YAZARLAR

Aşı yoluyla çipleme bahsi ve yurttaşa ihanet

Aşılama yoluyla çipleneceğimizi öne süren komplocuların meselesi bir zihin oyunu meselesi değil, bir zihniyet meselesi. Çipçi komplonun başında cinci hoca gibi isimler var. Çip de çip. Çin çipi, ABD çipi. Çiple davranışlarımız kontrol edilecek, zihinlerimiz yönetilecekmiş. Sanırsın dünya davranış olimpiyatlarında hep birinci çıkıyoruz. Zihniyetimiz de arş-ı âlâyı aydınlatıyor.

Geçenlerde yine başımı almış vadide yürüyüşe çıkmışım. Her zamanki gibi bir tur değil de iki tur yürüsem bugün diye düşünüyorum. Dört beş genç de epeyce bir süredir önüm sıra yürüyor. Yaşları en fazla 18 gibi görünen gençler. Güle eğlene yürüyorlar. Biri gırtlağının bütün gücüyle diğerlerine “Var yaa” diyor bir ara, “Recep Tayyip Erdoğan olmasa, sen evinden çıkıp o sokağınızın başındaki markete kadar bile gidemezsin. Yürüyemezsin oğlum. Yürüyemeyiz. Seni beni sokakta bile yürütmezler!” Diğerleri de kafa sallıyor... Konuşma satırı satırına böyle. Bu gençlerin ömrünün tamamı AKP iktidarına denk geldi. AKP siyasal söyleminin büyüttüğü gençler bunlar. “Gençler niye böyle düşünüyorsunuz, niye yürütmesinler sizi” diye sorabilmeyi isterdim doğrusu. Soramadım tabii. Karışmayayım, neme lazım dedim. Fakat gel de düşünme, bu gençlere bu kötülük nasıl yapılabildi diye? Bu kadar izan dışı bir kutuplaşmaya nasıl sürüklendiler?

Bu bana bayağı bir hainlik gibi geliyor artık. Ağzını açan herkesi vatana ihanetle suçlayanlar düpedüz ihanet içinde. İhanet kavramı genellikle sevgide aldatma ve sadakatsizlik olarak tanımlanıyor. Böyle bakarsan aslında “vatana ihanet” sıradan yurttaşın imkanları dahilinde bir şey değildir pek. Sever gibi yapıp aslında sevmemekle, vatana yapabileceği pek bir şey yoktur onun. Siyaset insanı değilse veya bir ülkenin kaderine yön veren kararlar alma iktidarına sahip değilse, ateş olsa cirmi kadar yer yakar zaten. Vatanı seviyor gibi görünüp aslında sevmiyor olmasının, kendisinden başkasına pek bir zararı olmaz yani.

Bu yüzden ilk yerli helikopter motorunun test edildiği tören sırasındaki aksaklıklarla eğlenmeyi bir “memleket düşmanlığı” olarak görmek abesle iştigalden başka bir şey değil. Zaten bir kısım yurttaş, motorun hemen çalıştırılamamasıyla değil, canlı yayında orantısız bir panikle dile getirilen sabotaj iddiasıyla eğlenmişti.  Ama işte “memleket düşmanlığı” tezlerini sınamaya doyamayanlar, orada da derhal bir hainlik görüyor. Oysa şu ağır pandemi koşullarında Türkiye genelinde 570 bin ailenin doğal gazı ve 123 bin ailenin elektriği borçları nedeniyle kesikken, yerli helikopter motoruyla ya da Çin’e giden ihracat treniyle layığınca övünmediği için ve hatta bu işlerin pek de becerilmediğini düşündüğü için kimseye “memleket düşmanı” etiketi yapıştırmaya hakkınız yok. Elektrik şirketlerinin temsil, ağırlama ve seyahat giderleri bile dün itibarıyla sırtına yüklenmiş olan yurttaşın, mizahtan başka bir şey yok elinde. O da mizahını, gördüğü ya da gördüğünü sandığı her tür beceriksizlik manzarasına doğrultuyor işte. Bunda da muhalifliği aşarak “memleket düşmanlığına” savrulan bir şey görüyorsunuz... Öyle mi Ahmet Hakan? 

