Aşod Madatyan’ın düşler sahnesinden yankılananlar
Nesim Ovadya İzrail'in Osmanlı-Türkiye tiyatro tarihi araştırmaları, Aras Yayıncılık tarafından yayınlanan Düşler Sahnesinde kitabı ile devam ediyor. Kitapta, Aşod Madatyan’ın hayat öyküsü odağında bir dönemin tiyatrosunu inceleyen İzrail, "Avrupa’ya eğitim için giden Ermeni gençler tiyatroyu ve kültürünü öğrenerek İstanbul’a getirmişti. Bu yolla İstanbul’a ulaşan tiyatro Ermeni toplumu içinde kök salmaya başladı" diyor.
Yakın dönem tarihi araştırmaları ile tanıdığımız Nesim Ovadya İzrail, son yıllarda Osmanlı-Türkiye tiyatro tarihi üzerine odaklandığı yol açıcı çalışmalarıyla literatüre değerli katkılarda bulunuyor. Nesim Ovadya İzrail’in Osmanlı ve Türkiye Tiyatrosunda Şahinyanlar kitabı ile başlayan tiyatro tarihi araştırmaları, Düşler Sahnesinde (Rejisör Aşod Madatyan ve Kozmopolitizmden Milliyetçiliğe Türkiye’de Tiyatro 1902-1962) ile devam ediyor. Bu uzun soluklu olacağı şimdiden belli olan yürüyüşün ilk adımını hatırlayalım… İzrail, Şahinyanlar kitabında, Osmanlı döneminde tiyatro çalışmalarına başlayan ve Mınakyan Tiyatrosu’nun daimi kadrosunda yer alan Vahan Şahinyan’ın yaşam serüvenini, sahne çalışmalarını, 1915 koşullarında İstanbul Ermeni cemaatinin tiyatro yapma motivasyonunu ele alıyordu.
İzrail, geçtiğimiz aylarda Aras Yayıncılık tarafından yayınlanan kitabında, bu kez Aşod Madatyan’ın hayat öyküsü odağında bir dönemin (1902-1962) tiyatrosunu inceliyor. Sanatçının yaşam öyküsünden, tanıklıklardan yola çıkarak son dönem Osmanlı tarihine, Meşrutiyet’e ve erken Cumhuriyet dönemi tiyatrosuna odaklanıyor. Düşler Sahnesi'nde, tiyatro perdesinin ardında kalanların seslerinin yeniden yankılanmasına olanak tanıyor. Nesim Ovadya İzrail ile birlikte, tiyatro tarihimiz üzerine yeniden düşünelim.
Sizi son yıllarda Ermeni tiyatro tarihini araştırmaya yönelten dinamikler nelerdi? Bu kitap için nasıl bir ön hazırlık yaptınız, hangi kaynaklardan yararlandınız?
Osmanlı coğrafyasına Batılı tarzda tiyatro, Avrupa ile ilişkilerde en önde duran Ermeniler sayesinde geldi. 19. yüzyılın ortalarında profesyonel olarak başlayan tiyatro faaliyetleri Ermeni aydınları, sanatçıları, yönetmenleri, rejisörleri ve girişimcileri tarafından Meşruti Anayasa’nın ilân edildiği 1908’e kadar devam etti, bu topraklarda sahnenin devamlılığı başarılı bir şekilde sağlandı. Avrupa’daki sahne performanslarını aratmayacak gösterilerle başarılı ve ünlü sanatçılar yetişti ve gönüllü genç Türk sanatçıların yetişmesine, tecrübe kazanmasına imkanlar hazırlandı. Bu elli yıllık dönemde, toplumsal ve sosyal nedenlerle çok az sayıda Türk sanatçı sahneye çıktı. Elli yılın sahnesi neredeyse tamamen Ermenilerden oluştu.
