YAZARLAR

Artık gülümseyemiyoruz!

Yönetmen Finn bu devam filmiyle (yapımcıların taleplerine boyun eğerek) tamamen ‘teslim bayrağı’ çekmemiş! Ama ilk filmde tanıştığımız ‘gülümseyen’ karakterleri gördüğümüzde içimizi bir ürperti kaplıyordu. Şimdi ise sadece. ‘Ha! İşte başlıyoruz!’ hissiyatı…

Yaklaşık iki sene önce bize sunulan ‘Smile’ filmi hoş izler bırakmıştı. Hatta filmi izledikten sonra, korku türüne meraklı birçok seyirci muhtemelen sinema salonundan yüzünde bir ‘memnuniyet’ ifadesiyle ayrılmıştır. Çünkü ‘Smile’ filmi biraz sessiz sedasız vizyona giren, üstelik artık başarılı korku filmi izleme ümidini yitirmeye başladığımız bir dönemde adeta güzel ‘parıltılar’ veren ve asli görevini layığıyla yapan. ‘eli yüzü düzgün’ bir korku yapımıydı. ‘Smile’, yönetmen Parker Finn’in ilk uzun metrajlı sinema filmiydi; kadrosunda ‘yıldız’ bir oyuncu barındırmıyordu ve göreceli olarak mütevazı bir bütçeyle çekilmişti. Buna rağmen Finn, ‘yapışan lanet’ gibi ultra klasik bir korku öğesine yeni bir bakış getirmiş, zaman zaman ‘dip korkularımıza’ ulaşan, gerçekten ürpertici ve etkileyici bir korku filmi çekmeyi başarmıştı. Film, bütçesinin çok üstünde bir gişe başarısı yakaladı ve hatırı sayılır bir izleyici kitlesine ulaştı. Doğal olarak bir devamının gelmesi de kaçınılmaz oldu.

Göreceli olarak düşük bütçeli filmlerin beklenenden fazla kar getirmesi halinde bir devam bölümü için yapımcıların ‘reçetesi’ genelde bellidir: Konunun başarı getirmiş ilk filmden çok farklı olmaması istenir. Eğer başkarakterlerden biri ‘star’ mertebesine (hele de özellikle ilk filmle) erişmişse aynı oyuncuyla tekrar anlaşılmaya çalışılır. Ve de belki de en önemlisi yönetmene bu sefer bir ‘açık çek’ verilir. Başka bir deyişle yönetmen genç ve deneyimsiz de olsa ilk filmin ticari başarısıyla yapımcıların güvenini kazanmış ve yönetmene söz hakkı doğmuştur ve kendisine çok daha yüksek bir bütçe emanet edilir.

Tanınan bu ‘özgürlük’ ve verilen bu olanaklarla, tersi beklenirken genelde olumsuz etki veren sonuçlardan ne yazık ki yönetmen Finn de nasibini alıyor!

Ama abartmadan şunu da ekleyelim: ‘Smile 2’ bir fiyasko değil! Hatta belli ölçülerde ürpertiyor ve seyirciyi çoğu zaman ‘diken üstünde’ tutmayı beceriyor ama bizce ilk filmin yarısı kadar bile özgün ve çarpıcı olmadığı da kesin!

Konuya bakacak olursak: Skye, çok genç yaşta ünlü olmuş, sonrasında kariyerinde ve özel hayatında bir düşüş yaşadıktan sonra tekrar çıkış arayan, 30’lu yaşlarda bir rock stardır. Geçmişte yaşadığı bir kazadan dolayı zaman zaman acı çekmektedir ve bir gece (kaçak olarak) acı dindirici haplar almak üzere eskiden tanıdığı bir ‘torbacıya’ gider. Bu adam bir anda ‘görünmez bir şeyin’ saldırısına uğrar ve gülümseyerek(!) önünde intihar eder. Ama bu arada Skye’a yanında taşıdığı bir şeyi de ‘bulaştırmıştır’!

ÖLÇEK BÜYÜYOR, KORKU DEĞİL!

Yönetmen Finn, bu devam filminin konusunda bir değişikliğe gitmiyor. İlk filmde olduğu gibi burada da travmatik bit geçmişe sahip, kendini ‘yalnız’ hisseden bir kadın başkarakteri odak noktası olarak yerleştiriyor. Ancak ilk filmdeki kısıtlı, kişisel ve medikal ortam bu filmde (bütçenin de yardımıyla) çok daha kalabalık, ışıltılı ve gösterişli bir hale dönüşmüş! ‘Smile 2’de çok daha fazla ‘dış mekana’ çıkıyoruz, çok daha hızlı ilerleyen bir olay örgüsüne tanık oluyoruz ve çok daha fazla karakterle ‘haşır neşir’ oluyoruz.

