YAZARLAR

Asgari müştereklerde buluşma 'rüyası'

Kabul etmek gerekir ki, bu topraklarda ortak çıkarlar söz konusu olduğunda, söz gelimi bir apartman toplantısında dahi, asgari müştereklerde buluşmak çok zor olabiliyor.

İşçi sınıfının son yıllardaki en önemli eylem pratiklerinden biri 2015 yılında yaşanmıştı. Kamuoyu nezdinde seçimler nedeniyle göreceli olarak az yer bulan metal işçileri direnişi, daha önceleri eşi benzeri olmayan minvalde gelişmiş ve işçiler Türk Metal-İş’in işverenlerle yaptığı sözleşmeleri tanımadıklarını ilan ederek isyan başlatmışlardı. Başta Oyak Renault, Tofaş gibi büyükler olmak üzere, onlara parça tedariki sağlayan imalatçılar, otomotiv dışından Arçelik işçilerinin de katılımıyla, 10 kentte 22 fabrikada günlerce süren eylemler düzenlendi. Dönemin çalışma bakanı da “ilk defa başımıza geliyor” diyerek şaşkınlıkla gelişmeleri izlediğini itiraf etmişti. Seçim zamanı böylesi bir grev dalgasının büyümesi iktidarın gizliden gizliye kâbusu olurken, konuyu gündemden düşürmek için de türlü yollar denendi. Sonra, sonra ne mi oldu, ilk olarak bir fabrika anlaşma imzaladı ve Oyak Renault çalışanları “bizi Tofaş işçileriyle karıştırmayın”, Tofaş çalışanları da “bizi Renault çalışanlarıyla karıştırmayın” dedi. En nihayetinde herkes üç kuruş zam uğruna yeni sözleşmeleri kabul etti. Önce eylemin liderleri sonra da binlerce işçi işini kaybetti… 2015 seçimi öncesi kimsenin farkına varmadığı bu fırsat, sadece sınıf bilincinin olmaması ya da lümpenlikle açıklanamayacak şekilde kaçmış oldu. Böylece bütün dünyanın işçilerinin birlikteliğinden geçtik, 2015 yılında aynı kentin işçileri dahi birleşmeyi becerememiş oldu.

Kabul etmek gerekir ki, bu topraklarda ortak çıkarlar söz konusu olduğunda, söz gelimi bir apartman toplantısında dahi, asgari müştereklerde buluşmak çok zor olabiliyor. Gezi süreci istisnasını bir kenara bırakırsak, belli amaç uğruna bir araya gelme pratiklerini ciddi anlamda sekteye uğratacak alışkanlıklarımız var. Bu alışkanlıkları, zihinlere yerleşmiş kodları kırmak kolay olmuyor. Bugün belki onlarca grup, kendi içlerinde “Ne Yapmalı” sorusunu soruyor, online ya da yüz yüze toplantılar yapıyor, WhatsApp ya da Clubhouse grupları bu tarz tartışmalardan geçilmiyor. Ancak son bir yılda pandeminin de etkisiyle, harekete geçebilecek ortak irade ne yazık ki bir türlü sağlanamıyor. Bunun nedenlerini tartışmadan, neyi nasıl yapmalı sorusuna geniş çaplı bir yanıt bulunamadan yapılan çabalar da, imza vermekten ve bildiri yayınlamaktan öteye pek gitmiyor, ki böylesi bir ortamda bunlar da ciddi bir cesaret gerektiriyor elbette, ve küçümsemiyorum. Ancak herkes parçalı parçalı hareket edince de bu karmaşık “ne yapmalı, nasıl yapmalı” puzzle’ı bir türlü tamamlanamıyor.

Akpınar, Demirtaş, Dündar ve Kavala’yı aynı anda savunabilmek” yazısında dile getirmeye çalıştığım gibi Metin Akpınar’ı “Kemalist”, Demirtaş’ı Kürtçü, Osman Kavala’yı, Can Dündar’ı da sol liberal buldukları için birileri birilerine tam sahip çıkmıyor. Burada muhtemelen mikro iktidar alanlarının terk edilmemesi, küçük hesaplar, sekter zihinsel alışkanlıklar, asla eğilip bükülmeyen düşünceler ön plana çıkıyor. Bunları dile getirmek de türlü türlü yaftalamalara, hakaretlere, şucu bucu olma suçlamalarına maruz kalmak anlamına geliyor.