Günümüzde Türkiye tiyatro tarihi anlatımında bu bahsettiğim gerçeğin, iki değerli tiyatro tarihçisi, Refik Ahmet Sevengil ve Metin And dışında yeterince doğru anlatılmadığı, Ermenilerin kurucu unsur olduğunun yok sayılmaya çalışıldığı veya çok kısa açıklamalarla adeta geçiştirildiğini gördüm. Bu "yok sayma" anlayışı beni bu konuyla ilgilenmeye, araştırmaya ve tespitlerimi paylaşmaya sevk etti. Düşler Sahnesinde-Rejisör Aşod Madatyan ve Kozmopolitizmden Milliyetçiliğe Türkiye’de Tiyatro 1902-1962 başlıklı kitap, araştırma ve çalışmalarımın bir bölümünü içermektedir. Daha önce 2018’de yayımlanan bir diğer çalışmam olan Osmanlı ve Türkiye Tiyatrosunda Şahinyanlar da başka bir bölümünü kapsamaktadır. Bu iki kitap ile ilgili ön hazırlıklarım, 2000’li yılların başından beri aralıklarla ve son on yılda daha istikrarlı çalışmalarla devam ediyor. Kaynaklarım, elbette Türk tiyatro tarihi araştırmacılarının çalışmaları, onların işaret ettiği birincil kaynaklar ve en önemlisi Osmanlı’da ve Cumhuriyet’te yayınlanmış Ermenice yerel süreli yayınlar, makaleler, araştırmalarla desteklenmektedir. Burada özellikle belirtmem gerekiyor ki Batı Ermenicenin anavatanı İstanbul’dur. Dünyanın her tarafında kullanılır ama yine de esas kaynak burasıdır ve sadece tiyatro alanında değil her alanda çok zengin bir birikime ve literatüre sahiptir. Batı Ermenice ile desteklenen tarihle ilgili birçok alandaki araştırmaların daha zenginleşeceğini ifade etmek isterim.
Çalışmalarınızın da katkısıyla ülkemizde tiyatro tarihinin Ermenilerle başladığını öğreniyoruz. Bu alanda çalışmak zor mu? Konu hakkında yeterince bilgi ve belge var mı?
Ermenice olarak çok zengin ve kapsamlı bir kaynakça mevcut. İstanbul’daki Ermeni toplumunun çok bilinmeyen kütüphaneleri var ve günümüzde bunların bazıları araştırmacılara açık. Açık olmayanlara başvurulduğunda yardımcı olunduğu görülecektir. Ayrıca Ermenistan, İstanbul ve diğer ülkelerdeki kaynakları düzenli bir şekilde ve online olarak araştırmacı ve okuyucularla paylaşmaktadır. Darısı başımıza! Bunu söylerken Türkiye’deki kütüphanelerde de önemli Ermenice kaynaklar olduğunu belirtmem gerekiyor. Kütüphanelerimizde de dijitalleşme yönünde çabalar olduğunu görüyorum. Kamuda bu konudaki anlayışlarda değişiklikler olduğunu görüyor ve izliyorum. Bu alanda çalışmanın zorluğuna gelince, kısmen katılabilirim. Zira bu kaynaklara ulaşsanız bile Ermenice bilmeniz gerekmektedir. Ermenice öğrenmek için son yıllarda imkanlar çoğalmakta, hatta üniversitelerimizde de Ermeni kültürü ile ilgili bölümler açılmakta ve halen bu bölümlerde dört yıllık eğitimlerini sürdüren ve mezun olan öğrenciler bulunmakta. Ben de Ermeniceyi kurslara giderek öğrendim ve bugün konuşamıyorsam da kaynaklar üzerinde araştırmalarımı yapabilecek seviyeye geldim.
OSMANLI'NIN ÇOK KÜLTÜRLÜ TİYATRO ORTAMI MEŞRUTİYET'TEN SONRA ZİRVEYE ÇIKTI'
Peki, Batılı anlamda Modern Türkiye Tiyatrosu'nun başlangıcında neden Ermeniler vardı? Osmanlı toplumunun çok kültürlü tiyatro ortamını analiz edersek Ermenilerin varlığını nasıl konumlandırabiliriz?
