YAZARLAR

Aradığınız ev gencine ulaşılamadı

Ev gençlerine dair giderek yükselen rakamları artık bir alarm zili olarak kabul etmenin vakti geldi. İstatistikleri konuşup geçme lüksümüz de yok. Çünkü ortada sadece “ev genci” sorunsalı yok; aynı zamanda bir geleceksizlik, bir mesleksizlik, bir kaybolmuşluk riski de var. Ama koca bir nesli, neredeyse gençlerin dörtte üçünü kaybetmemek için de aklımız var, çözümler var, denenmiş modeller var.

Bana öyle geliyor ki, dünyada güzel olan her şey

daha insana ulaşamadan, insanın kendi ördüğü ağlara takılıp kalıyor.”

Kuru Otlar Üstüne / Nuri Bilge Ceylan

Bir dönem hepimizin diline pelesenk olmuştu şu iki kelime: “Eğitim Şart”. Yerli yersiz her mevzuda Cem Yılmaz’ın tonlamasıyla “eğitim şart” denir, eğitimsizlik tiye alınır geçilirdi. Ta ki eğitimsizlik bir kanser hücresi gibi toplumun her katmanına, her dokusuna, her hücresine yayılana dek...

Kısa süre önce OECD’nin 2023 Bir Bakışta Eğitim raporu yayınlandı. Gündemimiz o kadar kalabalık ki, eğitimi tartışmaya ancak sınırlı süre tanınıyor; ondan sonra malum reklam arası...

Kabul, rapor 472 sayfalık. Hepsini satır satır okumaya da pek imkan ve sabır yok. Ancak, dünya çapında oldukça özenli bir metodolojiyle hazırlanan bu düzenli raporda Türkiye’de özellikle mesleki eğitimin ve genç işsizliğinin durumuna dair veriler iki şeyi gösteriyor:

(1) Biz yıllardır mevcut datalara uygun ve uzun soluklu politikalar üretemiyoruz. 

(2) Genç işsizliğini sırf üniversitelerde yetkinlik gelişimi noksanlığına bağlamak yerine, okul öncesinden başlayarak eğitim sistemini yapısöküm yöntemiyle baştan yapılandırmalıyız.

OECD ülkeleri ortalamasında 2 yaş altı çocukların beşte biri kreşe kayıtlı iken, bizde bu oran kaç? Yüzde 1’in bile altında.

 2 yaşına gelindiğinde OECD ülkelerindeki çocukların neredeyse yarısı, 3 yaşındakilerin de dörtte üçü kreşe kaydediliyor. Bizde bu oranlar kaç? Sırasıyla yüzde 6 ve yüzde 20.

Dahası, OECD ülkeleri erken çocukluk dönemine harcadıkları bütçe kaynaklarını sürekli artırırken, biz azaltma eğilimine girmişiz. Üstelik tüm bu rakamlar da ülkelerin resmi verilerine dayanıyor.

Demek ki bu kritik konuyu yeterince önemsememişiz.

Demek ki ileride işsiz, eğitimsiz, amaçsız, başıboş diye eleştirdiğimiz gençlere daha erken çocukluk döneminden itibaren bilişsel, sosyal ve gelişimsel imkanı yaratmamışız.

Dolayısıyla, onlar da, diğer OECD ülkelerindeki akranlarına kıyasla, yarışa zaten 5-0 geride başlamışlar. Yüksel Uzel’in “Ne Verdin ki Bana Ne İstiyorsun?” şarkısı misali... 

Gençlerin istihdam edilebilirliği için OECD tarafından en düşük eğitim seviyesi “lise mezuniyeti” olarak alınırken, Türkiye’de üç öğrenciden biri, liseyi bitiremezken, yani bizde bu oran yüzde 33 iken, OECD ortalamasında bu oran yüzde 14’e düşmüş. Ayrıca OECD ülkeleri ilk-orta-lise eğitiminde öğrenci başına harcamalarını artırırken, biz düşürme yolunu seçmişiz.

Geldik lise sonrası eğitime... İşte burada OECD ülkeleriyle Türkiye arasındaki makas tamamen açılıyor.

