YAZARLAR

Aristo ve Brecht, Cem Yılmaz’ı 'çözdü'

Politik mizaha dair hüneri ve ilgisi olmadığını söyleyen ancak toplumsal meselelere dair çok güçlü bir farkındalığı olan Yılmaz, çok ses getiren ve birçok taşı yerinden oynatmaya adım attığı bu gösterisinde, kendi hayatını ve onu çevreleyen ekosistemi uzun zamandır geliştirdiği derinlikli bir gözlem gücüyle ti’ye alırken, toplumsal misyonunu da ciddiye aldığını gösteriyor.

Günümüzde sanatın her alanında olduğu gibi dramatik sanat dalları da kitlesel beğeniyi, mümkün olan en geniş çaplı duygusal katılımı ve hızlı tüketimi önceleyen popüler kültür anlayışını dışlamıyor; bilakis kendi içindeki geleneksel kalıplara entegre etmeye çabalıyor. Bunun ne kadar doğru veya etkin olduğu ayrı bir tartışma konusu.

Bir haftadır uzun uzadıya tartışılan Cem Yılmaz’ın Netflix’te yayınlanan yeni stand-up gösterisi de bu sürecin bir uzantısı aslında.

“Gülecek hiçbir şey kalmadığında bugünler daha da kıymetli olacak” diyerek kendisine gelen eleştirileri göğsünde yumuşatan ve mizahın kendisiyle barışık insanların işi olduğunu bize dolaylı yoldan anımsatmış olan Yılmaz, aslında çok önemli bir eşikten geçmiş.

Meddah geleneğimizden bu yana Türkiye’deki stand-up uygulamaları çok büyük gelişim kaydetti, ama bu süreçte Cem Yılmaz’ın son gösterisiyle geldiği nokta artık bir “post-stand up” sürecine geçtiğimizin işareti olabilir. Peki Yılmaz’ı acımasızca eleştirmek yerine onu Aristoteles üzerinden okumaya ne dersiniz?

Yılmaz’ın kendi içinde yaşadığı ve bize şifreler yoluyla bir süredir sinyalini verdiği bu içsel dönüşümü çözümlerken komedi tarihimizde önemli ve köklü bir yere sahip olan bu değerimizin daha derinlikli bir şekilde anlaşılması gerektiğini düşünenlerdenim. Bunun için de felsefi bir açılımın iyi bir başlangıç olacağını düşündüm.

Antik Yunan’da yaşadığı 62 yıl içerisinde felsefe tarihine izini bırakmış büyük bilge Aristo, Poetika adlı eserinde sanatsal üretimlerde kişiyle alay etme biçimindense, dramlaştırmanın önemini vurgular. Ona göre, “Komedya daha bayağı insanların taklididir ama kötülüğün her türünü ele almaz, gülünç olanı, yani çirkinliğin belli bir kısmını ele alır. Çünkü gülünç olan, insana rahatsızlık ya da zarar vermeyen bir kusur ve çirkinliktir.”

Daha önceki gösterilerinde salondan çıktıktan beş dakika sonra insanın neye güldüğünü unuttuğu bir içerik düzeyinden kopan Cem Yılmaz bu kez toplumun elit kesimlerinin kendilerine ayrıcalık olarak gördüğü davranış kalıplarına, tam da o kesimin içinde alın teriyle kazandığı zenginliği sayesinde var olan biri olarak çuvaldız batırıyor.

Çok tepki çeken esprisini anımsayalım. Alaçatı’da aldığı taş evin eskiden kilise olduğunu söyleyerek “ortamlarda hava atanlar”dan, “Sana ne, sanki Vatikan’dan gelip gidenin var” veya kilise üzerine kurulan siteden ev alıp “aidatı ödemeyince abiyi çarmıha gerdiler” diyerek gülünçleştirirken aslında bu yaygın sonradan görmelik halini dramlaştırıyor.

Benzer şekilde, “Ipad alacak parası olmayan çocuk doğurmasın” veya “dünyayı dört tane aile yönetiyor”, “mahallemde nohut pilav yiyecek yer kalmadı” diyerek Yılmaz bir kez daha toplumdaki yaygın yozlaşmışlıkları, klişeleri parçalara ayırıp üst gelir segmentindeki kişilerin çocuk yetiştirme tarzlarını çözümlüyor.

