Arap dünyasında geçen hafta: 'Suriye'de muhalefet başkanlık seçimlerine girecek mi?' 

El Arab gazetesinden Baha El Avam, Suriye'de planlanan başkanlık seçimlerinde muhalefetin seçime girme olasılıklarını değerlendirdi. Arap basınında geçen hafta yer bulan diğer meseleler, Suudi Arabistan-İsrail görüşmesi, İranlı profesöre düzenlenen suikast ve Arap ülkelerinde kadına yönelik şiddete karşı atılan adımlar ve görüşler oldu.

Google Haberlere Abone ol

Bu hafta Arap dünyasının gündeminde İsrail Başbakanı Bünyamin Netenyahu'nun Suudi Arabistan'ın Nuyum kentini ziyaret ettiği ve burada Suudi veliaht prensi Muhammed Bin Selman ile görüştüğü, görüşmede ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo'nun da bulunduğuna dair haberler geniş yer aldı. 

Önce İsrail basınında çıkan haberler Suudi Dışişleri Bakanı tarafından yalanlansa da, Suudi Arabistan ile İsrail arasında ilişkileri normalleştirmek için görüşmeler yapıldığı biliniyor. 

İranlı nükleer bilimci Profesör Muhsin Fahrizade'nin İran'ın başkenti Tahran'da suikast sonucu öldürülmesi bu hafta Arap dünyasının bir başka önemli gündemi oldu. İran ve Direniş Ekseni'ne yakınlığıyla bilinen ünlü gazeteci Abdulbari Atvan'a göre İran bu suikasta bir karşılık vermezse bölgede azalan prestiji daha büyük bir zarar görecek. 

Suriyeli muhalif oluşum Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Koalisyonu'nun Suriye'de önümüzdeki süreçte yapılacak başkanlık seçimleri için bir diyalog heyeti oluşturmaya niyetli olduğu ve seçimlerle ilgili Rusya ile ilgili pazarlıklar yapıldığına dair medyada yer alan haberlerle ilgili tartışmalar devam ediyor. 

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü dolayısıyla bu hafta Arap dünyasında da birçok etkinlik düzenlendi. Bazı hükümetler kadına yönelik şiddete karşı bazı önlemler açıklasa da, hükümetlerin bu tarz vaatlerinin sözde kaldığı ve gerçek anlamda önlem alınmadığı eleştirileri yapıldı. Bu hafta Arap gazetelerinde 25 Kasım dolayısıyla birçok makale ve yazı yer aldı. 

'KADININ EKONOMİK ÖZGÜRLÜĞÜNE ODAKLANMAK LAZIM'

"Kadına şiddet konusu her alanda yoğun bir mücadele gerektirmektedir. Bu sorunu okullarda yoğun bir eğitim programına dahil etmeye ihtiyacımız var. Kadın ve erkek arasındaki cinsiyet meselesi anaokulundan liseye kadar eğitimin zorunlu konusu olmalı. Zira daha iyi bir gelecek için eğitim önemli bir anahtardır. Ancak bu soruna karşı toplumda duyarlılık ve sorumluluk geliştirmek için verilen mücadeleden de vazgeçmemek gerekiyor. Buna ek olarak farkındalık yaratabilmek için dijital mecranın rolü de ayrı bir önem taşımaktadır. 

Herkes için onurlu bir hayat istiyoruz. Sözlü, fiziksel, cinsel ve ekonomik şiddete maruz kalmadan yaşamak kadınların hakkıdır. Şiddete maruz kalan kadınlara ulaşma ve onları destekleme konusundaki sorumluluklarımızın ne olduğu hakkında konuşabiliriz ancak ekonomik olarak şiddete maruz kalma meselesini de gözden kaçırmamamız gerekmektedir. Erkeğin ekonomik hayat üzerindeki hâkimiyetinden kaynaklı, bazı kadınlar şiddete ekonomik bağımlılıktan sebeplerle maruz kalmaktadır. Bu da onun tehlikeli döngü içerisinde kalmaya devam etmesine neden olmaktadır." (Nevin Ebu Rahmun / Filistin arab48.com internet sitesi) 

