YAZARLAR

Arsenal’dan buraya kadar: City kendine ait olanı geri aldı

Arsenal dün geceye kadar Manchester City ile yarıştığını sanıyordu. Ama City dün gece biraz kırıcı bir şekilde aslında ortada bir yarış olmadığını kendilerine tebliğ etti.

Bu Arsenal’ı sevmemek elde değil. Tıpkı Arsene Wenger’in 90’ların sonu ve 2000’lerin başındaki neşe dolu Arsenal’ı gibi. Ama o Arsenal, Premier Lig’in en iyisiydi, “yenilmezleriydi”. Yenilmezliğin getirdiği özgüveni hemen her maçlarında hissedebilirdiniz. Dün gece Manchester City’nin maçın her anında hissettirdiği gibi. Maç boyunca, Mikel Arteta’nın genç ve heyecan verici takımının haddinden fazla güçlü rakibinden çok daha az enstrümana sahip olduğu görüldü. 

Birçok futbolsever, bazı takımları kalelerinin önünde topu oyuna sokmaya ve rakibin onlara baskı yapmasını beklemeye iten nedeni anlamıyor. Bu baskıdan nasıl çıkılabileceği planlanmamışsa bu elbette bir risk. Ama City’nin Arsenal’a attığı ilk golü incelemek, onlara birkaç yanıt sunabilir: Her oyuncunun profilinin çıkarıldığı ve kendi rolünün ne olduğunu bildiği bir konumlandırma çalışması, rakibi üzerine çekme ve boşluklar bulma yeteneği gibi.

Erling Haaland elli metrelik bir topla çıkışı mümkün kıldığında illâ geriden kısa pasla çıkmaya tabiî ki gerek yok. City de attığı ilk golde öyle yaptı. Ederson, kendi ceza sahasına yakın bir yerde John Stones’a pasını verdi, ardından Stones iki oyuncuyu üzerine çekti ve Haaland’a uzun bir pas yolladı. Maç boyunca Rob Holding tarafından tutulmanın, daha doğrusu tutulamamanın avantajını kullanan Haaland ise topu indirip Kevin De Bruyne’nin koşu yoluna harika bir pas bıraktı. Arsenal’ın belalısı De Bruyne de ceza yayı üzerinden yakın köşeye klasına yakışan bir plase yolladı.

MÜKEMMEL KARIŞIM

Bu gol, Pep Guardiola’nın tiki-taka’sı (her ne kadar bu deyimden nefret etse de) ile İngilizlerin geleneksel direkt futbolu arasındaki mükemmel bir karışımdı aynı zamanda. Bu anlamda, bu sezonki City’nin, Guardiola’nın Premier Lig’deki ilk sezonundaki takımına göre çok daha yoğun ve direkt bir takım olduğunu söylemek mümkün.

Topa sahip olma konusunda Avrupa’nın uzak ara en iyi takımının, topsuz oyunda da bu kadar iyi olması ise rakip takımlar için bir haksız rekabet konusu olarak sayılabilir. Arsenal’ın maç boyunca rakip yarı sahada topa sahip olabildiği anlar o kadar sınırlıydı ki, Topçular’ın ön hattı neredeyse topa dokunamadı bile. 

Buna karşın Haaland ise topa dokunamadığı anlarda dahi büyük fark yarattı. Çevresinde ne olduğuna o kadar hâkimdi, boşlukları nasıl kullanacağını ve yüksek toplara nasıl hükmedeceğini o kadar iyi biliyordu ki, başta Holding olmak üzere, Arsenal savunmasına yapacak hiçbir şey bırakmadı. Haaland, Holding’i her seferinde çok kolay geçerken, De Bruyne de maç boyunca Partey’nin arkasına sızdı. Gabriel ve Ben White, onun önünü kapatmak, en azından onu yavaşlatabilmek için çok uğraştı. Birkaç pozisyonda başardılar da. Ama kaderlerinden kaçamadılar.

ORTADA BİR YARIŞ YOKMUŞ

Bu seviyedeki bir hedef maçında iki takım arasında bu kadar fazla güç farkını en son ne zaman seyrettiğimi hatırlamaya çalıştığımda, aklıma 2011’deki Şampiyonlar Ligi finali geldi. O finalde Barcelona, sanki kupayı almak için Manchester United ile prosedür gereği bir maça çıkmış gibiydi. Dün gece de Arsenal aynı çaresizlikteydi. Çok kötülerdi, evet. Ama aslında kötü olan onlar değildi, karşılarındaki takım çok iyiydi. Bütün parlaklıkları, City’nin gücü karşısında sönüp gitti. 

Aaron Ramsdale, maç boyunca Haaland’ın her şutunu kurtarmasaydı, City maçı tarihi bir farkla kazanacak kadar baskındı. Ama sonunda Haaland, uzatma dakikalarında Ramsdale’i mağlup etmenin yolunu buldu. Altın sarısı saçlarını tokasından kurtarıp savurdu ve birkaç saniye sonra topu ceza sahasında önünde bulup ağlara yolladı.

Bu ikonik an, Arsenal’ın çektiği eziyetin de sonu anlamına geliyordu. Arteta’nın ekibi, dün geceye kadar Manchester City ile yarıştıklarını sanıyordu. Ama City dün gece biraz kırıcı bir şekilde aslında ortada bir yarış olmadığını kendilerine tebliğ etti.

Arsenal hâlâ lider olsa da iki maç eksiği olan rakibinden yalnızca iki puan önde ve bir mucize olmazsa bu onlara yetmeyecek. Neredeyse bütün bir sezonu lider olarak götürüp şampiyonluğu kaybetmek, onlar için elbette acı verici olacaktır. Ama aynı zamanda böyle bir rakip karşısında bu kadar uzun süre lider kalabildikleri için de şimdiden kendileriyle gurur duyabilirler. 

Son altı sezondaki beşinci Premier Lig şampiyonluğuna çok yaklaşan City için ise artık en büyük hedef, bu mutlak yerel tahakkümlerini Avrupa’ya da taşıyabilmek olacaktır. Bunun için de öncelikle Real Madrid ile geçen sezondan kalan bir hesabı kapatmak zorundalar. 

Not: 6 Şubat’ta gerçekleşen Kahramanmaraş merkezli deprem felâketinde resmî rakamlara göre en az 50 bin 783 insan öldü, yüz binlerce insan yaralandı, milyonlarca insan evsiz kaldı, ama tek bir yetkili utanmadı, kendini sorumlu görmedi ve istifa etmedi. Unutmayacağız, unutturmayacağız, affetmeyeceğiz, hesap soracağız.


Onur Özgen Kimdir?

1989, İzmir doğumlu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde okudu. Gazetecilik hayatına 2008 yılında aylık sosyalist bir dergi olan RED Dergisi'nde başladı. Ardından sırasıyla Campaign Türkiye, FourFourTwo Türkiye, GOAL Türkiye ve Mackolik'te içerik editörlüğü ve yazarlık yaptı. Bir dönem BJK TV'de Avrupa futbolu üzerine yorumlarda bulundu. Son olarak ise GOAL Türkiye'de yazı işleri müdürlüğü görevini üstlendi. Şu anda Gazete Duvar ve Socrates Dergi'de futbol yazarlığı yapıyor ve Parodi Yayınları'nda yine futbol üzerine çocuklara yönelik kurgusal biyografi kitapları kaleme alıyor. Ayvalık'ta yaşıyor.