Batıda, Molierelerin, Shakespearelerin yaşadığı ve günümüze kadar gelen tiyatro eserlerini yazdıkları günlerden bugüne 400-450 yıl geçmiş. Osmanlı’da Avrupai tiyatro sahnesinin başladığı 19. yüzyıl ortalarından bugüne yaklaşık 170 yıl geçtiğini düşünürsek, bu konuda ortalama 250 yıl geciktiğimizi görüyoruz. Çok bilinen, matbaanın 250 yıl sonra Osmanlı’ya gelmesi gibi. Tiyatroyu tanımak için batıya gitmek, batıdan öğrenmek ve de aynı faaliyeti yapabilmek için Osmanlı’da gerekli koşulların hazır ve müsait olması gerekmekteydi. Öncelikle 19. yüzyılda 1839’da Tanzimat’ın ilan edilmesiyle reformlara kapılar açılmış ve Osmanlı devleti kendini ve halkını tiyatro ile buluşturma anlayışını kabul etmişti. Osmanlı’da askeri ve kültürel güce sahip yönetim kademelerindeki Türkler, yabancı dil bilen sefirler, batı tarzı okullarda eğitim alan bürokratlar siyasal seçkinleri oluşturuyordu, ancak ekonomik temelli Türk burjuvazisini geliştiremiyorlardı. Batı ile kültürel ve ekonomik ilişkilerde devleti yöneten bürokratik elitlerden daha önde bulunan Gayrimüslimler, özel olarak Ermeni toplumu ise kendi burjuvazisini oluşturma adımlarını atıyordu. İslami ideolojinin barikatlarını aşan batı burjuvazisinin kültürü Ermeni toplumunu aydınlanma yönünde geliştirmişti. Avrupa’ya eğitim için giden, özel olarak Venedik’te bulunan Mıkhitarist Okulu’nda edebiyat ve felsefe alanında yetişen Ermeni gençler tiyatroyu ve kültürünü öğrenerek İstanbul’a getirmişti. Bu yolla İstanbul’a ulaşan tiyatro Ermeni toplumu içinde kök salmaya başladı. Ermeni burjuvazisi kültürel özgürlük ve sosyal yaşam alanında arayışlara girerek, önce varlıklı ailelerin evlerindeki salonlarda başlayan tiyatro faaliyetleriyle, daha sonra Ermeni okulların salonlarına, oradan da profesyonel sahne faaliyetlerine doğru geçiş yaptı. Okul tiyatrosu profesyonel tiyatronun ilk hazırlığıydı ve İstanbul’un Ermeni aktörlerinin ilk kuşağı bu okullardan çıktı.
Osmanlı toplumunda farklı milletlerin birlikte yaşadığı çok kültürlü bir yapı söz konusuydu. Tiyatro sahnesinin faaliyete başladığı 19. yüzyılın ortalarından itibaren, Meşrutiyet’e kadar Ermenilerin hakimiyetinden bahsediyorsak da, yapılan performanslar Ermenice ve Türkçe dillerinde oynanıyordu. Mesela Güllü Agop’un (Hagop Vartovyan) Osmanlı Tiyatrosu aynı hafta içinde hem Türkçe hem de Ermenice oyunları sahneye koyuyordu. Dolayısıyla hem Türkçe bilenlere hem de Ermenice bilenlere hitap etmesiyle çok dilli bir niteliği vardı. Meşrutiyet’ten sonra sahnelerde artık Türk sanatçı, yönetici ve girişimcilerin de yer aldığı, hatta az sayıda da olsa aynı oyunda bir kısım oyuncunun Türkçe, bir kısım oyuncunun Ermenice oynayabildiği bir tablo ortaya çıkmıştı. Mesela 12 Nisan 1909’da Mardiros Mınakyan’ın Ermenice olarak başrolünü üstlendiği "Ölümsüz Jirayr yahut Büyük Devrimci" piyesinde, oyun iki dilde, Ermenice ve Türkçe olarak sunulmuş, adalet memurları, polisler gibi Türklerin oyundaki rolleri özel olarak yine Türk oyunculara verilmişti. Kadın rollerinden biri olan Saliha Hanım bir Türk kadınıydı ve oyunun kahramanı Jirayr’ın hayat arkadaşıydı. Yine başka bir örnek, 18 Nisan 1912’de Pera’da Odeon Tiyatrosu’nda Hamlet’in Ermenice ve Türkçe olarak oynanmasıdır. Hamlet’i Vahram Papazyan Ermenice, başta Muhsin Ertuğrul olmak üzere diğer oyuncular Türkçe oynamışlardı. Osmanlı toplumunun çok kültürlü tiyatro ortamı Meşrutiyet’ten sonraki yıllarda zirveye çıkmıştır.