'ARAP DÜNYASINDA SOSYAL DÖNÜŞÜMLERDE KADIN'

"Arap Kadını son dönemlerdeki sosyal hareketlilikte oldukça aktif rol almaktadır. Özellikle de Arap Baharı'nın ikinci dalgası olarak tabir edilen son zamanlardaki gösterilerde bu görülmektedir. Bu gösterilere ve değişik eylemlere katılan kadınların sayısı oldukça fazladır. Bunu görmek için televizyon ekranlarından Lübnan, Cezayir, Sudan veya Irak'taki gösterilere bakmak yeterlidir. Veya Yemen'deki gösterilerde kadınların katılımını hatırlayalım.

Mevcut koşullarda devrimci eylemlerde kadın ve erkek herkesin katılımının gerekliliği şeklinde yeni bir toplumsal duyarlılıkla karşı karşıyayız. Artık toplumun bir yarısının oturup diğer yarısının da haklarını kazanmasını bekleyeceği bir dönem yok. 

Artık dönem, kadın hareketinin elitist olduğu ve toplumu bu hareketin lehine etkin bir şekilde hareket ettiremediği (Mısır'da Neval Saadavi ve Hüda Şaaravi'nin mücadelesinde olduğu gibi) durum değişmektedir. (Nizar Bedran / Kuds El Arabi gazetesi)

'NETENYAHU'NUN SUUD ZİYARETİ: YENİ BİR TARİHİN BAŞLANGICI'

"İsrail Başbakanı Bünyamin Netenyahu'nun geçtiğimiz pazar günü Suudi Arabistan'ın Cidde iline bağlı turistik Nuyum kentine yaptığı ziyaret ve burada veliaht prens Muhammed Bin Selman ile görüşmesi, Batı ve Amerikan medyasında yer almadan ve Suudi medyasının önce bunu mahcubiyetle bekletmesi ve daha sonra bunu savunan taraf olmasından önce, sadece İsrail medyasını ilgilendiren bir durumdu. Suudi Arabistan ve İsrail arasındaki normalleşme hikâyesi aynen bu şekilde. Önce İsrail basınına bir haberin sızdırılmasıyla başlar, ardından da bu haber, kimliği sonra açıklanacak olan bir İsrailli yetkiliye dayandırılarak doğruluk açısından teyit edilir ve yayılıp bir gerçek halini alır. 

Normalleşme yolculuğuna, Suudiler, İsrailliler ve Amerikalılar tarafından kararlaştırıldığı sürece, Suudi Arabistan'ın bu konudaki reddedici tavrının ve İsraillilerin sessizliğinin hiçbir faydası yok. Şu an, Arap dünyasındaki bölünmeler ve bölgesel-uluslararası güçlerin dengesizliği ışığında Ortadoğu'da yeni bir jeopolitik haritanın yeniden şekillenmesi ile karşı karşıyayız.

Netenyahu'nun Arap Yarımadası'na yaptığı ziyaret yeni bir tarihin başlangıcıdır. Bu da Arap Yarımadası halkını iki seçenekle karşı karşıya bırakmaktadır: Ya Netenyahu ve Bin Selman'ın bu yeni tarihini ihanet mürekkebiyle yazmasını kabul edecek, ya da halk bu tarihi El Suud hanedanının işlediği bu utançtan kurtuluşun kanıyla yazacak." (Fuad İbrahim / Lübnan El Akhbar gazetesi)

'İRAN KARŞILIK VERMEZSE PRESTİJİ KAYBOLUR'