Ancak bu ölçek büyümesi senaryonun lehine işleyecekken, ilk filmin gücünü yaratan gerilim duygusunu zayıflatıyor. İki filmde de ‘jump scare’ler kullanılmış ve başkarakterin yaşadığı halüsinasyonlar benzer bir doku taşıyor ama ilk filmin becerdiği özel bir şey vardı: Zaman zaman başkarakter hayal gördüğünü fark etmiyordu. Bazı sekanslar normal bir şeklide akıp ama yine de ters bir şeylerin de olduğunu hissettirip son sahnesinde bir kâbusa dönüşüyordu. Bizi daha da ‘savunmasız’ yakalayan bu tutum, bazen güneşli bir açık alanda, bazen ise tanıdık insanların arasında kendini gösteriyordu. Bu filmde olduğu gibi sıradan, kabus olduğu baştan belli, rahatsız edici bir ses eşliğinde karanlık köşelerde akan sekanslarda değil!

Bizce bu ‘eksikliğin’ farkında olan yönetmen bunu örtmek için kanlı sahnelere ‘abanıyor’! Filmin açılış sekansından itibaren kan adeta ‘oluk gibi’ akıyor, kopmuş insan uzuvları, çok ciddi yaralanmalar, bakması güç sakatlanmalar önümüze arka arkaya gelmeye başlıyor ve film saf korkudan ziyade ‘gore’ türüne kayıyor!

KADIN BAŞ KARAKTERİN GİZEMİ!

İki film arasında bir büyük fark da kadın başkarakter ‘ilginçliğinde’ yatıyor: ‘Smile’da Rose, mesafeli, soğuk ve etkilenmeme ‘eşiği’ yüksek bir karakterdi. Başka bir deyişle, biraz da psikiyatr olduğu için dışına adeta bir duygusal ‘zırh’ örmüş bir kadındı. Hatta gözünün önünde bir hastasının intihar etmesi bile onu işinde bir ‘ara’ vermeye zorlamıyordu! Ama bu tutum aynı zamanda da onun gizemini ve ağırlığını da arttırıyordu. Bu ‘buz’ gibi kadının geçmişinde ne olduğunu ve onu ne kadar etkilediğini merak ediyorduk…

Bu devam filminde ise Skye, günümüzde Taylor Swift veya Ariana Grande gibi kariyerinde zirveler yaşamış, binlerce hayranı bulunan, hem şarkılarıyla hem de sahne şovlarıyla dünya çapında bir yıldız olmuş bir karakter! Ama yaşadığı travmayı daha en baştan tahmin edebiliyoruz. Daha da kötüsü bunun nedeni de alenen görünüyor. Sonuçta birçok rock star alkol ve uyuşturucu ‘batağına’ battı ve bazıları bunu hayatıyla ödedi, bazılarıysa uzun ve zorlu ‘rehabilitasyon’ süreçlerinden sonra kariyerlerine aynı hızla olmasa da devam edebildiler... Üstelik bu ün, para ve güç bir kişiye çok genç bir yaşta gelince doğal olarak bunu yönetmek ve altından kalkmak daha da zor bir hale gelebiliyor. Tıpkı burada Skye karakterinde olduğu gibi… Dolayısıyla Skye’ın gördüğü sanrılar belki daha görkemli, daha sert, hatta koreografi açısından da daha özenli ama bir o kadar da yüzeysel duruyor!

Oyunculara bakacak olursak başta Skye’ı canlandıran Naomi Scott olmak üzere her biri görevini layığıyla yapıyor. Bazıları bazen biraz abartıya kaçsa da genelde sönük performanslardan bahsedemeyiz. Ancak ilginç bir şekilde bizim en fazla dikkatimizi çeken, konuk oyuncu olarak kendini oynayan Drew Barrymore’un oyunculuğu oldu. Belki de kendisi de üstelik nerdeyse çocuk yaşta birçok ünlü ismin geçirdiği kötü süreci bizzat yaşadığı için…

Sonuçta yönetmen Finn bu devam filmiyle (yapımcıların taleplerine boyun eğerek) tamamen ‘teslim bayrağı’ çekmemiş! Ama ilk filmde tanıştığımız ‘gülümseyen’ karakterleri gördüğümüzde içimizi bir ürperti kaplıyordu. Şimdi ise sadece. ‘Ha! İşte başlıyoruz!’ hissiyatı…


Kerem Bumin Kimdir?

1976 yılında Paris'te doğdu. 1994 yılında İzmir Özel Saint-Joseph Lisesinden mezun oldu. 1996-2000 yılları arasında Strasbourg Sosyal Bilimler Fakültesinde (USHS) Tarih ve Edebiyat bölümlerinde okudu. Ardından 2000 yılında İstanbul'a geri dönüp 2004 yılında Bilgi Üniversitesi Sinema/ Televizyon bölümünden mezun oldu. 2004 yılından itibaren çeşitli uzun ve kısa metrajlı sinema filmlerinde ve Belgesel filmlerde yardımcı yönetmen olarak görev aldı. Semih Kaplanoglu'nun 'Süt' adındaki sinema filminin ekibinde yer aldı. Son birkaç yıldır Yunan yönetmen Angelos Abazoğlu ile birlikte, Arte kanalı için Belgesel filmler üzerinde çalışmaya devam ediyor . Gazete Duvar'da sinema filmleri üzerine eleştiriler yazıyor .