Oysa ki ülkemizde çağdaş tiyatronun tarihi genellikle Darülbedayi ile başlatılıyor…
İstanbul Belediye Başkanı Cemil Topuzlu’nun girişimi ile 1914 yılında Darülbedayi’nin kurulması, Avrupa’da örnekleri uzun zamandan beri görülen kamunun ödenekleriyle desteklenen tiyatrolardan örnek alınarak gerçekleşti. Bu anlamda Darülbedayi tiyatro için çağdaş bir girişimidir. Sizin dediğiniz gibi, Darülbedayi’nin, Osmanlı’da ve daha sonra da Türkiye’de tiyatronun başlangıcı olarak ele alındığı bir gerçektir. Hatta 1914’ten 1927’ye kadar belediyenin taahhüt ettiği ödenekleri yeteri kadar ve zamanında verememesi nedeniyle, dağınıklık ve karışıklığın hâkim olduğu Darülbedayi’de Muhsin Ertuğrul’un göreve başladığı ve istikrarlı bir yönetim oluşturduğu 1927 tarihini Türkiye’de tiyatronun başlangıcı olarak kabul eden görüşler de vardır.
Darülbedayi’nin kurulmasındaki bir diğer amaç, Meşrutiyet’te tiyatroda hâlâ önemli hakimiyete sahip olan Ermeni sanatçıların dışlanması, sahnelerin tamamen Türk kimliğinden gelen sanatçılara devredilmesidir. Kuruluşunda Darülbedayi’ye Mardiros Mınakyan’ın dışında hiçbir Ermeni aktör alınmamıştı. Mınakyan’ın Darülbedayi’de dram öğretmeni olarak kaldığı süre ise sadece 7,5 aydır. Diğer yandan Türk ve Müslüman kadının İslami geleneklerden dolayı sahneye çıkmasının hala yasak olması nedeniyle Ermeni aktrislere Darülbedayi içinde 1914’ten 1923’e kadar 9 yıl yer verilmiş, bu tarihten sonra adım adım tasfiye edilmişlerdi. Bu, Ermeni erkek sanatçıların dışarıda bırakıldığı, kadın sanatçıların içeriye alındığı, çok kültürlülükten tek kültürlülüğe geçiş Türk milliyetçiliği adına utanılacak bir tablodur. Darülbedayi, öz be öz Türk devlet tiyatrosu olarak kurulmuştur.
'AŞOD MADATYAN, 20. YÜZYIL ERMENİ SAHNESİNİN ÖN SIRADAKİ İSMİDİR'
Peki, Cumhuriyet döneminde cemaat tiyatrolarının koşulları nasıldı? Köklü bir geçmişe sahip Ermeni tiyatrosunda ne tür gelişmeler yaşandı?