Bu raporda en çok ilgilendiğim veriler ise, ne işte ne stajda ne de eğitimde olan NEET, yani 18-24 yaş aralığındaki ev gençleri... NEET oranında OECD ülkelerinin ortalaması kadınlarda yüzde 15,5; erkeklerde ise yüzde 14. Türkiye’de ise kadınlarda yüzde 44,9, erkeklerde yüzde 22,7. Burada hem gençleri kaybettiğimizin hem de toplumsal cinsiyet eşitsizliğimizin resmini görebiliyoruz.

NEET oranları, sadece ailesinin gelirine bağımlı işsiz gençler olarak algılanmamalı. Bu gençler, aynı zamanda, yaşamdaki gayelerini de kaybetme riski olan gençler. Yetkinlikleri giderek körelen gençler... Kendini eve kapatmış ve belki de bu yüzden suçluluğa açık hale gelebilen, toplumsal olarak dışlanmış gençler... Kimi, gençlik döneminde evlendirilmiş, çocuk doğurmuş ve “kadının istihdamına alerjisi olan” toplumsal normlar yüzünden istihdama katılamamış, çocuğunu kreşe bırakamayan, giderek de mesleki becerileri körelen gençler.

Bu gençler, ne eğitimde ne stajda ne de işte oldukları için nerede oldukları da bazen bilinemeyen gençler... Kuşak araştırmacısı Evrim Kuran’ın “genç düşsüzlüğü” diye nitelendirdiği düşsüzlük, amaçsızlık, kaybolmuşluk halinin özneleri...

Peki eğitim gibi kamusal bir soruna verilecek acil kamusal çözüm önerileri neler?

Zaten erken çocukluk döneminden itibaren yaşam mücadelesine OECD’deki akranlarının gerisinde başlayan, dolayısıyla rekabet gücü baştan yara almış olan genç, Türkiye’deki toplam 208 üniversiteden birinden mezun olduğunda diplomasıyla birlikte iş garantisinin olmadığını görüyor. Çünkü lisans programları, istihdam piyasalarıyla yeterince uyumlu değil ve üniversitelerin de 21.yüzyıl yetkinlikleri güçlü gençler yetiştiremedikleri, son yıllardaki küresel yetkinlik göstergelerinde son sıralarda yer almamızdan net bir şekilde görülüyor.

Bu yetkinliklerin henüz erken çocukluk döneminden itibaren geliştirilmesi gerektiği de, işin aslında üniversiteye bırakılamayacak kadar “çekirdekten” yetiştirmeye bağlı olduğunu gösteriyor. Hele ki Türkiye’deki çoğu tabela üniversitesinde nitelik gelişiminin pek mümkün olmadığı apaçık ortadayken...

Erken çocukluk döneminde bir müzik dehasını fark edemeyen bir sistem, belki de dünya çapında bir piyanist veya keman virtüözü olacak bir kişiyi, işletme bölümünden mezun ederek ev genci kozasına hapsediyor.

Veya ilkokul dönemine yeterince devlet kaynağı ayırmayan, çocukları çoklu seçmeli sınavlarla sınırlandırıp okul-dışı etkinliklere müfredatta yer açmayan sistem, denize veya havuza erişimi olmayan ancak doğuştan yüzmeye yetenekli bir çocuğun gelecekte Olimpiyatlarda ülkemize altın madalya getirme becerilerini en başta kapıyor ve zihni sporla yanıp tutuşan bu çocuğu eğitimden uzaklaştırıyor, belki de çocuk işçi yapıyor.

Dahası, bu gence, lise eğitimi sırasında da OECD’deki akranlarına kıyasla daha az kaynak ayrılmış. 

Ev gençlerine dair giderek yükselen rakamları artık bir alarm zili olarak kabul etmenin vakti geldi. İstatistikleri konuşup geçme lüksümüz de yok. Çünkü ortada sadece “ev genci” sorunsalı yok; aynı zamanda bir geleceksizlik, bir mesleksizlik, bir kaybolmuşluk riski de var. Ama koca bir nesli, neredeyse gençlerin dörtte üçünü kaybetmemek için de aklımız var, çözümler var, denenmiş modeller var.

Bunun için de erken çocukluk eğitimi imkanlarını erişilebilir ve kapsayıcı hale getirmek, üniversiteye kadar eğitimin her kademesine kamu kaynaklarını tabir-i caizse “yığmak”, o eğitimi nitelikli ve istihdam edilebilir gençler yetiştirmeye yönelik olarak geliştirmek için ulusal ve uluslararası tüm uzmanların görüş ve deneyim paylaşımlarından yararlanmak şart.

