Aslında Özgürsün ya da ahenkle dans eden üst sınıflar!
Yirmi yıl evvel yayınlanan romanın günümüzdeki karşılığı, prodüksiyonuna iyi para harcanmış bir çikolata reklamını aşamıyor. Hazzı çağrıştırıp aslını kovan bir reklam tadında "Aslında Özgürsün"...
Duygu Asena'nın romanından uyarlanan Aslında Özgürsün, ilk bölümüyle Gain'de yayınlandı. Eseri tiyatroya da uyarlayan Ali Kemal Güven'in yazıp yönettiği dizi, çocukluk arkadaşı Berna ile Belgin'in orta yaş krizine doğru sürüklendikleri bir çağda karşı cinsle ilişkilerine ve hayatı yorumlayış biçimlerine odaklanıyor.
CANINA TAK DEDİĞİ YERE KARELER ÇİZİP SEK SEK OYNAYANLAR VE ZULMÜN ŞERİTLERİ ARDINDA OLAY YERLERİ
Dizi, Berna'nın (Deniz Çakır) vurulmasıyla açılıyor. Bina güvenliğinden elini kolunu sallayarak geçen Cihat (Kayhan Berkin), Berna'yı karnından vurup kanlar içinde bırakıyor. Dört hafta geriye gidilirken olayların gelişimi işleniyor ve elbette dizide önemli bir yer tutan çiftlerimiz tanıtılıyor. Berna, yazdığı aşk romanları genç nesillerce demode bulunan popüler bir yazar. Nedir ki kitapları marketlerin "küsuratlı kitap" sepetlerine hapsolurken yayınevinin başına geçen gençlerce işten çıkarılıyor. İş hayatındaki prestij kaybı ve çalkantıya karşın aşk hayatı fena gitmemekte... Yılın erkeği ile birlikte! Yanlış okumadınız, sevgilisi Sinan (Saygın Soysal) ünlü bir televizyon programcısı ve herkes tarafından sevilip sayılan, dergi kapaklarını "yılın erkeği" namıyla olarak süsleyen bir isim... Yine de Berna biraz "başına buyruk" olduğundan Sinan aradığı romantizmi bulamayınca sevgilisine sitem ediyor.
Belgin (Bade İşçil) ise zincir kahveci bir bey ile evli... Tam anlamıyla bir "bey" bu... Geleneksel aile yapısının bağrından kopup gelmiş, zengin olmuş bir örnek. Zaten bu örneği tamamlayan hikâyeyi de babasının sokak aralarında közde kahve satarak kendini okuttuğu yönündeki yükselişiyle çocuklarına anlatıyor. Bunu açıkça dile getirmese de karısından hizmet bekleyen, tahammülsüz bir adam Erkan (Burak Yamantürk).
Sinan'dan hamile kalan Berna, çocuğu aldırırken Belgin ise canına tak dediği yere tebeşirle kareler çizip sek sek oynuyor adeta!
KATI OLAN ŞEYLER BUHARLAŞMIYOR AMA KREM ŞANTİ ŞEYLER BUHARLAŞIYOR!
İlk bölüm aşağı yukarı bu tempoda akarken, etliye sütlüye ve elbette çoluk çocuğa karışmadan sınıfsal bir çizgi çekebileceğimizi umuyorum. Öncelikle dizideki "özgürlük arayışı", günümüzdeki arayışlarla pek örtüşmüyor. Daha şematize ve ekonomik problemlerin büyük ölçüde halledildiği varsayımıyla üst sınıfların hareket alanına sıkıştırılmış bir özgürlük tarifi söz konusu... Hal böyle olunca özgürlük çağrışımı ilişkilerdeki tutuma ve eyleme geçme (bir yönüyle zincirlerden kurtulma) aşamasına daralıyor. "Katı olan her şeyin buharlaşması dileğiyle" notu düşülerek!
