Arsenal'ın yeniden dirilişi: Sonuca değil sürece odaklan
Arsenal’ın hâlâ gelişmek için zamanı var, ama aradan geçen sürede kat ettikleri gelişim Martinelli’yi şimdiden haklı çıkarmış görünüyor. Herkesin çok çabuk ıskartaya çıkarıldığı, bir şeyleri inşa etmek için hiç zamanın olmadığı, hemen sonuç alınmak istendiği bir dönemde Arsenal’ın bu deneyiminden çıkarılacak çok kıymetli dersler var.
Premier Lig, dünyanın en ilgi çekici futbol organizasyonu olsa da şampiyonluk yarışı anlamında bir süredir rekabete kapalı bir yer. 2018-19 sezonundan bu yana yalnızca iki takımın Premier Lig’i kazanma şansı bulunuyor: Manchester City ve Liverpool. Ve sonucunda da bu iki takımdan biri, genellikle de City ligi kazanıyor.
2010’ların başında en önemli futbol rekabeti Barcelona ile Real Madrid arasındayken, son dört yılda artık en büyük ilgiyi bu iki takımın karşılaşmaları görüyor. Barcelona’nın içine girdiği ekonomik krizle birlikte yaşadığı güç ve itibar kaybı ve Lionel Messi ile Cristiano Ronaldo’nun La Liga’yı terk etmeleri elbette bunda büyük etken.
Barcelona’nın başına geçtiği günden bu yana futboldaki eğilimlerin en önemli belirleyicisi olan Pep Guardiola’nın Manchester City’e gitmesi, aynı şekilde diğer tarafta Jürgen Klopp’un Liverpool’u dönüştürmesi de bir diğer etken. Fakat bu iki büyük futbol adamı, tabiî ki kulüplerini tek başlarına bu noktaya getirmediler.
Hem City hem de Liverpool'un örgütlenmeleri, dünyanın en iyi futbol kulüpleri olmaya muktedirdi. Guardiola ve Klopp, bu kusursuza yakın hazırlığın birer parçası oldular. Ve evet, mükemmel parçalar oldular.
Diğer taraftan, örneğin Manchester United böyle bir hazırlığa hiçbir şekilde sahip olmadığı için, neredeyse City kadar para harcayıp onlarca menajer değiştirdi, fakat bir türlü başarı elde edemedi. Şimdi Erik ten Hag’dan vizyonuyla mucizeler yaratmasını bekliyorlar. Nafile bir bekleyiş.
Tıpkı United gibi uzun süredir zirveye uzak olan Arsenal’da da şu sıralarda bir bekleyiş var. Ama bu heyecanlı bir bekleyiş. Çünkü City ile Liverpool arasındaki ikili rekabet, epeydir ilk defa bu kadar tehlike altında. Ve bunda Liverpool’un sezona sallanarak başlaması kadar tıpkı City gibi baskın ve etkileyici bir futbol oynayan ve sekiz hafta sonunda liderlik koltuğunda bulunan Arsenal’ın da payı var.
Mikel Arteta, Guardiola’nın City’deki sağ koluyken, Aralık 2019’da Arsenal’ın menajerliğine terfi ettiğinde, ondan beklenen şey tam da şu an yaşanılanları gerçekleştirmesiydi. Ama bu hemen olmadı. İki buçuk sezonun geçmesi gerekti. Her şeyin yolunda gitmediği iki buçuk sezon. Aynı zamanda bir şeylerin inşa edildiği iki buçuk sezon…
Takımın en büyük yıldızları olarak görünen Mesut Özil ve Pierre-Emerick Aubameyang bu süreçte kulüpten ayrıldılar. Bu ayrılıklar ise Gabriel Martinelli, Bukayo Saka, Martin Odegaard, Emile Smith Rowe gibi büyük bir gelecek vadeden genç oyuncuların önünü açtı.
Savunma hattı Ben White ve Takehiro Tomiyasu ile takviye edildi. Neredeyse gözden çıkarılan William Saliba yeniden kazanıldı.
Bernd Leno ve Emiliano Martinez gibi uluslararası kalecilere sahipken, küme düşen Sheffield United'ın genç kalecisi Aaron Ramsdale'in potansiyeline güvenildi ve eldivenler ona teslim edildi.
Sözleşmesi sona eren Alexandre Lacazette’in yerine bu sezonun başında City’den Gabriel Jesus’un transfer edilmesi ise bu inşa süreci boyunca verilen tüm bu doğru kararların belki de en doğrusu oldu.
Arsenal, cumartesi öğleden sonra evinde ağırladığı Tottenham’ı baskın bir futbol ve net bir skorla yenerek hem ezeli rakibine ligdeki ilk mağlubiyetini tattırdı hem de liderlik koltuğundaki kendi konumunu perçinledi. Ama daha önemlisi bunu nasıl yaptığıydı. Marcelo Bielsa’nın her fırsatta öğütlediği gibi: Ne elde ettiğine değil, bunu nasıl yaptığına bak.
Maçın ilk golünü atan Thomas Partey'in ceza sahası dışından yaptığı tek vuruş gerçekten harikuladeydi. Ama esas olan öncesinde Arsenal'ın yaptığı yirmi bir hazırlık pasıydı. Bu aynı zamanda bu sezon Premier Lig'de golle sonuçlanan en uzun pas sekansıydı (Fabio Vieira'nın Brentford'a attığı golle birlikte).