"Profesör Muhsin Fahrizade'ye yönelik suikast İran ve direniş ekseni açısından psikolojik olarak büyük bir darbe olduğu kadar, önemli bir güvenlik ve istihbarat zafiyetidir. Dolayısıyla aynı ölçüde bir karşılık gerektirmektedir. Çünkü bu Direniş Ekseni'nin prestiji çok hızlı bir şekilde azalmaktadır. Ayrıca karşılık verileceğine yönelik açıklamaları ve tehditleri de artık inandırıcı olmamaktadır. Özellikle de İsrail'in artan saldırıları ve provoke edici suikast eylemleri arttıkça Direniş Ekseni'nin Arap ve İslam dünyasındaki inandırıcılığı da kaybolmaktadır. 

Profesör Fahrizade suikastının ardından İran yönetimi içinde kapalı toplantılarda, İsrail ve Amerikan ortak istihbarat operasyonu olduğu düşünülen (belki de bazı Arap devletleri de işin içinde) bu suikasta verilecek cevap tartışılıyor. 

Şu an ortada duran soru, İran'ın muhtemel karşılığını ne biçimde vereceği ve bu karşılığın nerede ve ne zaman olacağıdır. Bu görevi Körfez'deki petrol gemilerine yönelik saldırılarda ve Hürmüz Boğazı üzerinde ABD'ye ait insansız hava uçağının düşürülmesinde olduğu gibi İran Devrim Muhafızları tek başına mı yürütecek? Yoksa Kasım Süleymani'nin intikamı niteliğinde Ayn Esad üssünün vurulmasında olduğu gibi bu görevi İran ordusu mu icra edecek?

Bölgedeki gelişmeleri takip ettiğimiz 40 yıllık süre boyunca ve edindiğimiz tecrübeye dayanarak biliyoruz ki, karşılık verilmemesi veya bunda çok fazla geç kalınması prestij kaybettirdiği gibi güç dengelerini düşmanın lehine döndürür" (Abdulbari Atvan / Rai Al Youm gazetesi)

'SURİYE'DE MUHALEFET BAŞKANLIK SEÇİMLERİNE GİRECEK Mİ?'

 

"Suriyeli muhalif koalisyonun, Suriye'deki başkanlık seçimleri için bir seçim heyeti kurma niyetinde olduğunu açıklaması, bir nevi uzun süredir muhalefetin temsilcisi rolüne yönelik kamuoyunun nabzını yoklamaktı. Bunun sonucunda da görüldü ki, rejime karşı sadece rejimin yerine geçmek için başkaldıran ve başka bir hedefi olmayan bu oluşum, sadece içerisinde yer alan kesimi temsil etmektedir. Şam'daki 'Esadlar'dan hiçbir farkı olmayan bu kesim, belirli sebeplerden dolayı ülkedeki yönetimin kendi hakları olduğunu düşünüyor. Ama tabiri caizse bunu ulusal anlamda gerekçelendirecek hiçbir şey yok. 

Gerek bazı gazetelerde gerekse de sosyal medya platformları üzerinde, Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Koalisyonu (SMDK) başkanı Nasır Hariri'nin önümüzdeki seçimlerde Beşar Esad'ın yerine aday olarak girmek için Ruslarla görüşmeler yaptığına dair birçok haber çıktı. 

10 seneye yakın bir süre zarfında söz konusu koalisyondan, Batı'nın ve Arap dünyasının Suriye krizindeki tutumlarını değiştirmenin imkânsız olduğunu görüp de istifa eden birçok siyasi kişilik geçti. Bunlar gördüler ki, dümeni İhvan ve gençliğinin elinde olan bu koalisyon Türkiye'nin güdümünde. Tıpkı Rusya ve İran'ın Şam'daki rejimi kontrol altına aldığı gibi. Tek fark, Rusya ve İran, müttefiklerine karşı muhalefeti paralı askere çeviren Türkiye'den daha vefalı." (Baha El Avam / Londra merkezli El Arab gazetesi)