Aranan kurtarıcınız bulundu: 'İnceller'
Koca bir yalanın etrafına ördükleri sis perdesinin arkasına geçip yerine getirmedikleri kamusal sorumlulukları için hesap soramayasınız diye size yeni bir oyuncak veriyorlar. İnanmayın ve hesap sorun.
Öyle büyük sorunlarımız var ki hangi birinin altından nasıl kalkabileceğimizi kara kara düşünür olduk. Memleketin derdiyle hemhal olan herkes her sabah üzerine çöken koca bir karabasan duygusuyla mücadele ediyor. Tek hedefimiz var “bugün de ölmedim şükür” diyebilmek. Açlık, yokluk, yoksulluk, yalnızlık, kimsesizlik ve bazıları için boş vermişlik duygularıyla sınanan koca bir insan güruhuyuz. İnsan güruhuyuz diyorum çünkü toplum olma özelliğimizi kaybedeli çok oldu.
Neden artık bir toplum olmadığımızı tartışmak bu yazının konusu değil. Ancak “kamu” kavramı ile ilişkilendireceğim örgütlü bir toplumsal yaşamın olmadığı durumlarda sorunları tanımlama ve ele alma biçimimizin “toplum olma” bilincimizi nasıl ortadan kaldırdığını, bizi nasıl maniple ettiğini görmeye çalışacağım.
Herkes son bir ayda 2 çocuk ve 2 genç kadına uygulanan şiddetin yarattığı şok karşısında sarsılmış durumda. İçimizde büyük bir öfke var ve bu öfkemizi yöneltecek sorumluları arıyoruz. Tam da avazımız çıktığı kadar bağırmak üzereyken “aradığınız sorumlu bulundu” anonsuyla bir oh çekiverdik. Öyle ya bu eylemin sorumluları bizim gibi olamazlardı. Mutlaka bir boynuzları, üç kolları ya da uyuşturucu ile beyinleri yok edilmiş, yüce yaratana inanmayıp şeytanın yoluna sapmış münafıklar olmalıydılar. Öyle de oldu. Özellikle 2 genç kadına ve çocuklara yapılanlar bize öyle kanıtlar sunuyordu ki sorumluyu hemen tanıyıverdik.
Konfor alanımız yaratılmıştı. Hemen yüce Google amcamıza koştuk. Hakkında ne var ne yok öğrenmek için ara tuşuna büyük bir iştahla bastık. Duymayanlar duysun diye de uzmanlara sözü verdik. Kim bunlar? Ne yer ne içerler diye can kulağıyla dinleyip, konu komşuya anlattık. Evlatlarımızı uyardık, anne babalar hemen çocuklarının bilgisayarını kontrol etti. Asayiş berkemal kılındı.
Evet içinden çıkamadığımız, başedemediğimiz öfkemizin sebebinin adını öğrenmiştik “inceller”. Bu yazıda 'inceller'in nasıl insanlar olduklarına değil bu ideolojik ve davranışsal sapmayı ortaya çıkaran koşulları kamu hizmetlerinin tasviyesinin sonuçları üzerinden görmeye odaklanacağım.
Hasbelkader 20 yıldır insanların dertlerini çözmek için mücadele etmeyi kendine amaç edinen bir mesleği icra eden biri olarak diyorum ki “ey halkım gene seni kandırıyorlar, mesele sana anlatıldığı gibi değil, yine asıl sorumlular kendilerini kurtardılar bu işin içinden, inanma her söylenene!”
Ne demek istediğimi biraz açayım. Türkiye’de kadın mücadelesini yürütenler yıllardır bir olgunun altını kalın çizgilerle çiziyor, tartışma zeminini bu noktaya taşımak için mücadele ediyorlar. Bu zemin “Kadına ve çocuğa yönelik şiddet politiktir” söylemi ile vücut buluyor.
Yani mesele bireylerin akli melekelerini kullanıp kullanamama meselesi değil diyorlar. Elbette her toplumda akli melekeleri kullanma yetisi zarar görmüş, farklı ruh sağlığı sorunlarından mustarip, yaşadığı travmaların etkisi ile davranış problemleri olan bireyler var. Ama örgütlü bir kamusal hayatta bu tip bireyleri tıbbi ve sosyal rehabilitasyon sürecine alıp, diğer bireylere zarar verme olasılığını en aza indirmeyi hedefleyen kurumlar vardır. Bu kurumlar kendi aralarında bir işbirliği modeli içinde çalışırlar.
Ruh sağlığı sorunları ile mustarip olan ya da davranış sorunları yaşayan kişiler farklı disiplinlerin yürüttüğü bir takip sürecinin öznesi yapılırlar.