Hepiniz takdir edersiniz ki ihanetin çok başka görünümleri var. Korona virüsü salgını nedeniyle bir günde vefat edenlerin sayısı dün itibarıyla 211 olmuşken, aşıyla ilgili komplo teorilerini yaymaya doyamamak da büyük hainlik. İhanet, seviyor gibi görünüp aldatmaktan başka bir şey değilse, bu hem yurttaşa hem yurttaşlığa ihanet. Neymiş aşı marifetiyle çipleyip izleyeceklermiş herkesi. Çiplendiğimiz kadar çiplenmişiz zaten. Koca bir coğrafyanın haline bakın. Komplocuların birçoğu da aşıyla ilişkili gerçek bir fobisi ya da işte bu tür tıbbi müdahalelere dönük bir paranoyası olduğundan yapmıyor bunu. Aşıyla ilişkili komploların arkasında ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve anti-semitizm dahil ne ararsanız var. Onların meselesi paranoya ya da fobi değil yani.

Fakat çipli ya da çipsiz “izlenme” paranoyasına da oldum olası biraz şaşırdığımı itiraf etmeliyim. Kendini aynı anda hem bu kadar önemli hem de bu kadar önemsiz görmek, üzerine düşünmek gereken bir ruh hâli gibi gelir bana. Her adımı takip edilecek kadar önemli, her an telef edilebilecek kadar önemsiz... Ancak paranoya ve fobi söz konusu olduğu zaman asla büyük konuşmamalıyız. Hepimiz insanız. Zihnimiz de elverişli koşullar bulduğunda bize her tür oyunu oynayabilir. Yine de dediğim gibi, aşılama yoluyla çipleneceğimizi öne süren komplocuların meselesi bir zihin oyunu meselesi değil, bir zihniyet meselesi. Çipçi komplonun başında cinci hoca gibi isimler var. Çip de çip. Çin çipi, ABD çipi. Çiple davranışlarımız kontrol edilecek, zihinlerimiz yönetilecekmiş. Sanırsın dünya davranış olimpiyatlarında hep birinci çıkıyoruz. Zihniyetimiz de arş-ı âlâyı aydınlatıyor. Erkek şiddetinin korkunç bir hâl aldığı bir ülkede bu şiddet konusunda ağzını açmayıp, aileye en büyük tehdit olarak İstanbul Sözleşmesini gören zihniyet, kendinden çok memnun ki çiple değişeceğinden korkuyor.

İstanbul Sözleşmesi dedim, çip mip dedim de Abdurrahman Dilipak aklıma geldi tabii. En son “ABD’de ilginç şeyler oluyor” başlıklı, link mink vermek istemediğim bir yazı yazmış. Belli ki Biden’ın yeni Dışişleri Bakanı kararı da en az Biden’ın başkan seçilmesi kadar içine oturmuş. Yaz yaz bitirememiş bakanın şeceresini. #SabatayistBenzeriKatolikGörünümlüMusevi diyor müstakbel bakana. Heştegler açıp parça parça sosyal medya alemlerine salmadığı kalmış bakanın şeceresini. Yalçın Küçük bile bu şecere çıkarma işini bu kadar abartmamıştı. Zaten nano teknoloji demeden homeopati demeden, İstanbul sözleşmesi, Çin aşısı, ABD aşısı demeden her konuyu derinlemesine sondajla çalışan, çok yönlü bir insan.

Dilipak çip ve aşı dayatması karşısında yurttaşı yasama yürütme ve yargıyı dürtükleyecek bir harekete çağırıyor. Bir “hılful fudul hareketi” başlatmayı öneriyor ki bunun ne olduğuna şuradan bakarsınız artık. “HES kodu, kola takılan chip derken, bu işin bir adım sonrasında kafaya takılan chip ve nesneler arası bir Neuralink projesine dönüştürülebilir. Cehennemin yolları iyi niyetli çabaların üstünde inşa edilebilir. Bu salgın ve arkasından gelecek aşı komplosunu zaten 4 yıldır yazıyorum” diyor.