Arsenal’ı Arsenal yapan şey budur. Topla oynamanın verdiği keyiftir. Arsene Wenger’in deyimiyle, insanı bu oyuna çeken şey de budur ve sırf profesyonel olunduğu için bu keyiften ödün verilmesi gerekmez. Wenger’in Arsenal’a bıraktığı en büyük miras da budur: Keyif almak.
Unai Emery döneminde anlamı unutulan bu miras, şimdi yeniden hatırlanıyor.
Elbette futbol birçok farklı şekilde oynanabilir. Örneğin, Arsenal’ın cumartesi günkü rakibi Tottenham gibi mümkün olduğu kadar az pasla sonuca gitmeye de çalışılabilir. Hele ki Antonio Conte gibi bu tarzın en iyi uygulatıcılarından birine sahipseniz.
Ama Arsenal kendisini o tarzın karşısında konumlandırmak zorunda. Arsenal kendi yoluyla kazanmalı (ya da kaybetmeli). Ve Arteta o yolun nasıl yürüneceğini iyi biliyor.
Haziran 2019’da Marca’ya verdiği röportajda, “Antrenörler kardiyologlar gibidir. Mesajın oyuncularına ulaşması için onların kalplerine girmeleri gerekir,” demişti Arteta. Görünen o ki, Arsenal’da oyuncuların sadece zihinlerine değil kalplerine de girmeyi başarmış.
Oyuncular sahadaki tüm boşlukları o kadar iyi işgâl ediyorlar ki, sahanın hemen her bölgesinde sayısal üstünlük Arsenal’ın elinde oluyor.
Roller ve pozisyonlar kusursuza yakın planlanmış. Kanat oyuncuları Saka ve Martinelli çizgiye basıp oyunu genişletirken, bek oyuncuları White ve Zinchenko içe kat ediyorlar. Partey alanını koruyup, topları kazanıyor ve bunları en basit şekilde etrafına servis ediyor. Aynı zamanda da Odegaard ve Granit Xhaka’yı olabildiğince ileriye itip rakip kaleyi tehdit etmelerini sağlıyor (Bu sezon sekiz maçta iki gol üç asistle oynayan Xhaka ise bu yeni rolüne çok iyi alışmış görünüyor. Öyle ki, Xhaka’nın Premier Lig’deki tüm gol ve asistlerinin yüzde 16’sı son 49 günde gelmiş durumda).
En uçtaki Jesus ise ayrı bir paragrafı hak ediyor. City'de elde edemediği esas adam rolünü Arsenal'da bulmanın ona çok iyi geldiği kesin. Özellikle topsuz oyundaki yoğunluğu ve agresifliği, Arsenal’ın oyununu çok güçlendirdi.
Tottenham galibiyetinin ardından yaptığı açıklamada City'den neden ayrıldığını ve aradığı ortamı Arsenal'da nasıl bulduğunu da çok iyi anlatıyor Jesus:
"City'de önemli olan şey, Guardiola'nın futbol anlayışı ve sizden istedikleriydi. Bunu kabul edip etmemek ise size kalmış. Kabul etmezseniz, teşekkür eder ve başka bir meydan okumaya geçersiniz. Ben ise bir süre onun anlayışını ve taleplerini kabul ettim, ama öyle bir an geldi ki, artık kendim için başka bir şey istediğimi fark ettim. Teşekkür ettim, Guardiola beni anladı ve yolumuza devam ettik."
"Arsenal'da ise durum farklı. Buradaki futbol daha farklı. Farklı oyuncular ve farklı bir oyun şekli var. Arteta ile Arsenal'ın tarzı hakkında çok konuştum. O beni, ben de onu tanıyorum, dolayısıyla benden ne istediğini çok iyi biliyorum. Artık sahada özgürüm, yüzümde bir gülümsemeyle futbol oynuyorum ve her zaman elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum.”
Jesus’un yüzündeki gülümseme boşuna değil, çünkü Arsenal kaybettiği neşesini geri kazandı. Geri kalan her şey ise o neşeyi takip etmeye başladı.
Ama başta da söylediğim gibi, bu hemen olmadı. Bu seviyeye gelebilmeleri için epey bir zaman geçmesi gerekti. Bu süre boyunca Arteta’nın yetenekleri sert bir şekilde sorgulansa da Arsenal yönetimi sağlam durdu. Sonuca değil sürece odaklanıldı. Bu sayede şimdi bu kadar iyi oynayabiliyorlar.
Martinelli, geçtiğimiz şubat ayında The Athletic'e verdiği röportajda, "Şu anda en yaşlı oyuncumuz Lacazette. Çoğu oyuncu 22, 23, 24 yaşında. Gelişmek için zamanımız var ve bunu yapacağız. Yüzde yüz dünyanın en iyi takımlarından biri olacağız," demişti.
Arsenal’ın hâlâ gelişmek için zamanı var, ama aradan geçen sürede kat ettikleri gelişim Martinelli’yi şimdiden haklı çıkarmış görünüyor.
Herkesin çok çabuk ıskartaya çıkarıldığı, bir şeyleri inşa etmek için hiç zamanın olmadığı, hemen sonuç alınmak istendiği bir dönemde Arsenal’ın bu deneyiminden ise çıkarılacak çok kıymetli dersler var.