İşbirliği modelinin farklı ayakları vardır. Tıbbi müdahale ayağı bunlardan sadece biridir. Diğer ayak bu tip sorunlardan mustarip olan bireylerin sosyal hayatta var olabilmelerini sağlayacak hem kendilerine hem de toplumdaki diğer bireylere yönelebilecek olumsuz davranışları en aza indirmek ve olası risk faktörlerini görebilmek için çalışması gereken sosyal hizmet ayağı ve son olarak öngörülemeyen risklerin vuku bulması durumunda tekrarlanmaması ve zarar görenlerin haklarının korunması için çalışacak olan adli ve kolluk güçlerinden oluşan ayaktır. Bu üç ayak planlı bir değişim sürecinin farklı müdahale araçlarını temsil ederler.
Bu ayakların her birinin işini yapabilmesi için bütüncül bir kamu politikasının kurumsal düzeyde hem erişilebilir hem de iş ve işlemlerinde hesap verebilir yapıda olması zorunludur.
Bu tartışmanın eksenine “Devlet nedir? Vatandaş kimdir? İktidar nedir? Kimler iktidar edebilme yetisine sahiptir?” gibi binlerce soruyu dahil edebilirsiniz. Her bir sorunun yüzlerce yıllık sosyal bilim literatüründe farklı cevapları var. Hangi cevabı seçerseniz seçin “iktidar edenlerin” “iktidar etmekten doğan bir dizi görevleri olduğu” gerçeğinden uzaklaşamazsınız.
Peki bize iktidar edenler ne yapmadı ki biz bunca dertle bir başımıza kalmış durumdayız? (Bu arada İktidar edenlerden kastım tüm kamu örgütünün temsilcileridir. Hükümette ya da muhalefette olanlara, hükümet eden veya muhalefette olan partilere mensup tüm yerel yönetimlere, muhtarlara kadar her biri bir iktidar aygıtının parçasıdırlar.)
Cevap basit. Toplumu ilgilendiren, herhangi bir insan güruhunun toplum olma özelliğini kazanmasını ya da korumasını sağlayan tüm alanlarda “politikasızlığı bir politika olarak seçtiler.”
Örneğin eğitim sistemini ele alalım. Yaklaşık 15 yıl önce sosyal hizmet mesleğini icra edenler ve onların temsilcisi sendikalar, farklı mesleki disiplinlere mensup uzmanlar ve bu mesleklerin örgütleri Türkiye’de sosyal sorunların ortaya çıkardığı tabloda en ağır bedelin çocuklar tarafından ödendiğini, bunun engellenmesi için koruyucu ve önleyici tedbirlerin kamu eliyle hayata geçirilmesi gerektiğini savundular. Üstelik sadece savunmakla yetinmediler, koruyucu ve önleyici hizmetlerden birinin “Okul Sosyal Hizmeti” uygulaması olduğunu fikrini modelleştiren bir yasa tasarısı hazırlayarak o dönemin iktidar edenlerine sundular. Okul Sosyal Hizmeti, bazı risklerin etkileyebileceği çocuklara sorun ortaya çıkmadan müdahale edebilmeyi önceleyen, olası risk faktörlerini ortadan kaldırabilmek için farklı kamu kaynaklarını çocuğun en yüksek menfaatini gözetecek biçimde planlamayı iş edinmiş bir model olarak tasarlandı.
Uygulandı mı hayır. Tasarı olarak hazırlanan modele ne oldu? Bilmiyoruz.
Uygulansa idi ne olurdu? Ailevi, sosyal ya da ekonomik sebeplerle okulu terk etmek zorunda kalan çocuk sayısı şimdikinden çok daha az olurdu. Ruhsal ya da davranışsal sorunlar yaşayan çocuklar kendilerine ya da başka insanlara zarar vermeden önce fark edilebilir ve ihtiyaçları olan hizmetlere erişebilirlerdi.
Başka bir örnek daha verelim. Türkiye Cumhuriyeti uluslararası mevzuata taraf bir devlet olarak çocukların haklarını korumak için bir dizi kanunda değişiklik yapmasının yanında bir de 5395 Sayılı Çocuk Koruma Kanunu çıkardı. Bu kanun çocuğun iyilik halini önceleyen bir dizi tedbiri de içeriyor. Koruyucu ve önleyici hizmetlere sayısız atıf yapan bu kanunun 5. Maddesinin “a bendinde” “Danışmanlık Tedbiri” var. Bu tedbir çocukların içinde bulundukları sorunlardan en az düzeyde etkilenmesini sağlamak üzere kamu tarafından görevlendirilmiş uzman desteğinden faydalandırılmasını kapsıyor. Danışmanlık Tedbir kararlarının bugüne kadar hem kanunla ihtilafa düşmüş hem de çocuğa yönelik suçlarda mağdur olmuş neredeyse her çocuğa verildiğini biliyor muydunuz? Bunun on binlerce hatta milyonlarca çocuk demek olduğunun farkında mısınız? Bu kadar çok çocuk uzman desteğinden gerçekten faydalanabiliyor mu peki?