Nişantaşı'nda bu notun düşülmesi çok fazla anlam taşımadığından bir de köprü kuruluyor. Dizinin girişinde Berna'yı vuran Cihat bir pastacı. Nesilden nesile aktarılmış dükkânın başında ve bir anlamda kahveci zincirinin çevreci protestolara hedef olmasını öfkeyle karşılayan Erkan'a yakın bir karakter. Erkan, psikopat bir arka plandan yoksun, sınıfının güdüleri ve sosyal durumunun ezikliğiyle patavatsız tepkiler veriyor. Cihat ise konuşkan olmamasına rağmen düşüncede ve eylemde saldırgan bir potansiyel taşıyor. "Toplumun geri kalanı", pastacı üzerinden Nişantaşı'na bağlanırken esnaf kimliğinin öne çıkarılması manidar... Değer yargılarını her an satmaya hazır "esnaf toplum" yapısı mı vurgulanmak istiyor bilinmez fakat pastanın "krem şanti" bir yere bağlandığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Berna'nın teyzesi krem şanti hayatın sözcülüğünü üstlenmiş, "aşırı" bir karakter. Bozuk para harcar gibi "koca eskiten", boşanma partileri düzenleyen, evlenmeyin, köle olmayın öğütleri veren ama en zengininden en fakirine (örneğin dizide henüz boşandığı eşi bir kuaför çırağı) erkekleri nesneleştiren ve hiç değilse bu yönüyle eşitlikçi yaklaşan bir diva! Nükhet Duru'nun canlandırdığı bu teyze, diziye hâkim "gördükleriniz ayrı dünyaların insanlarıdır" söylemini gölgede bırakmak, "beterin beterini" resmetmek için özellikle parlatılmış gibi! (kitapta nasıl, bilmiyorum) Burada katı olan şeylerin aslında sınıfsal bir katılık olduğunu, krem şanti hayatın ise değdiği her yere bulaştığını görüyoruz.
BU DİZİDE YAŞANAN HAYATLARIN SİZİN VE TANIDIKLARINIZIN HAYATIYLA HİÇBİR İLGİSİ YOKTUR
Girişe böyle bir ibare konsa yeridir! Her ne kadar Berna, arkadaşı Belgin'in eşine orgazm taklidi yaptığını öğrenince "ben her zaman hayatımızda olan şeyleri yazıyorum, nasıl eskiyorum" itirazı yöneltse de kusura bakmasın ama hayatımızda (erkek ve kadınların müşterek hayatı) olan şeyleri yazmıyor, dahası yaşamıyor. İlk bölümü bitirdiğimizde (giriş sahnesi hariç) aklımızda şu sorunlar kalıyor: Cumartesiyi birlikte geçirememe, çocuklu çiftin baş başa kalamaması, trafik, taksi bulamama…
Berna'nın aşk romanları yazdığı için okur edinmesi ve hayatımızda bir yerlere dokunduğu yanılgısına kapılması gayet doğal fakat yaşadığı hayatın, sevgilisine yemek hazırlamayıp da önüne bir kutu pizza koyan asi tavırlarının gerçek hayattaki kadın erkek iletişimsizliğini de karşılayan bir tarafı yok. Bu yanılgı büyük ihtimalle malzemesinden kaynaklanmaktadır... Aşk ve cinselliğin sınıfları aştığı varsayılan doğasından hareketle Berna da orgazm taklidini hayatın tam ortasından yakıcı bir sorun addedebiliyor. Orgazm taklidi, şüphesiz iletişime özgü, dahası önemli de bir sorun olmakla birlikte "aslında özgürsün" sloganını haykırmaktan yoksun, güdük bir başlık, dağın doğurduğu fare belki... İlerleyen bölümlerde karşımıza nasıl sorunlar çıkacak? Merakla bekliyoruz. Şu ana değin çıkanları ise günümüz yakıcı meseleleriyle yan yana anlamıyoruz. Söylemek lazım, bu sorunların çözümü de "feminist devrim" sonrasına bırakılamaz (!) elbette ama kadınların canlarıyla cebelleştikleri koşullarda gündeme alınmaları da güç gözüküyor yahut ancak gece yürüyüşlerine sıkışıyor özgür ve zinde bir cinselliğe dönük talepler...
Yine de dizideki kopukluğun esas nedeni bu başlıktan sorunların öne çıkarılmasından ziyade ilişkileri irdelenen ailelerin yaşamımıza uzaklığı diyebiliriz. Kadının yemek pişirip çocuk bakımıyla ilgilenen, üstüne romantizm bekleyen taraf olması orta üst sınıf bir pencereden işlendiğinde bayat duruyor. Bu sorunların yaşamlarımızda başka bir anlam kazandığı ve ezberlenmiş rollerin bir tür kölelik ilişkisini andırdığını görüyoruz. Kısacası Belgin'in Erkan'dan yakındığı meseleler yoksul ailelerde bir varoluş mücadelesine dönüşebiliyor. Belgin, kendini başka bir yerde yeniden üretebilecekken yoksulların kadın erkek demeden sıkıştığı "ev-iş yeri-piknik" hattı, kaba saba ve kısır bir gelecek planı dayatıyor. Dolayısıyla samimiyetsizlikten değilse bile bir inandırıcılık probleminden söz açabiliriz. Bu problem de Belgin'in mağduriyetini boşa düşürmekte...