Darülbedayi’nin kurulması Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti için tiyatro alanında olması gereken olumlu bir girişimdi. Bu girişimin dışında kalan Ermeni sanatçılar, yeni koşullara uyum sağlayarak tiyatro yapmaya devam ettiler. Darülbedayi’den sonra Ermeni tiyatro sanatçılarının önüne 1915-1916 yıllarında yaşanan tehcir uygulamaları geldi. Anadolu’nun doğusunda bulunan yoğun Ermeni nüfusu azalırken, bu durum İstanbul’da, 24 Nisan 1915 ve sonrasındaki uygulamalara rağmen nispeten daha düşük şiddette cereyan etti. Ağır savaş koşulları ile birlikte bir süre sınırlı olarak etkilenen İstanbul’daki Ermeni sanatçılar az sayıda da olsa tiyatro yapmaya devam ettiler. Mütareke yıllarında işgal altındaki koşullar, Ermeni tehcirinin sorumluları İttihatçı yöneticilerin ülkeden kaçması ve tasfiyesi, karşıtları olan kadroların ülke yönetimine gelmesi İstanbul’da Ermeni tiyatrocular için rahat nefes alabilecekleri bir ortam sundu. 1918’in sonunda İstanbul Ermeni Dramatik Tiyatrosu şemsiyesi altında toplanan Ermeni sanatçılar dört yıl süren parlak bir dönem geçirdiler. Bu parlak dönemin emektarı, tiyatro rejisörü Aşod Madatyan’dı. Aynı yıllarda, Kafkasya’da Ermenistan’daki kötü koşullarda tiyatro yapmanın imkânsız hale gelmesiyle, oradan da Hovhannes Sevumyan, Hovhannes Apelyan, Hovhannes Zarifyan, Vahram Papazyan, Aşo Şahkhatuni gibi çok sayıda tanınmış sanatçı İstanbul’a gelerek Ermeni Dramatik Grubu ile birlikte performanslar sergilediler. Kafkas Ermenilerinin en değerli yazarları Aleksandr Şirvanzade ve Hovhannes Tumanyan da Ermeni aydınlarıyla güç birliği yapmak üzere İstanbul’a geldiler. Darülbedayi’nin primadonnası Eliza Binemeciyan da iki tiyatro sezonu süresince Ermeni Dramatik Grubu ile birlikte sahneye çıktı. Bu grubun dışında kalan Benliyan Operet Topluluğu, Felekyan Kız Kardeşler Tiyatro Grubu, Vahan Şahinyan’ın Kilikya Ermeni Dramatik Topluluğu da İstanbul’daki sahne faaliyetleriyle mütareke yıllarında önemli performanslar sergilediler.
Ermeni tiyatrosunda yaşanan bu dört yıllık parlak dönem 1922’de Mustafa Kemal’e bağlı askeri güçlerin İzmir’e girmesi ve ardından başlayan yangın haberlerinin İstanbul’a ulaşmasıyla gelişen korku ve panik ortamında sona erdi ve sanatçıların önemli bir kısmı yurt dışına doğru dağıldı. Cumhuriyet’e doğru giden 1923’ün ilk aylarında Ermenice tiyatro yasağı konuldu. İstanbul’da kalan Ermeni sanatçıların İkinci Dünya Savaşı sonuna kadar Cumhuriyet’in ilk 22 yılında Türkçe tiyatro yapmaktan başka çareleri kalmadı. Cumhuriyet’in tiyatro sahnesi halkevlerine, köy enstitülerine dahil edilerek, yeni Türk gençliği ve neslinin oluşturulmasının hizmetine girdi. İstanbul’da erken yola çıkan Darülbedayi, 1933’te Şehir Tiyatroları’na dönüştü. Ancak Ankara ve Mustafa Kemal, İstanbul’un yetişmiş kadrolarından sadece Muhsin Ertuğrul ile iş birliği yaptı. Devlet Tiyatrosu, Türkiye’nin merkezi kurumu olarak kuruldu. Şehir Tiyatroları ise İstanbul’un sahnesi olarak kaldı. Darülbedayi’nin kuruluşuna kabul edilmeyen Ermeni sanatçılar, Ankara’nın soğuk duruşuna karşılık, ilerleyen yıllarda sanat alışverişi konusunda Şehir Tiyatroları ile daha sıcak ilişkiler geliştirdiler. İşte bu yılların Ermeni tiyatrosu gemisinin kaptanı Aşod Madatyan’dı.
Aşod Madatyan oyunculuktan çok, rejisörlüğü ile biliniyor. Onu döneminin en önemli rejisörlerinden yapan koşulları konuşursak neler söyleyebiliriz? Aşod Madatyan olmasaydı, Ermeni tiyatro tarihi nasıl yazılırdı?