Cevap yine hayır. Neden mi? Kamu hizmetlerinde çalışan uzman kadrolar mevcut sistemde güvencesizlik, iş yükü, tükenmişlik sendromu, ikincil travmaların yarattığı etkiler altında öylesine bitap düşmüş durumdalar ki bu tedbir kararlarını uygulayabilmeleri imkansız. Uzman başına düşen danışmanlık tedbir sayısı bir yana, mevcut kurumlardan farklı hizmetlerden faydalandırılması gereken on binlerce çocuğa da aynı uzmanlar hizmet vermek zorunda bırakıldı. Uzman başına düşen çocuk ve takip gerektiren dosya sayısı çok uzun zamandır kontrol edilemez boyutlara ulaştı. Sonuç ne mi oldu? 'İnceller' türedi.
Daha onlarca örnek sıralayabilirim ama konunun bir parçası olarak son bir örnek daha vermem gerektiğini düşünüyorum. Son yıllarda uyuşturucu ve uyarıcı madde kullanım sayılarının ne kadar arttığından, kullanıma başlama yaşının çok küçük yaşlara kadar indiğinden, bu tip maddelerin temininin ne kadar kolay olduğundan herkes söz ediyor. Bu gerçek gün gibi ortada dururken sizce Türkiye’de ayaktan ya da yatarak tedavi veren kaç AMATEM VE ÇAMATEM var ve bu merkezlerin kapasitesi kaç kişi? Bunun yanında madde kötüye kullanımı olan bireyler diyelim ki tıbbi tedavi süreci sonrasında madde etkisinden arındıklarında, hayatlarının devamında aileleri ile birlikte onları madde kullanım döngüsünden korumayı amaçlayan kaç sosyal rehabilitasyon merkezi var dersiniz? Ya da çocuğun bakım yükümlülüğüne sahip olanların çocukların farklı gelişim dönemlerine özgü sorunlarını anlamalarına ve bu sorunları görüp aşmalarına destek olabilecek kaç toplum merkezimiz var?
Tüm bu soruların cevaplarına herkes kolaylıkla ulaşabilir ama yine de kabaca bazı rakamları vereyim. Sağlık Bakanlığı, üniversitelere ve özel sektöre ait 59’u yataklı (1.388 yatak kapasiteli) ve 77’si ayakta hizmet veren toplam 136 merkez olduğunu söyleniyor. Söyleniyor diyorum çünkü bu konuda Sağlık Bakanlığı farklı zamanlarda farklı açıklamalar yapıyor. Bu rakamları baz alırsak koca memlekette aileleriyle birlikte düşünüldüğünde milyonlarca insan bu sorunun pençesinde iken çözüm üretecek kurum sayımız sadece 136 üstelik bu kurumlarda sadece 1388 kişi yatarak tedavi alabiliyor. Bir de bu kurumların neredeyse tamamı büyük şehirlerde. Yaygın ve erişilebilir de değiller.
Bu üç örnek meselenin kamusal boyutu için çok küçük bir alanı temsil ediyor. İşin içine ekonomide yaşananları, hukukun geldiği aşamayı, eğitim ve sağlık sistemindeki diğer sorunları, çalışanların maruz kaldığı hak kayıplarını, göçmen sorununu, ideolojik çarpıklıkları topluma nüfus ettiren kurum, kuruluş ve kişileri, iletişim çağında özdenetimden yoksun bırakılmış bireylerin kontrolsüz duygu durumlarını da katarsanız meselenin neden politik ve kamusal olduğunu daha net görebiliriz.
Bizler, iktidar edenler kamuya karşı görevlerini yerine getirmedikleri, kamusal hizmetlerin kurumsal altyapısını güçlendirmedikleri, çalışanların haklarına yönelik sorumluluklarından kaçtıkları ve kamu yöneticileri olarak iş ve eylemlerinde hesap verebilirliklerini ortadan kaldırdıkları için bu kadar çok acı çekiyoruz.
Koca bir yalanın etrafında ördükleri bir sis perdesinin arkasına geçip yerine getirmedikleri kamusal sorumlulukları için onlardan hesap soramayasınız diye size yeni bir oyuncak veriyorlar. İnanmayın ve hesap sorun. Kamusal hizmetlerin ayrımsız herkes için erişilebilir ve ücretsiz olması için mücadeleyi elden bırakmayın. Sorun 'inceller' değil vatandaşlık haklarımızın gasp edilmesidir.
* Sosyoloji Mezunları Derneği Başkanı