Arafın en renkli, en duruşlu güzeli: Baya
Baya, resimlerine baktığınızda hemen algıladığınız üzere, gerçekten de mutlu dünyaların yaratıcısı. Sadece kadınların olduğu, bu kadınların rengarenk kıyafetleriyle, kırmızı dudakları, badem gözleriyle dans eder gibi süzüldükleri bir dünyanın...
Oturup burada tersine bir oryantalizm yapmak istemiyorum ama egemen kültürün esin ve bilgi kaynaklarının hiç sözü edilmeyen önemli bir kısmının Doğu kültürü, bilimi olduğu gerçeğinin devasa bir hasırın altına süpürülerek itilmesi, çok acayip geliyor. İnsanlık tarihini, kültürünü, bir ırk, bir kesim, bir coğrafya oluşturmuyor; bu aslında hep beraber yazılan bir hikâye ama birileri illaki “ben yaptım, ben buldum, benim” demek istiyor.
Bugün de aynı dönemdeki sanatçılarla karşılaştırıldığında bu hasırın altına itilen ama oradan bile parlayan bir örnekten bahsedeceğim. Acaba bu hafta ne yazayım diye kıvranırken önüme düşen ve aslında pek de astrolojiden bahsetmeyen; hayat, üretim hakkında güzel kaynaklar paylaşan bir astroloji bülteninde burcum olan yaya ayrılan kısımda Baya Mahieddine vardı. Bültenin yazarı, Baya’dan bahsettikten sonra şöyle diyordu: “Baya’nın sanatı, hak ettiği değeri asla göremedi. Bu küçük astroloji köşesi, ona gereken takdiri sağlamanın küçük bir yolu. Bu hikâye, hak ettiğiniz ancak henüz tam olarak alamadığınız tanınma ve takdiri elde etmeniz için size de ilham versin.” Peki kimdi bu 16 yaşında ilk sergisini Paris’te açan, adı anılmasa da Georges Braque, Pablo Picasso ve Joan Miró gibi büyük (ve tabii ki erkek) Batılı sanatçılara ilham olmuş, yetim Cezayirli kız?
FRANSIZ VOGUE'DA CEZAYİR'İN KADINLARI
Yazıya biraz isyankar, biraz sitemkar başladım ama aslında çok neşeli, renkli, yaşam dolu bir dünyadan bahsedeceğiz. 1931’de Fransız sömürgesindeki Bordj El Kifan, Cezayir’de fakir bir aileye Fatma Haddad adıyla doğmuş, André Breton’un yeniden isimlendirmesiyle sonradan Baya adını almış yetenekli bir kız çocuğunun hikâyesi bu. 5 yaşında yetim kalarak, sömürgecilerin çiftliğinde çalışan büyükannesinin yanında yaşamaya başlayan Baya, 11 yaşında çamurdan ve kumdan yaptığı küçük hayvan ve kadın heykelleri ile çiftliğin bir sanat koleksiyoneri olan sahibesi Marguerite Camina Benhoura’nın ilgisini çekiyor ve Benhoura tarafından 1942’de evlat ediniliyor. Marguerite Benhoura, Baya’yı evde eğitmekle kalmıyor, ona resim, heykel yapabileceği malzemeleri de sağlıyor. Yaşadığı dünyayı sürekli gözlemleyen ve eserlerine hayatı boyunca bu dünyayı konu eden Baya’nın çizgileri, bugün kaynaklarda yazılanlara göre, Benhoura’nın geniş sanat koleksiyonundan özellikle de Matisse ve Magnelli’den etkileniyor.
Baya, Cezayir’deki çiftlikte dünyayı resmetmeye devam ederken, Paris’te galeri sahibi Aimé Maeght, Cezayir’e bir gezisi sırasında, Benhoura’nın da sanat çevresiyle olan ilişkileri sayesinde, Baya’nın ününü duyarak küçük kızı ziyaret ediyor. Bu ziyaret, 1947’de 16 yaşında olan Baya’nın Paris’teki bir uluslararası sergide yer alıp bir gecede bir fenomene dönüşmesine, 1948’de Fransız Vogue dergisine sayfa sayfa çıkmasına kadar uzanıyor. Braque, Camus, Matisse, Dubuffet, Baya’ya övgüler düzerken, Fatma Haddad, Baya’ya André Breton’un 1947 tarihli bu yazısı ile dönüşüyor: Fatma için yeni çağı başlatan roketten esinlenerek Baya adını öneriyorum. Misyonu bu güzel, nostaljik kelimelerin anlamını yeniden canlandırmak olan Baya: Mutlu Arabistan (Arabia Felix). Baya, altın dalı tutar ve yeniden tutuşturur.'