Bu tam da Aristo’nun yaşamı sanatsal biçimde taklit ve temsil etme haline karşılık gelen bir içsel dönüşüm aslında... Toplumun birçok kesiminde yaygın olan ve sırf kilise örneği ile sınırlı kalmayan, ancak tam da bu somut örnek üzerinden nesnelleştirilen olayları izleyerek, analiz ederek içinde yaşadığımız toplumu daha iyi anlıyoruz aslında. Mizah, sonuç itibariyle insanoğlunun hayatı anlamlandırmada kullandığı en değerli araçlardan biri.

Aristo trajediler, dramlar gibi normal koşullar altında başkalarının yaşadıkları talihsizlikler sonucunda izleyenin üzüldüğü durumların daha iyi anlaşılması için bu olayların sebep ve sonuçlarının irdelenmesi gerektiğini söyler. Yani olaylarla aramıza mesafe koyarak aslında benzer bir kaderden kaçınmanın ipuçlarını da bize vermiş olur. Cem Yılmaz’ın dönüşen mizah çizgisinde bunun izlerini fark etmemek imkânsız.

Dolayısıyla Çeşme’de bilmeden taş ev diye eski kiliseyi satın alan kişinin tarihe olan saygısını ve bilgi düzeyini sorgularken, aslında çevresindeki kişiler de bu durumla aralarına mesafe koyarak, örneğin; satın aldığı arazinin altından Bizans kalıntıları çıktığında bunu örtbas etmek yerine yetkililere bildirme bilincine erişebileceği varsayılmalı.

Tüm bunlar da komedyenin aracılığı sayesinde dinleyicilerde kartopu etkisiyle bir entelektüel içgörü gelişimini tetikleyebilir.

Cem Yılmaz’ın bu olgunlaşma evresindeki amacı, stand-up’ın her dakikasında izleyicilerin karnına ağrı girmesini sağlayan sınır tanımayan ve zaman zaman da hafif kaçan, izleyiciyle, sıradan insanla uğraşan mizah değil, artık izleyicilerin duygularını serbest bırakırken onun aynı zamanda toplumdaki yanlışlıkları, hoşgörüsüzlükleri, yozlaşmayı da “görmesini” sağlamak.

Birkaç ay önce gazeteci Nilay Örnek’le yaptığı “Nasıl Olunur?” podcast yayınında da Yılmaz, “sahnedeki kişinin yorumu olmazsa söylediklerinin cazibesinin kalmayacağını” çok güzel ifade etmiş ve “şaka tüketicisi olmak büyük olgunluk gereken bir şeydir” demişti.

Yılmaz, 2022 yılı başında sergilediği bu yeni evresinde işte o sahnedeki kişinin yorumunu, sosyo-ekonomik meydan okumaların giderek arttığı toplumumuzda kendinde her şeyi yapma hakkı gören “ayrıcalıklı” kesim üzerinden kodlamaya başlıyor.

Bu, kendisi ve toplumsal bağlarını koruduğu kesim için aslında cesurca bir adım. Hayattan aldığımız tadın geçmişe dair özlem serzenişleriyle yok olduğunu, şu anda yaşadığımız anı ıskaladığımızı da anımsatırken aslında Yılmaz, yeni mizah anlayışıyla artık geçmişten muzipçe bir kopuş istediğinin de işaretini veriyor.

Bunda bir süredir yaşanan ekonomik zorluklar karşısında kendisinin toplumsal duyarlılığının da etkili olduğu muhakkak, çünkü Yılmaz her gösterisinde hepimizin aşina olduğumuz insan profillerinin çerçevesini çıkarırken artık bu profiller toplumsal olarak daha anlamlı hale gelmiş durumda.

Yılmaz, gösterisinin başlığına atfen “Asıl sizler Diamond Elite Platinum Plus”sınız diyor izleyicisine. Dolayısıyla, toplumdaki elit olan–olmayan ayrımını anlamsızlaştırarak izleyicisiyle kendi simgelediği varlıklı kesim arasında en azından neşe üzerinden bir köprü kurmaya, bu kutuplaşmayı kahkahaların aracılığıyla yumuşatmaya çabalıyor. Ünlü komedyen Victor Borge, bu durumu “Kahkaha iki insan arasındaki en yakın mesafedir” diye açıklar. Yılmaz, toplumla arasındaki mesafeyi bu gösterisinin ardından oldukça kısaltıp samimileştirmiş, “hakiki” hale getirmiş.

