Arap dünyasında geçen hafta: Hamas'ın füzeleri herkesi şoke etti
Arap basınının geçen haftaki tek gündemi İsrail'in Mescid-i Aksa saldırısıyla başlayan çatışmalar oldu. Yüzden fazla Filistinlinin ölmesine yol açan çatışmalar birçok gazetede geniş yer buldu.
DUVAR - İsrail ve Filistinliler arasında uzun süredir devam eden gerginlik, Kudüs ve Batı Şeria’da bir ayaklanmaya ve İsrail’in Gazze’ye yönelik yoğun bombardıman savaşına dönüştü.
İsrail’in Kudüs’te Filistin halkına yönelik uygulamaları ve başta Şeyh Cerrah Mahallesi olmak üzere Filistinli ailelerin evlerini ellerinden almak istemesiyle gerginlik had safhaya ulaştı. İsrail’in bütün baskıcı müdahalelerine rağmen Filistinlilerin geri adım atmaması bazı Arap medya organlarında üçüncü intifada olarak yorumlanmaya başlandı.
Uzun yıllardır İsrail ablukası altında 2 milyon kişinin yaşadığı Gazze’ye yönelik yoğun bombardıman, kentte tam anlamıyla bir insanî krize yol açmış durumda. İsrail saldırılarında ölenlerin sayısı her geçen gün artıyor.
İsrail’in saldırılarına karşı Hamas ve İslamî Cihad gibi Filistinli örgütler füze ve roket saldırılarıyla karşılık veriyor. Bu saldırılar karşısında İsrail’in hava savunma sistemi Demir Kubbe’nin yetersiz kalması bütün dünya medyasında olduğu gibi, Arap medyasında da büyük yankı uyandırdı. Birçok yazar, Gazze’den İsrail’e yönelik yoğun füze ve roket saldırılarının bu sefer İsrail’de büyük bir şok yarattığı görüşünde.
Kudüs’te başlayan ve önce Batı Şeria’ya daha sonra da Gazze’ye taşınan gerilim karşısında Hamas ve İslamî Cihad gibi örgütlere birçok Arap gazetesinde övgüler yağdırılırken, Mahmut Abbas başkanlığındaki Filistin yönetimi ise ağır eleştirilerin hedefi oldu. Suudi Arabistan öncülüğündeki Körfez ülkeleri dışındaki Arap ülkelerinin medyasının bir başka hedefinde ise İsrail ile normalleşme anlaşması imzalayan Arap ülkeleri de vardı.
'FİLİSTİN YÖNETİMİ ÜÇ MAYMUNU OYNUYOR'
“Mahmut Abbas’ın liderlik ettiği mevcut Filistin yönetiminin yerinde başka bir yönetim olsaydı, Batı Şeria ve Kudüs’te en az beş sene önce bir intifada çıkardı. Hem Kudüs hem de Batı Şeria işgal den kurtulmuş olurdu. Bu sözler öylesine söylemiyor. Mahmut Abbas, stratejisini fikir babalarından biri olduğu Oslo Anlaşması'na göre belirledi. Ki halen de bu siyasetinde ısrar ediyor. Şahsî olarak maruz kaldığı bütün hakaretlere, düştüğü durumlara ve bütün başarısızlığına rağmen. Daha da can sıkıcı olan, Yahudi yerleşimlerini ve işgali koruyan ve geniş çaplı bir intifada çıkmasını önleme amacındaki güvenlik koordinasyonunu sürdürmekte ısrar ediyor.
Mevcut yönetimin dışında bir yönetim olsaydı, ne kadar güçsüz olursa olsun en azından çomak sokmak yerine bu intifadaya katılırdı. Mahmut Abbas ve İsrail ile normalleşme için sıraya giren Arap liderler halen İsrail’in askerî üstünlüğünün olduğu 60-70-80’li yıllarda yaşıyor. Ve yine, daha önce Enver Sedat'ın (eski Mısır devlet başkanı) dediği ‘kozların yüzde 99’u ABD’nin elinde’ düşüncesini taşıyor. Bunlar, dengelerin değişmeye başladığını görmek yerine üç maymunu oynuyorlar.” (Münir Şefik / Felesteen online gazetesi)
'İSRAİL’İN ZAYIF KARNI: BATI ŞERİA'
“Batı Şeria fil gibidir. Yavaş hareket eder, ama hareket etmeye başladı mı, önündeki bütün (Yahudi) yerleşim alanlarını ve İsrail askerlerini süpürür. Gençleri, Mescid-i Aksa ve Şeyh Cerrah Mahallesi’ni korumak ve Gazze’deki direnişe sahip çıkmak birer aslana dönüşür ve hedeflerini gerçekleştirene kadar devam eder.
İşgalcilerin korktuğu ve gerçekleşmesinden endişe duyduğu tehlike gerçekleşiyor. Çünkü çeyrek asır boyunca sakin kalan Batı Şeria, Yahudi yerleşimleriyle iç içe geçmiş olmasından kaynaklı işgal devletine asıl ölümcül darbe niteliğinde. Özellikle de mevcut intifada ikinci intifada gibi silahlı bir niteliğe bürünür ve gençler silah ve füze teknolojisini kullanmaya başlarsa. Ki bu durum da uzak bir ihtimal değil.