Örneğin, Kanada'da devlet okulları veya özel okullar tarafından sağlanan ama ülkemizde halen çok kıymeti bilinmeyen, fazla da üzerinde uğraşılmayan “co-op programları” var. Bu programlarla, öğrencilere ideallerinde olan veya kendilerinde “ışık gördükleri” meslek ile ilgili teorik eğitimler veriliyor; eğitimini aldıkları alanda ise tam zamanlı ve ücretli staj yapma şansı, yani bir nevi “gelecekteki hayatlarının provasını yapma” imkanı tanınıyor. Bu, aynı zamanda Türkiye’de eksikliği hep eleştirilen “ara eleman yetiştirmek” açısından da önemli bir kademe.

Ev gençlerini “gig ekonomisi”ne, yani daha çok hizmetler sektöründe uzaktan, genellikle de dijital ortamdan esnek çalışma saatleri çerçevesinde üretime katılmasını sağlayan ekonomik faaliyetlere katmak da bir çözüm. Bunun için, gig ekonomisi kapsamındaki sektörlerde yetkinliği ve yatkınlığı olan, üniversitelerde bu alanlarda okumuş olan ya da bu alanda online sertifika programları üzerinden kendilerini geliştirme imkanı yaratan gençlere birer ikişer ulaşarak, belki bu süreçte çok-uluslu şirketlerin de “ev genci havuzundan” yararlanmasını teşvik eden modeller işlerlik kazanabilir.

Yani onlara “yenilenler” olarak bakmak yerine, “geri kazanılanlar” olarak yaklaşmak gerek. Çünkü eğer gençleri seviyor ve onlara güveniyorsak, “Ne olursa olsun, perde açılmalı, oyun devam etmeli!”

Ev gençlerinin anlam kayıpları ve yaşamdan beklentileri sıfırlanmadan önce onlara yönelik olarak özel sektör - devlet - akademi işbirliğinde etkin ve hızlı bir iletişim stratejisi kurulması, onların istihdam edilebilirliklerini sağlamada, bir sosyal fayda üretmede ve toplumsal barışı güçlendirmede oldukça kritik.

İstanbul Bilgi Üniversitesi’nden gençlik araştırmacısı Prof. Dr. Emre Erdoğan, Prof. Dr. Pınar Uyan-Semerci, Dr. Başak Akkan ve Dr. Tuğçe Erçetin ile birlikte hazırladıkları “Türkiye'de Neet Gençlerin Profillerini İyi Olma Hali Perspektifinden Belirleme ve Politika Geliştirme Çalışması” projesine kısa süre önce TÜBİTAK 2519 – COST Çalışma Grubu Destek Programı'ndan destek almıştı.

Bir milyon liranın üzerinde bir bütçe desteğiyle 24 ay sürecek olan projede Türkiye’de NEET statüsü taşıyan gençlerin gerçekçi bir profilinin çizilmesi, bu alandaki kesişimsellikler ve çok boyutluluğun ortaya konması ve NEET konusunda toptancı olmaktansa kişi odaklı farklı öyküler üzerinden tartışma alanları açılması amaçlanıyor.

İstanbul ve Adana odaklı projenin çok-paydaşlı ilk toplantısı yeni yılın ilk çeyreğinde gerçekleşecek.

Prof. Erdoğan, NEET konusuna artık farklı bir pencereden bakmanın vaktinin geldiğini düşünüyor, çünkü ona göre, istihdam aslında bir “yapabilirlik meselesi”.

“Çalışmak, bir gencin kendini gerçekleştirmesinde bir araç. Çocuk, anlam kaybını yitirmişse, kriminal ağlara dahil olmuşsa, bir NEET olup, ardından Ogün Samast da olabiliyor. Bizdeki sorun, gençlerin yapabilirliklerini ortaya çıkaracak katılımcı mekanizmaların olmaması,” diyor Prof. Erdoğan.

Daha basite indirgemek gerekirse, “sen NEET’sin NEET kal” demek yerine, “senin yapabilirliklerini ortaya çıkaracak yerel mekanizmaları harekete geçirmeliyiz,” demek gerekiyor ki bu da bana göre hem esnek çalışma biçimlerine, hem de okulöncesi eğitimin güçlendirilmesi gereğine göz kırpan bir arayış.