Öte yandan, Yılmaz’ın yaşadığı bu kişisel mizahın sıçrama halini 20. yüzyıl Alman tiyatrosunun önemli isimleri arasında sayılan Bertolt Brecht üzerinden de okumak olanaklı.

Aristo, anlatının özü ve kahramanlarıyla seyircinin tam olarak özdeşleşmesinden yanayken, Brecht, bunun aksine seyirci ile oyuncu arasına mesafe koymak, bir tür yabancılaştırma (verfremdungseffekt) etkisi yaratmak ister. Böylelikle, seyircinin sahnede gördüğü anlatının taraflarını düşünerek ve çözümleyerek değerlendirmesini amaçlar. Yani bir açıdan seyirciyi sahneye ışınlar ve seyircinin konuyla arasına mesafe koyarak muhakeme araçlarını kullanmasını ister. Sahnede iyi veya olumlu kahraman yoktur; tüm bu değer yargıları, eleştirel bir sorgulama yapması istenen seyirciye bırakılır.

Bir hiciv ustasına dönüşen Cem Yılmaz’ın sahnede sergilediği dönüşüm, bundan sonra nasıl algılanacağı ve izleyicisinde nasıl bir algı değişimi yaratacağına bağlı olarak Brecht ile Aristo arasında bir noktada duruyor.

Bir açıdan seyirciyi konuya yabancılaştırarak toplumdaki ünlü, zengin veya sonradan görme kesimlerin, birçok açıdan da “Beyaz Türkler”in ortaklaşmış davranış kalıplarıyla, grup-içi yaşam kodlarıyla arasına mesafe koyarak, onların mutlak haklılığına dair savunuları çürütüp, bir süredir yaşanan toplumsal dönüşümü daha analitik ve aktif şekilde gözlemlememize, bizi farklı katmanlardan çevreleyen, bir anlamda “içine battığımız” olumsuzluklar üzerine düşünmemize aracı oluyor.

Yılmaz, sıradan insanların “sivriliklerini” -örneğin alkolizmini büyük bir mizah ve dobralıkla anlattığı dayısının hikayesi- betimleyerek, dinleyiciye söz konusu kahraman hakkında kendi değer yargısını oluşturma hakkı tanıyor. Öznel olanın toplumsallıkla ilişkisini kendi ailesinin içindeki bir “trajedi” üzerinden okumamızı sağlıyor.

Politik mizaha dair hüneri ve ilgisi olmadığını söyleyen ancak toplumsal meselelere dair çok güçlü bir farkındalığı olan Yılmaz, çok ses getiren ve birçok taşı yerinden oynatmaya adım attığı bu gösterisinde, kendi hayatını ve onu çevreleyen ekosistemi uzun zamandır geliştirdiği derinlikli bir gözlem gücüyle ti’ye alırken, toplumsal misyonunu da ciddiye aldığını gösteriyor.

Her geçen gün derinleşen toplumsal yaralarımızı, duygularımızı ortaklaştırma çabalarını, bizleri bölen ve kutuplaştıran anlatıları sahne üzerinde dinleyip benliklerimize çekidüzen vermek için Cem Yılmaz gibi bir ortak referansa ihtiyacımız vardı.


Menekşe Tokyay Kimdir?

Uluslararası ilişkiler alanında Galatasaray Üniversitesi'nde lisans, Avrupa Birliği bölgesel politikaları alanında Belçika Katolik Louvain Üniversitesi'nde yüksek lisans eğitimini tamamlayan ve Avrupa Birliği siyaseti alanında Marmara Üniversitesi Avrupa Birliği Enstitüsü'nden doktora derecesi olan Tokyay, 2010 yılından beri ulusal ve uluslararası haber ajansları için röportaj ve analizler yaptı. Uzmanlık alanları arasında AB siyaseti, Orta Doğu, çocuk hakları ve sosyal politikalar yer almaktadır. Kendisi Fransızca ve İngilizceden birçok kitabı Türkçeye kazandırdı. Aynı zamanda aylık klasik müzik dergisi Andante’de köşe yazarı olan Tokyay, bir yandan da sanat alanında önde gelen isimlerle ve müzik alanında üstün yetenekli çocuk ve gençlerle ses getiren söyleşi dizileri gerçekleştirdi.