Baya, resimlerine baktığınızda hemen algıladığınız üzere, gerçekten de mutlu dünyaların yaratıcısı. Sadece kadınların olduğu, bu kadınların rengarenk kıyafetleriyle, kırmızı dudakları, badem gözleriyle dans eder gibi süzüldükleri bir dünyanın... Baya’nın çekinmeden kullandığı renklerle, Arap ve Berberi kültürlerinden etkilenerek oluşturduğu sahnelerde, bu kültürlere ait kuş, meyve ve (daha sonra müzisyen eşinin etkisiyle) müzik aletleri görürüz. Baya’nın çizgilerini özellikle bu coğrafyada camaltı sanatında kullanılan figürlere benzettim. Sanki bu sanatın en ünlü figürlerinden Şahmeran’ın Cezayirli kız kardeşleri, Baya’nın resimlerinde dans ediyor. Buradan çıkarak şu konuya bağlamadan geçemeyeceğim: Baya’yı araştırırken okuduğum sanatçıya “hakkını veren” “Batılı” sanat yazarları, oryantalizmi eleştirirken illaki bir oryantalizm yaparak Baya’nın kadın figürlerine “seksi” demiyorlar ama sürekli “davetkar, cazibeli, baştan çıkarıcı” laflarını kullanarak 'Binbir Gece Masalları'na, batının doğu fantezisine göz kırpıyorlar. (Hatta bir yazıda, Baya’nın gizli vulvalar yaptığından bahsedilmiş ama sanatçının hayatını, çizgisini okuyunca amacının o olduğunu hiç zannetmiyorum.)
Baya’nın resimleri, tarzı kendine has ve harika ama şunu da unutmamak gerekiyor ki, çizgilerinde, renklerinde Batılı yazarların iddia ettiğinin aksine ağır Matisse etkisinden ziyade, İslam sanatı etkisini görüyoruz. Birilerinin “dünyanın doğusu” olarak tanımladığı coğrafyadan Baya’nın çizgisine benzer binlerce yetenekli sanatçı gelip geçiyor. Biz aramızda illaki erotik olmayan, kadınların illaki odalık olmadığı rengarenk 'binbir geceler' geçiriyoruz da siz o partinin kapısından bakıp gidiyorsunuz aslen.
BAYA. SÜRREALİST DEĞİL, KÜBİST DEĞİL, SADECE BAYA
Bu kapıdan bakıp çıkanlardan biri de Pablo Picasso. Ama iyi bakıyor, görüyor, güzellikler fark ediyor ve kapıda yakaladığı bu yetenekli genç kızı, 1948’de beraber çalışmak üzere güney Fransa’daki Madoura seramik atölyesine çağırıyor. Dört yıl birlikte çalıştıktan sonra Picasso, Baya’nın renk ve çizgilerinden ilhamla (bakınız kaçamadığımız) odalıkları konu ettiği, cesur renkli Cezayirli Kadınlar serisini ortaya çıkarıyor. Baya ise seramiğin kendisi için sıkıcı bir üretim olduğuna karar verip resme geri dönüyor. Bu süreçten ve Paris’teki çıkışından 6 yıl sonra, Baya Cezayir’e dönerek kendinden 30 yaş büyük klasik Cezayir müzikleri yapan müzisyen El Hadj Mahfoud Mahieddine’nin ikinci karısı oluyor. Bu evlilikten 6 çocuğu olan Baya, kimilerine göre aile hayatı sebebiyle, kimilerine göre milliyetçi kimliğinin yansıması olarak Cezayir Bağımsızlık Savaşı sürdüğü için, 10 yıl boyunca resim yapmıyor.
1963’te resimlerini alan ve sanatçıya geri dönmesi için ısrar eden Cezayir Güzel Sanatlar Müzesi’nin çabaları sonucu, Baya, bahsettiğim üzere, bu kez eşinin geleneksel müzik aletlerini de resimlerine katarak, yine müzenin teşvikiyle, daha büyük tuvaller ile Avrupa, Körfez ülkeleri, Kuzey Afrika, Küba, New York ve Japonya’da sayısız sergiyle izleyicilerin önüne çıkıyor.
Batılı eleştirmen ve küratörlerin tarzına ve resmine yaptığı tüm yorumları reddeden ve kendi olmak isteyen Baya, hiçbir batılı akıma dahil olmak istemiyor ve sürrealizm, avant-garde gibi akımların bir parçası olmadığını belirtiyor. Batılı yazarların bu sebeple bir yer koyamadıkları için “arafta” tanımladıkları Baya, kendi alanında, kendi dünyasında kararlılıkla süzülüyor ve çizdiği kadınları süzdürüyor. Fransızların Fransız kültürüne atfetmeye çalıştığı Baya, 90'ların sonlarında, başarılı sanatsal kariyerinin ve hayatının sonuna yaklaşırken, Fransa'nın davetine rağmen ülkesini terk etmeyi reddederek hayatı boyunca, her koşulda Cezayirli kimliğine sahip çıkıyor.
Bugün bu yazıyı yazarken, Baya, Fransız kimliğini reddetmeseydi ya da istenildiği gibi terminolojide bir yere otursaydı hayat hikâyesinin yanı sıra belki de yapılmış olacak çok fazla röportajı okuyacak, Baya’yı yakından tanıyacaktım diye düşünmeden edemiyorum. Ama bakınız arafın kraliçesi tanınmak değil, kendi olmak istemiş. En güzeli de bu değil mi?
Baya’yı var olmayan röportajlar, yazılar, bilgiler yerine tamamen kendi samimi çizgilerine, renklerine bakarak daha yakından tanımak için sanatçının eserlerini bugün Cezayir Ulusal Güzel Sanat Müzesi, Paris Arap Enstitüsü, Antibes Picasso Müzesi, Lozan Art Brut Koleksiyon ve Sharjah Barjeel Sanat Vakfı’nda görebilirsiniz.