Dilipak çipten korkuyor ama koronayı da pek öyle boşlamıyor. Hakkını yemeyelim. Koronaya karşı bağışıklık güçlendirici beslenme düzenini yazmış ki korkunun dağları beklediğini oradan anlıyorsunuz. O düzeni sağlamak için evde kaç kişi hizmet ya da hezimet görüyor acaba? Münhal kadro var mıdır? Bunları bilmiyorum ama yazıdan uzunca bir paragrafı şuracığa yapıştırabilirim:

“Sabah kalkınca, mesela birkaç damla ağzıma çay ağacı yağı ve karanfil yağı alıyorum. Sonra gece boyu bir bardak suda bekletilmiş ceviz, sirkeli, limonlu bal şerbeti içiyorum. Bu arada bir küçük fincan, limon suyunda bekletilmiş ezilmiş sarımsak içiyorum. Doğranmış ve zeytinyağında bekletilmiş bir incir ve zeytinyağına damlatılmış D vitamini alıyorum. Yine zeytinyağında bekletilmiş kekik zahterimiz var sabah kahvaltısında. Zeytin yaprağı çayımız Osmaniye’den geliyor. Kekik, Adıyaman ve Denizli’den. Ümmüdiye, çörek otu, kekik yağı, birkaç antiviral yağın zeytinyağda tutulan ve sprey şeklinde kullanılan gıda destek ürününü sıkıyorum boğazıma. Dışarı çıkarken Hekimzade’nin “Hekvir” diye anti viral bir jel şeklinde ağızda patlatılan bir gıda takviyesi var. [Bu attığım kısımda daha neler neler var, okursunuz] Ne yazık ki, yasal engeller sebebi ile böyle bir zamanda en çok ihtiyacımız olan kenevirden uzağız.”

Allah canını almasın senin, kenevirden uzakta... Film adı gibi. Dokuz Kere Leyla’ya bin basar. Kenevirden uzakta. İçimi parçalıyor.

Kendini koronadan korumak için bunca malzemeyi bir günde tüketmeye zamanı ve imkanı olan biri, yurttaşlara aşı ve çip dayatmasına karşı mücadele öneriyor. Sokakta ağır pandemi koşullarında toplu taşımayla sıkış tepiş işe giden ve iş cinayetinde ölür gibi ölüp gideceğini için için bilen yurttaşlara. Ben burada yurttaşa ve yurttaşlığa açık bir ihanet görüyorum. Onların terminolojisiyle söylersem bir millet hainliği görüyorum.

Bu kadar kötülük bir ülkeye yapılmaz ya...

 


Sevilay Çelenk Kimdir?

Sevilay Çelenk Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema bölümünde öğretim üyesi iken barış imzacısı olması nedeniyle 6 Ocak 2017 tarihinde 679 sayılı KHK ile görevinden ihraç edildi. Lisans eğitimini aynı üniversitenin Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler bölümünde 1990 yılında tamamladı. 1994 yılında kurulmuş olan ancak 2001 yılında kendini feshederek Eğitim Sen'e katılan Öğretim Elemanları Sendikası'nda (ÖES) iki dönem yönetim kurulu üyeliği yaptı. Türkiye'nin sivil toplum alanında tarihsel ağırlığa sahip kurumlarından biri olan Mülkiyeliler Birliği'nin 2012-2014 yılları arasında genel başkanı oldu. Birliğin uzun tarihindeki ikinci kadın başkandır. Eğitim çalışmaları kapsamında Japonya ve Almanya'da bulundu. Estonya Tallinn Üniversitesi'nde iki yıl süreyle dersler verdi. Televizyon-Temsil-Kültür, Başka Bir İletişim Mümkün, İletişim Çalışmalarında Kırılmalar ve Uzlaşmalar başlıklı telif ve derleme kitapların sahibidir. Türkiye'de Medya Politikaları adlı kitabın yazarlarındandır. Çok sayıda akademik dergi yanında, bilim, sanat ve siyaset dergilerinde makaleleri yayımlandı. Birçok gazetede ve başta Bianet olmak üzere internet haberciliği yapan mecralarda yazılar yazdı.