içinde beyaz atleti görünen, bıyıklı olduğu için tahminen biraz daha yaşlı gösterse de, aslında genç biri. Resmî bir sıfatla konuşmadığını göstermek istemiş adeta. “Savcıyım ama savcılık makamı adına konuşmuyorum” der gibi. Evelemeden, gevelemeden, okumadan, kameraya bakarak konuşuyor. Ve en önemlisi, daha kıdemli yargı bürokrasisinde gördüğümüz kariyerini çok önemseyen bir portre de çizmiyor. “Muhtemelen işimi kaybedeceğim” dedi, kendisine “başına iş alırsın” dendiğini söyledi. Bu uyarıları dinlememeye karar verdiği açık ve bunu vurucu bir cümle ile açıklıyor: “Netice alınır alınmaz, hareket bizzat neticedir”. Aslında bu açıklamaları yapmasındaki asıl neden, birkaç defa tekrarladığı “hukukçu haysiyeti” sözünde gizli.

O haysiyet ki, kendisinin normal şartlarda sadece yan odadaki Cumhuriyet savcısı meslektaşına belki söyleyeceği “şu konuda soruşturma başlattım” ifadesini tüm ülke ile paylaşıyor. Bu Cumhuriyet savcısı, soruşturma denen şeyin gizli olduğunu ve öyle yürütüldüğünü tabii ki biliyor. Ama ona rağmen bilgiyi toplumla paylaşıyor. Bu tutuma dair birçok açıklama getirilebilir. Herhalde bunlardan ilki, Türkiye’de tarihsel anlamda Cumhuriyet’in, hukukçulara ve hukukçuluğa aydınlanmacı, değişimin öncüsü bir misyon yüklemiş olmasıdır. Bu anlamda bu misyon, toplumun aydınlatılmasını gerektiriyor.

Diğer yandan, toplumsal hiyerarşide oldukça yüksek yerde duran hukuk ve tıp mesleklerinden, tıbbın salgının da etkisiyle daha da yukarılara tırmandığını görmek mümkün. Nitekim, doktorlar ayakta alkışlandı ya hukukçular? Onları kimsenin alkışlamayacağı açık. Bu konuşmada adeta hukukun toplumsal sağlıkla bağını kurma ve Cumhuriyet savcılarına toplum adına harekete etmede daha cesur olmaları için teşvik etme arzusu var. Nitekim günlerdir, kendisinin soruşturulmasını isteyen ama hakkında herhangi bir soruşturma açılmadığını bildiğimiz bir İçişleri Bakanı var. Türkiye gibi olur olmaz her durumda savcıların “göreve çağrıldığı” ve Cumhuriyet savcılarının adeta bir süper kahraman rolü oynaması istenen bir ülkede, Cumhuriyet savcısı kendisi bir adım atarak aynı zamanda adeta yargıya güveni de sağlamak istiyor. Bu güvenin yüksek olmadığı biliniyor. Nitekim biz de Türkiye’yi temsil kabiliyeti olan bir örneklem bazında şehirli nüfusla yapmış olduğumuz bir araştırmada mahkeme deneyimi olan vatandaşların, mahkemeye olan güveninin deneyimi olmayanlara göre daha az olduğu bulgusuna ulaşmıştık (1).

TOPLUMA DÖNMEK

Aslında başka ülkelerde de Cumhuriyet savcılarının sosyal medya kullandığını; TED’de konuşmalar yaptığını ve topluma birtakım görüşler aktardığını görüyoruz. Bu anlamda, içinde yaşadığımız sosyal medya çağına en uygun araçlardan birisi olan YouTube kanalını kullanan bu Cumhuriyet savcısı, yüzünü devlete değil topluma dönüyor. Delil toplamaya başladığını ve herkesin elindeki delilleri kendisine göndermesini istiyor. Çünkü ne devletin ne Emniyet’in ne de basının kendisine yardım etmeyeceğini biliyor. “Bu kaydı yayın” demesi de ondan. Bu anlamda, gizliliğe sığınarak devletten değil, açıklığa dayanarak toplumdan destek istiyor.

Kamuoyu, bu tarz çağrıları en fazla önemli terör olaylarında kamuoyuna çağrı ile ihbar hatları kurulan olaylarda görür. Oysa bu sefer soruşturmanın önemini, iddiaları topluma nedenleriyle açıklayan ve onlardan bilgi isteyen, onlara güvenerek onlardan yardım isteyen bir Cumhuriyet savcısı sözkonusu. Toplum da mesajı alıyor. Hiç tanımadığı bir Cumhuriyet savcısına cevaben #seninleyiz diyor. Nitekim toplumun, bundan dört sene önce, eşi benzeri olmayan 400 kilometrelik, 25 günlük adalet yürüyüşüne ne kadar yoğun ilgi gösterdiğini hatırlayalım. İnsanlar sonuç alamayacağına inansa da, hâlâ mahkemelerde hak aramaya devam ediyor. Çünkü hareketin netice olduğunu görüyor.

Bu anlamda, belki de bugüne değin var olan yargı faaliyeti, tepeden aşağıya bir adalet “dağıtım”ı şeklinde yürüdüğü için bekleneni verememiştir. Belki de adaletin yeniden tesisi dağıtarak değil, toplumla paylaşarak, toplumu sürece katarak mümkün olacaktır. AKP sonrası dönem, yargının devletten topluma dönmesi için de bir fırsat yaratabilir.

*Dr.

1- Kalem S. (Der). Adalet Gözet (2009), Yargı Sistemi Üzerine Bir İnceleme.