YAZARLAR

Aristoteles bize nasıl bir tuzak kurdu?

Antik Çağ’da sınıflanan beş duyudan ibaret miyiz? Görme, işitme, tatma, dokunma, koklama bizi tanımlamaya yetiyor mu? Kendimizi hafife almayalım. Yön bulmayı, dengeyi, acıyı hissetmeyi, vücudun organlarının birbiriyle ilişkisinin farkında olmayı, zamanı idrak etmeyi birer duyu olarak ele alan araştırmalar var. Ama biz bu duyuları ne kadar kullanıyoruz ki?

Beş duyumuz var.

Hiç şüphemiz yok bundan. Görüyoruz, işitiyoruz, kokluyoruz, tadıyoruz, dokunuyoruz.

Evet, çok büyük bir bölümümüz bu duyuların beşini birden rahat rahat kullanıyor.

Başka? Bizler bu beş duyudan ve duyuların beslediği zihinden mi ibaretiz?

*

Aristoteles 

Bu ‘beş duyu’ meselesinin bir numaralı sorumlusu Antik Yunan’ın büyük filozofu Aristoteles. Bildiği her şeyi kategorize etmeye meraklı Aristoteles, dünyayı algılama biçimimize, çevremizden aldığımız bilgiyi nasıl işlediğimize de aynı şekilde yaklaşmıştı.

Peki Aristoteles neden beş duyumuz olduğunu varsaymıştı?

Beş temel element olduğuna inandığı için.

Ateş, hava, toprak, su ve bir de gizemli element ‘ether’ (Hayır, ‘tahta’ değil!).

Aristoteles, bu beşliye karşılık beş duyumuz olması gerektiğini düşünmüştü. Bizler de ilkokuldan beri bunu öğreniyoruz.

Tekrar sorayım: Bizim başka duyumuz yok mu peki?

Aristoteles’in hocası Platon, ısıyı ‘duymamızı’ da duyuların arasında sayarmış örneğin. Korku ve arzu duymamızı da. İskenderiyeli Philo’ya sorarsak, ‘konuşma’ da bir duyu. Daha birçok başka görüş de mevcut.

Ama Aristoteles azıyla çoğuyla uğraşmamış, beşle beşi eşleyerek, neredeyse sihirli formülüne ulaşmış. İlginç olan, bu keyfi sınıflandırmanın bugüne dek tökezlemeden gelmesi.

Beşlide kalmayı tercih etmişiz.

*

Hem yukarıda söylediklerimi hem de birazdan aktaracaklarımı, Avustralyalı düşünür ve yazar Roman Krznaric’in ‘The Wonderbox: Curious Histories of How to Live’ isimli kitabında okudum. Kitap, sadece duyular ile ilgili değil; işten aşka, seyahatten zamana, bugünün dünyasının üzerine kurulduğu kavramların gelişimine ve gelişirken yaşadıkları kayıplara göz atıyor.

Krznaric duyular konusunda, çok ilginç bir şey söylüyor. “Onlar sadece fiziğin, kimyanın, biyolojinin alanı değil” diyor; “tarih ve kültürle de ilgililer”.

Wonderbox: Curious Histories of How to Live, Roman Krznaric

Buna göre, duyular, yaşadığımız toplum içinde de şekilleniyor. Toplum yaşantısı bize gözlerimizi, kulaklarımızı nasıl kullanacağımızı öğretmekle kalmıyor, duyularımıza sınırlar da çiziyor; bir anlamda hareket kabiliyetimizi kısıtlıyor.

Örneğin, Krznaric’e göre modern toplumda ‘görme duyusu’, diğer tüm duyuların önünde ve hepsinden rol çalıyor. Görme yoğun bir toplum yaşantısı benimsediğimiz için tatmada, dokunmada, işitmede, en çok da muazzam bir altyapıya sahip olduğumuz koklamada yeterince yol alamıyoruz; düşük performans gösteriyoruz.

Dahası, bu beş duyunun dışına da çıkamıyoruz.

*

Şimdi Krznaric’in rehberliğinde, “başka duyumuz yok mu peki” sorusuna girelim.

Bunun için de Aristoteles’in sınıflandırmasına geri dönelim.

Daha Antik Çağ’da büyük filozofun eliyle bir beşli duyu sınıflaması yapılmıştı ama iş orada kalmadı. Aristoteles’ten birkaç yüzyıl sonra bile bu sınıflandırmaya itirazlar yükselmiş ve sonrasında bilimsel olarak çürütülseler de yine yüzyıllarca genel kabul görecek başka sınıflandırmalar ortaya atılmıştı. Ortaçağ’da hâkim olan ve özellikle de İbni Sina’nın başını çektiği görüşe göre beş ‘dış’ ama beş de ‘iç’ duyumuz vardı.