GERİCİ BİR AİLE ÖRNEĞİ: BELGİN-ERKAN ÇİFTİ VE TATLI YAVRULARI!
"Aslında Özgürsün", Belgin vasıtasıyla özgür kadının arayışlarını yansıtıp bir de olumsuz çift örneği sunuyor: Belgin-Erkan çiftini. Duygu Asena'nın 'Kadının Adı Yok' adlı eserinin filme uyarlandığı 80'lerde Türk sineması kadın-erkek çelişkisini cinsel özgürlük ve iş yaşamına katılım çerçevesinde tartışırken dönemin yıldızı Müjde Ar da bir bakıma ideal kadını temsil ediyordu. Ar'ın başrolünde oynadığı 1984 yapımı Şerif Gören filmi "Gizli Duygular" da erken bir deneme görülebilir. "Gizli Duygular"ın finalinde ilkel bir feminist propagandayla karşılaşıyorduk. Film boyunca evi gözetlenen, öykünülen kadın "gelişmişliğin adresi" olarak işaret ediliyor, finalde evinden kadınların kurtuluşuna dair yol gösterici kitaplar çıkıyordu. Öykünen kadın bu kitapları keşfettikten, tabiri caizse el yordamıyla doğruları bulduktan sonra sokağa çıkıyor, yürüyüp özgürleşiyordu.
Bu propaganda 80'ler sinemamız için önem taşıyor çünkü Müjde Ar, zengin erkeğin yanında özgürlüğünü yahut esaretini aradığı "İffet" (1981) ve "Aile Kadını" (1983) gibi filmlerde boy gösterirken diğer yandan cinsel arayışları ve evlilik dışı ilişki çabasını ortaya koyduğu bir dizi filmde rol aldı ve özgür aşk temasını öne çıkardı. Belgin-Erkan çifti de Savaş Başar-Müjde Ar çatışmasını andırıyor. Erkan her an "İffet"teki Savaş Başar gibi kontrolsüz veya "Aile Kadını"ndaki gibi zengin ve tembel bir çizgiye kayacak gibi duruyor. Nereye evirileceğini kestirmek güç ama hangisi olursa olsun bu ilişkinin gerici bir ilişki olduğu su götürmez.
Neden gerici olduğuna bakalım. Erkan karakteri, yukarıda değindik, örtük bir maço ve arsız bir talepkâr. Maçoluğu erkek toplumda rekabeti göğüsleyip yükselişinden destek buluyor. Babadan oğula geçen tırmanma kodları onu ince düşünmekten alıkoyuyor, teyakkuzda tutuyor. Ve Erkan gelinen noktada elde balta bir savaşçıdan çok elde TV kumandası, armut piş ağzıma düş moduna geçmiş... Her şeyi karısından bekliyor. Çocuklara o bakmalı, yemeği pişirmeli. Bekletmemeli, beklemeli! Tenis kortunda yarenlik etmeli, beyinin huzuru kaçmasın diye taklitler sergilemeli!
Sofrada geçen bir sahnede koro halinde anneden/eşten tuz istenmesi kadına dayatılan rolleri ve emrivaki üretiminin başındaki kurum olan aileyi tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Yine de ilişkiyi gerici kılan Erkan ve çocuklar değil, Belgin'in aykırı ergenliğini reddederek "düzen kadını" olması. Berna onun arkadaşını denize atmasından bahsediyor. Böyle bir çılgın'mış Belgin! Ne var ki "uslanmış", düzene girmiş, normalin gölgesine sığınmış. Bu noktadan sonra bu sığınma hali ona kedi gibi kıvrılma imkânı ve kıvrıldıkça "görünmez olma hakkı" tanımış.