Buradan evinden yaka paça alınan Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun FETÖ ile ilgili eski mesajlarının gündeme gelmesine ve hukuk dışılığı aşikâr bir tutuklanmada dahi hem fikir olunamamasına bağlanalım. Kişilerin geçmişlerinden ve kimliklerinden azade, temel hukuku ve insan haklarını savunmak, ne tuhaftır ki lüks ve uzun açıklamalar gerektirir hale geldi. Gergerlioğlu muhtemelen, son yıllarda herkesin herkes için temel hukuk kurallarına sahip çıkmasının hayatiliğini gördü ve buradan yürüyüp istisnasız herkese kucak açtı. Sağduyusuna güvendiğim bazı isimlerin dahi kendisine soru işaretiyle bakmasının nedeni geçmişte atmış olduğu mesajlarıydı. Türkan Saylan’a yönelik yazdıkları ya da FETÖ hakkındaki mesajları (iktidar kanadında desteklemeyen var mıydı) benim açımdan da kabul edilemez. Ancak unutmamak gerekir ki, en nihayetinde Gergerlioğlu FETÖ’den değil, herkese eşit mesafede hak savunuculuğu yaptığı için, belki de FETÖ’den daha tehlikeli bulunduğu için, attığı bir mesaj yüzünden tutuklandı. Bu kadar basit bir gerçeğe sahip çıkmak için bu kadar izahat vermek bile insana zül geliyor doğrusu.

Bu “karşı mahallenin” çok kutuplu ve sıklıkla birbirine düşme halinden en çok iktidar nasipleniyor. İşçilerin 2015’teki gibi grev yapmasından da, öğrencilerin ve kadınların birlik olup direnişlerinden de, tek bir milletvekilinin toparlayıcı söylemlerinden de haz etmiyorlar ve oluşan mukavemeti hemen kırmaya yöneliyorlar. Eylemi kırarken karşı mahalleyi birbirine düşüreceklerini, yıldıracaklarını ve böleceklerini tahmin ediyorlar. Eğitim-Sen dahil birçok platformun kendi içinde ayrışması, bu bağlamda ekmeklerine yağ sürüyor.

Muhalefeti oluşturan çok sayıda partinin, STK’nin neden ayrı ayrı var oldukları konusunda elbette haklı ideolojik açıklamaları vardır. Ancak hukuk, insan hakları ve bu iktidarın demokratik yollarla değişmesi temeline oturmuş, asgari müştereklerde bir araya gelmekte zorlanmanın vebali herkesin üzerine olacak. Burada kastettiğim müşterekler Türkeş’i, Yazıcıoğlu’nu, Erbakan’ı ölüm-doğum günlerinde anmak değil elbette. Bu tarz girişimler reel politik dinamikleri bağlamında şark kurnazlığından başka bir şeye tekabül etmiyor. Üstelik karşılığının olmadığını, taklitlerin asıllarını yaşattığını hayat bize gösterdiği halde yapılmaya devam edilen bir kurnazlık…

Tüm bunlar ışığında cezaevinde olduğu halde bu konularda durmadan düşünmeye devam eden Selahattin Demirtaş’ın çağrıları çok daha önem arz ediyor. Ne yapmalı, nasıl yapmalı sorularına yanıt aramak, alternatif dil, söylem ile yeni mücadele pratikleri geliştirmek ve belki de yeni bir ittifak oluşturmak için yeterli ortam var aslında. Bursa’da tarihî olma özelliği taşıyan bir eylem sırasında bir anda ayrışan işçilerin akıbetine uğramamak için öncelikle, egolardan, geçmiş hesaplardan ve mikro iktidar hırslarından arınmakla işe başlamak gerekiyor. Kolay değil elbette, ancak hayat kolay olsaydı bu yaşadıklarımızı da yaşamazdık zaten…Lenin “Ne Yapmalı” kitabında Pissarev’i kaynak göstererek “Rüya görmeliyiz, rüyalarla yaşam arasında bir bağ varsa, her şey yolundadır” der. Çok farklı zaman diliminde ve çok farklı bağlamda söylenmiş olsa da biz de ısrarla asgari müştereklerde buluşabilme rüyası kurmalıyız.

 
 

Azmi Karaveli Kimdir?

İletişim uzmanı. Galatasaray Lisesi’nin ardından Marmara Fransızca Kamu Yönetimi’ni bitirdi, aynı üniversitede Sinema-TV yüksek lisansı yaptı. 1993 yılında Cumhuriyet gazetesinde çalışmaya başladı. Televizyon programcılığının yanı sıra, özel sektörde ve iletişim ajanslarında çalıştı. Kadir Has Üniversitesi’nde iletişim dersleri verdi. Hayat Bilgisi Okulu’nun kurucuları arasında yer aldı. zete.com’da yazılar yazdı. Cumhuriyet Pazar Eki’nde Yurttan Sesler bölümünü hazırladı, zaman zaman kültür sanat sayfasında yazılar kaleme aldı. 2018 yılında gazetede yaşanan gelişmeler üzerine Cumhuriyet’ten ayrıldı. Halen kurucusu olduğu ajansta iletişim danışmanlığı yaparken, bazı STK ve siyasetçilere gönüllü destek veriyor. Marmara Üniversitesi Gazetecilik Bölümü’nde doktora tezini bitirmeye çalışıyor.