Filistin halkı bugün üç koldan, 1948 sınırları içinde kalanlar, Batı Şeria ve Gazze, Mescid-i Aksa ve Şeyh Cerrah Mahallesi için direniş gruplarının füzeleri etrafında birleşti. Bu da İsrail’in kibri ve Filistin halkının teslim olduğu yönündeki algı karşısında gerçekleşti.” (Rai Al Youm Gazetesi / Başyazı)
'İNTİFADA NORMALLEŞMENİN GERÇEKÇİ OLMADIĞINI GÖSTERDİ'
“Filistinlilerin Şeyh Cerrah ve Kudüs’teki intifadası, Filistinli örgütlerin derin bir kriz içinde oldukları bir döneme denk geldi. Ayrıca bazı Arap ülkelerinin geçen yıl barış yolunda ilerleme iddiasıyla İsrail ile imzaladıkları normalleşme anlaşmaları hakkında da soru işaretleri yarattı.
Ancak Filistinli örgütlerin içinde bulunduğu kriz, İsrail’e karşı direnişin bittiği anlamına gelmiyor. Filistin halkı aradan geçen zaman içinde İsrail ile mücadelede gerçek inisiyatif sahibinin kendisi olduğunu anladı. 1948 yılında İsrail’in kurulmasından sonraki süreç bunu çok iyi gösterdi.
Yine bu intifada, İsrail ve dört Arap ülkesi arasında yapılan normalleşme anlaşmalarının kırılganlığını gözler önüne serdi. Bu anlaşmaları yapan yönetimlerin aydınları, normalleşme adımlarını Arap ülkelerinin izlemesi gereken yeni fikirsel yol olarak lanse etmeye çalıştı. Bunlara göre bu normalleşme süreci, İsrail ve Filistinliler arasında barışın tesis edilmesine katkıda bulunacaktı. İsrail ise hem söylemde hem de fiiliyatta bunun aksi şekilde cevap verdi. İsrail özellikle de Kudüs etrafında yerleşimler açmaya devam etti ve daha sonra ise Filistinlilerin evlerini aleni bir şekilde İsrail güvenlik güçlerinin kontrolünde ellerinden almaya başladı. (Mustafa Kamil El Seyyid / Mısır El Şuruk Gazetesi)
'HAMAS’IN FÜZELERİ HERKESİ ŞOKE ETTİ'
"Gelişmelerde ortaya çıkan en önemli nokta; İsrail’deki bütün kesimlerin Hamas’ın niyetini gerçek anlamda tahmin edemediğidir. Bu çerçevede 6 Mayıs Perşembe günü, hareketin askerî kolunun komutanı Muhammed Dayf tarafından yapılan uyarıyı küçümsediler. Uyarıda, İsrail’in Kudüs’teki Şeyh Cerrah bölgesinde yaptığı saldırıları durdurmaması halinde bunun bedelini ağır bir şekilde ödeyeceği belirtildi. Ayrıca, Mescid-i Aksa çevresinde yapılan protestolara yönelik tutumunu değiştirmezse sonuçlarına katlanacağı uyarısı da yapıldı.
Hamas ve İslamî Cihat Örgütü’nün uzak menzilli ve hassas füzeleri yalnızca Kudüs, Askalan, Aşdod, Guş Dan şehirlerini vurmadı. En önemlisi, İsrail’in kibrini de vurmuştur. Son günlerde yaşananlar İsrailli yorumcular tarafından facia olarak nitelendirildi. Ancak bunun asıl açıklaması; siyasî ve askerî yönetimin Gazze'deki durumla ve özellikle de "Hamas"la ilgili olan güvenlik doktrininin ilkelerini sarsan bir tokattı.
Yaşananlar ilk etapta, İsrail'in caydırıcı gücünün aşındığını ortaya koydu ve Hamas ile diğer direniş gruplarının bölgedeki en güçlü ordu ile füze savaşına girmekten korkmadığını gösterdi. İki tarafın askerî gücü arasındaki uçuruma ve Gazzelilerin canlarıyla ve mallarıyla ödediği bedele rağmen. Hamas roketleri herkesi şaşırttı ve bir milyondan fazla İsrailliyi sığınaklarda saklanmaya mecbur etti. İsrailliler, Demir Kubbe başta olmak üzere gelişmiş sistemlerle füze ve roketleri önleme konusundaki güçleriyle övünseler de, İsrail askerî yönetimi, Hamas'ın yedi yıl boyunca geliştirdiği füze kapasitesi ve hedeflerin vurulmasındaki dakikliği karşısında şoke oldu. (Randa Haydar / El Arabi El Cedid Gazetesi)
'SAVAŞ LÜBNAN CEPHESİ’NE TAŞINIR MI?'
“Eldeki bilgilere göre şu ana kadar İsrail ve Hizbullah arasında bir çatışmaya girme konusunda herhangi bir karar bulunmuyor. Ancak iki taraf arasındaki gerilim had safhada ve mesele İsrail ile Filistinliler arasındaki çatışmaların nereye evrileceğine bağlı. Hem İsrail hem de Hizbullah bu konuda bir sürü önlem aldı. Ancak herkes biliyor ki, güney cephesinin (Lübnan) patlak vermesi, Gazze’deki durumun patlak vermesinden oldukça farklı. Zira bu seferki çatışma çok daha kapsamlı ve şiddetli olacak. Böyle bir çatışmaya başta Suriye’den olmak üzere farklı gruplar da dahil olacak. Belki de Yemen ve Irak'tan da.
Diğer taraftan unutulmamalı ki, güney cephesinde durumu kontrol altında tutan bir korku dengesi var. Lübnan’daki durum 2006 Temmuz savaşına benzer bir askerî çatışmayı kaldıracak durumda değil. Diğer taraftan İsrail, başka çatışma kapıları açmayı da istemiyor. Zira daha Gazze’de açılan kapıyı kapatamıyor.” (Naci El Bostani / Lübnan El Nashra gazetesi)