Dış duyular halihazırda bildiklerimiz. İbni Sina’ya göre fark iç duyulardaydı. Romalı anatomist Claudius Galen’in fikirlerini geliştirerek kendi görüşlerini ortaya koyan İbni Sina, kafamızda bulunan sıvıyla dolu üç ayrı boşlukta beş farklı ‘iç’ duyumuz olduğunu söylüyordu.

Dışarıdan alınan bilgiyi işleyen ve mesela rengi kokudan ayıran ‘sağduyu (common sense)…

Görüntülerin stoklandığı hayalgücü…

Daha önce hiç görmediğimiz şeyleri, mesela tek boynuzlu bir atı hayal etmemizi sağlayan ‘fantazi’…

Tehlike anında bizi harekete geçiren ‘içgüdü’…

Ve nihayet ‘hafıza’…

*

Bu görüşler, dedim ya, çürütüldü. En başta da anatomik açıdan.

Ama yine de kendimizi hafife almayalım; nörolojik araştırmalar, beşten fazla, hatta 22 ila 33 arasında duyumuz olabileceğini söylüyor.

Yön bulmayı, dengeyi, acıyı hissetmeyi, vücudun organlarının birbiriyle ilişkisinin farkında olmayı ve yine ısıyı hissetmeyi birer duyu olarak ele alan araştırmalar var.

Zamanın geçtiğini fark etmeyi de.

*

Buna göre, Aristoteles’ten beri duyularımızın en az yarısından vazgeçmişiz. Daha doğrusu, onların üzerine pek gitmemişiz.

Marcel Proust’un çaya batan kurabiyesini düşünün. Birbiriyle bütünleşen duyular. Koku, tat, görüntü, temas ve hafıza hepsi bir arada… Buralarda belki biraz daha oyalanabilirdik. Belki hayatı daha fazla anlayabilirdik.

Aristoteles’ten öncesi de vardır muhakkak. Bazı duyularımız, kabiliyetlerimiz körelmiş. Neticede tek başımıza değiliz, toplumun bir parçasıyız. Akıntının yönüne gidiyoruz.

Ama bir şey daha var…

Suçu Aristoteles’e atmak da biraz kolaycılık.

Krznaric’in kitabından notlar alırken, aklıma daha önce okuduğum bir soruşturma geldi. Claire Dunn isimli Avustralyalı yaban hayatı yazarının aktardığı bir test. Kendi şehrinizde, kendi hayatınızda bir turist olup olmadığınızı ölçen test. 

İçinde şöyle sorular var:

Bulunduğunuz yerde sabahları ilk öten kuş hangisi?

Şu an Ay hangi evresinde?

Size en yakın yenilebilir bitki nerede yetişiyor?

İçme suyunuz tam olarak nereden geliyor?

Komşularınızın isimleri ve doğum günleri neler?

Bunlar, insanların yakın çevresinden alıp işlediği bilgiler. Duyularımızın da bir şekilde alıp işlediği bilgiler yani.

Ne kadarını biliyoruz ki? Ne kadarını işliyoruz ki?

Hele şimdi, sosyal medya ve internet çağında, zihnimiz koyu bir sisle kaplanmışken.

Şimdi yine başka yöne gidiyoruz.

Dijital çaya dijital kurabiye batırabilir miyiz acaba?


Yenal Bilgici Kimdir?

Yenal Bilgici, gazeteci. 1979 İskenderun doğumlu. Siyaset bilimi eğitimi aldı. 2000 yılında gazeteciliğe başladı. Nokta, Aktüel, Newsweek, GQ Türkiye, Habertürk ve Hürriyet’te çalıştı; yazılı ve görsel birçok başka mecrada yazdı çizdi anlattı. Siyaset, kültür, tarih üzerine röportajlar yaptı, yapmaya devam ediyor. 2022 Ocak’ında Türkiye’de son dönemde yaşananları hakikat-sonrası çerçevesinde ele aldığı “Memlekette Tuhaf Zamanlar - Hakikat Sonrasıyla Geçen İki Binli Yıllarımız” isimli eseri Doğan Kitap’tan yayımlandı. 2019’da tarihçi İlber Ortaylı ile “Bir Ömür Nasıl Yaşanır” isimli, büyük ilgi gören bir nehir röportaj kitabı yayımladı, bu kitabı 2022 Şubat’ında yine Ortaylı ile söyleştiği “İnsan Geleceğini Nasıl Kurar” takip etti. Özellikle Avrupa gündemini takip etmeyi, toplum ve teknolojinin kesişiminden türeyen yeni dünya üzerine düşünmeyi, edebiyatı ve bir de bloglarında 'Eski Usul' ve 'Tuhaf Zamanlar’ yazmayı seviyor.