“NEET’ler arasında Kürt olmak, kadın olmak, Alevi olmak, göç etmiş olmak gibi kesişimsellikler var. NEET’ler arasında ailesi yüksek sosyo-ekonomik statüye sahip olanların iş arama süresinin daha uzun olduğu çünkü seçme haklarının olduğu gibi bir gerçeklik var. Dolayısıyla, istatistiklere bakarak toptancı çözümler olmuyor. İsmek’ler, Kariyer Merkezleri işe yarıyor, ama buraya giden gençlerin bir kısmı da hobi için gidiyor. Bir ara Diyarbakır’da en popüler kurs, Türkçe diksiyon kursuydu. Dolayısıyla, gençlerdeki kendini gerçekleştirme meselesine odaklanmamız gerekiyor ev genci sorununu çözmek için,” diyor Prof. Erdoğan.

Yani; “aradığınız ev gencine” artık ulaşılmalı ki ayakları yere basan politikalar ve çoklu çözüm önerileri ortaya konabilsin. Ve bu gençlere yerelde, üniversiteler ve belediyeler eliyle ulaşılıp istihdam edebilirlikleri tartışılmalı ve yapabilirlikleri ortaya çıkarılmalı ki, eğitim politikaları sırf Yüksek Şura toplantılarının kararlarıyla sınırlandırılmasın.

TÜİK’in verilerine göre, 15-24 yaş grubunu kapsayan genç nüfusta işsizlik oranı, haziran ayında yüzde 18,6 seviyesine ulaşmışsa ve bu yaş grubundaki genç nüfusta işsizlik oranı mayıs ayına göre yüzde 18,6 oranında artmışsa, burada ülke için de gençler için de bir beka sorunu vardır.

İŞKUR’un verilerine göre, 2023 Ocak-Haziran döneminde toplam 826 bin 588 yurttaş işsizlik ödeneği için başvurmuşken, işsizlik ödeneğine başvuranların yalnızca 362 bin 100’ü ödenek almaya hak kazanmışken, işsizlik ödeneğine başvuranlar içinde üniversite mezunu yurttaşların sayısı 187 bin 871 iken, burada ülke için de gençler için de bir “anlam yitimi” sorunu vardır.

Türkçeye Çizginin Dışındakiler şeklinde çevrilen ve Malcolm Gladwell’in yazdığı Outliers’ta çok hoş bir örnek vardır. Gençlik ve kadın politikalarında da sıklıkla referans veririm: “Ormandaki en uzun meşe sadece en sert palamuttan yetiştiği için en uzun meşe olmamıştır. Diğer ağaçlar onun aldığı güneş ışığını kesmediği, çevresindeki toprak derin ve zengin olduğu, fidanken hiçbir tavşan onun kabuğunu kemirmediği ve hiçbir oduncu onu vakti gelmeden kesmediği için de en uzun meşe o olmuştur.”

Gençlik politikalarında, ev gençlerine dair tartışmalarda, işte bu meşe metaforunu hiç unutmamalı.

Ve şunları sormalı: Diğer ağaçlar onların aldığı güneşi kesiyor mu? Derin ve zengin bir eğitimden mi beslendiler? Fidanken onların kabuklarını kemiren, hayallerine ket vuran ve hatta yaşam gayelerini budayanlar oldu mu?

Hedefimiz, en uzun meşeleri yeşertmek olmalı, evlere “ev genci” şeklinde hapsetmek değil.


Menekşe Tokyay Kimdir?

Uluslararası ilişkiler alanında Galatasaray Üniversitesi'nde lisans, Avrupa Birliği bölgesel politikaları alanında Belçika Katolik Louvain Üniversitesi'nde yüksek lisans eğitimini tamamlayan ve Avrupa Birliği siyaseti alanında Marmara Üniversitesi Avrupa Birliği Enstitüsü'nden doktora derecesi olan Tokyay, 2010 yılından beri ulusal ve uluslararası haber ajansları için röportaj ve analizler yaptı. Uzmanlık alanları arasında AB siyaseti, Orta Doğu, çocuk hakları ve sosyal politikalar yer almaktadır. Kendisi Fransızca ve İngilizceden birçok kitabı Türkçeye kazandırdı. Aynı zamanda aylık klasik müzik dergisi Andante’de köşe yazarı olan Tokyay, bir yandan da sanat alanında önde gelen isimlerle ve müzik alanında üstün yetenekli çocuk ve gençlerle ses getiren söyleşi dizileri gerçekleştirdi.