YÖRÜNGESİZ İLİŞKİLERİN KADINI BERNA VE MUTFAKTA AŞÇI, SALONDA ROMANTİK, KAPAKTA YILIN ERKEĞİ SİNAN
İlk bölümde Berna Belgin'in karşıtı bir pozisyona yerleşirken ekonomik özgürlüğü ve entelektüel üretimi sayesinde yaşamını bağlantısız, beklentisiz bir düzleme taşımış. Berna (kötü örnekteki Belgin değin), aşırı bir uç değil aslında, onun şartlarında bir kadının doyumu büsbütün erkeklerle kuracağı ilişkiye bağlamaması son derece doğal. Tersi şaşırtıcı olurdu ama benzer maddi koşullara sahip Belgin'e de şaşırmıyoruz çünkü bir karşıtlığın inşa edilmesi, zayıf ve güçlü karakterlerin ortaya konması gerekiyor. Berna'da dikkat çekici taraf, sevgilisi Sinan'ın "bu ilişkide erkek kim belli değil" çıkışı. Sevgilisine kahvaltılar hazırlayan, kendisine gelen iş telefonlarını açmamasına rağmen Berna'yı o masaya beş dakikacık oturtabilen Sinan isyan ediyor. Bir yılda sevgilisine benzediğinden yakınıyor. Onun gibi duyarsız, ilişkiye üstünkörü yaklaşan bir olduğundan dem vuruyor. Bu ilişkide toplumsal rollerin değiştiğini görüyoruz. Sinan da başarılı, hatta yılın erkeği falan ama tavizleri yaşamın etten tırnaktan bir kaplanı olan Berna'ya sökmüyor. Berna hamile olduğunu öğreniyor, tam yelkenleri indirecek bu kez Sinan'a ulaşamıyor. Bizim elimizde ilginç bir denklem kalıyor. Yurdum insanı ol istediğini yaptırırsın; yılın erkeğiysen hiç zorlama, baştan kaybettin! Zaten burada "yılın erkeği" payesinin de maskülen bir hava taşımadığı gibi vurgulanmış her şeyde olduğu üzere zıddını anımsatıp Sinan'ı "erişilebilir" kıldığını söyleyebiliriz. "Yılın" diye başlayan ve genellikle kadınları hedef alan ödüllerin teşhir kültüründen beslendiği göz önüne alınırsa Sinan da göz önünde; milyonlara yüzüyle, bedeniyle ulaşan bir "halk kahramanı", Berna ise yazdığı romanlarla okura satır aralarında dokunmayı, hiç yoksa okunduğu sıra gizemini ve mesafesini korumayı başarıyor. Geniş kesimlerle kurulan ilişki, çiftin dinamiklerini de belirlemekte...
Diğer yandan Berna'nın kimseye bağlanmadığını anlıyoruz. Aklına eseni yapan ama daha önemlisi kendisi olan, ilişkilerde rol kesmeyen, "gelecek" baskısına boyun eğmeyen bir kadın ve önerdiği yörüngesiz, plansız programsız ilişkide karşı tarafın ayarlarını bozarak beklenti sahibinin kadın olması gerektiği yönündeki yargıyı da itiraf ettiriyor. Sinan "bu ilişkideki kadın ben miyim" diyor ilk bölümde. Çünkü beklentiye kapılan ve yarı yolda bırakılan o... Bu yönüyle Sinan, toplumda kadının rolünü tartışmaya açan esas karakter ve Erkan'a kıyasla anlatıya daha fazla katkı sağlamakta...
ÇİKOLATANIN HAZZI, SAÇ KREMİNİN FAYDALARI
Geldik saç kreminin faydalarına! "Aslında Özgürsün", günümüz kadın mücadelesinde nereye oturuyor? Yahut mevcut siyasi iklim ve kadın özgürlük mücadelesinin kaydettiği mesafe doğrultusunda bir diğer soruya geçersek: "Bir erkek bu konuda susmalı mı?" Peki, bu meseleler üzerine görüş bildirmeyi "muhataplarına bırakırsak" iletişimi de topyekûn kaybetmez miyiz? Uzay boşluğunda sinyali kopmuş karboncuklar olarak oradan oraya savrulmaz, on yüz milyon baloncuk haline gelmez miyiz? Hepsi bir yana yaklaşık yirmi yıl evvel yayınlanan romanın günümüzdeki karşılığı, prodüksiyonuna iyi para harcanmış bir çikolata reklamını aşamıyor. Hazzı çağrıştırıp aslını kovan bir reklam tadında "Aslında Özgürsün"... "Aslında değilsin" gibi... Veya bir saç kremi reklamı... Ahenkle dans eden üst sınıflara!