Aşod Madatyan, Mardiros Mınakyan’ın öğrencisi olarak 1902 yılında sahneye çıktıktan birkaç yıl sonra oyunların rejisörlüğünü üstlenmeye başlamıştı. Hayatının sonuna kadar Rejisör Aşod Madatyan olarak tanındı, bununla birlikte aktörlüğü de sürdürdü. Sakin, mütevazi, çok çalışan ama kendini fazla ön plana koymayan kişiliği ile liderlik yapısını birleştirdi. İlerleyen yıllarda, 20. yüzyılda Ermeni sahnesinin ön sıradaki ismi haline geldi. Bir sıralama yaparsak, 19. yüzyılın ortasından itibaren çok sayıda sanatçının arasında Ermeni tiyatrosunun ön sırasında yer alan, liderliğini yapan isimler, sırasıyla önce Güllü Agop, daha sonra Mardiros Mınakyan ve sonrasındaki dönemde Aşod Madatyan olmuştur. Meşrutiyet yıllarında Mardiros Mınakyan Ermeni tiyatrosunun başrolünde yer aldı. Mınakyan’ın 1920 yılında vefatından sonra bu rolü Aşod Madatyan üstlenmişti. Ermenice oyun oynamanın yasak olduğu 1923-1945 yılları arasındaki Cumhuriyet’in ilk 22 yılında ve Ermenice oyun oynamanın serbest olduğu İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki dönemde, ölünceye kadar İstanbul’da Ermeni sahnesinin ön sırasındaki ustası Aşod Madatyan olmuştur. Madatyan, profesyonel rejisördü. 1925-27 yılları arasında rejisör ihtiyacı olan Darülbedayi’de, 1931-32’de Raşit Rıza’nın tiyatro topluluğunda, 1935’te İstanbul’da Halk Opereti Topluluğu'nda, 1939-1950 yıllarında kendi adına kurduğu Aşod Madatyan Tiyatro Topluluğu'nda ve daha sonra Stüdyo Tiyatrosu’nda, 1950’den sonra eşi aktris Lüsi Tokatlı ile beraber gittiği ve dört yıl kaldığı Beyrut’ta ve bunların dışındaki yıllarda çok sayıda Ermeni tiyatro gruplarına rejisörlük yapmış ve zaman zaman bizzat sahnede rol almıştır.
Aşod Madatyan’ın Sahnemizin Değerleri adlı çalışması İnönü devrinde yayınlanıyor. Dönemin kültür sanat ortamı bu kitabı nasıl karşıladı?
Aşod Madatyan çok yönlü bir tiyatro insanıydı. Daha önce belirttiğim meziyetlerinin yanında tiyatro konusunda deneme, eleştiri ve biyografik makaleleri yazıyor, yabancı dillerden ve Ermeniceden çeviri yapıyor, yine tiyatro sanatı alanında konferanslar veriyor, Ermeni tiyatro kültürünü ve tarihinin gelecek nesillere aktarılmasına çaba gösteriyordu. Aşod Madatyan, II. Dünya Savaşı’na doğru giden yıllarda tiyatro makalelerine ve denemelerine ağırlık veriyor ve bu yazılar dönemin yerel Ermenice basınında yayınlanıyordu. Bu makalelerin Türkçeye tercüme edilmesiyle, Sahnemizin Değerleri kitabı 1943 ve 1944 yıllarında iki cilt olarak yayınlanmıştı. [1]
Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatından sonra başlayan İsmet İnönü döneminde, Halkevleri’ndeki tiyatro oyunlarının etkisinin ve halkın rağbetinin azaldığı yıllar geldiğinde, milliyetçiliğin zamanını doldurmaya başlamasıyla göreli hümanist aşamaya geçilmişti. İnönü döneminin uzun süreli Maarif Vekili Hasan Ali Yücel, iktidarın merkezi bir konuma yerleştirdiği Batıya entegre olma siyasetini, Köy Enstitüleri’nin bakanı olarak kültür-sanat alanında savunuyor ve tanıtıyordu. Avrupa’nın edebi klasiklerinin tercümesi için yoğun bir çeviri dönemi başlamıştı. Her ne kadar bunlar arasında Ermenice çeviriler yoksa da Aşod Madatyan’ın yazdığı çok kültürlü Sahnemizin Değerleri eseri Türk aydınları arasında olumlu bir kabul gördü. Eser, Osmanlı ve Türkiye tiyatrosunun Ermeni ve Türk sahne sanatçılarının eleştirel değerlendirmelerine dayanan denemelerden oluşuyordu. Böyle bir eserin eksikliği Türk tiyatrosu alanında da vardı. Eser incelendiği zaman, içinde Türk aydınlarının övgü dolu satırları görülecektir.
'EĞLENCE ARACI OLARAK TİYATRO BİR DÖNEM ÇOK YAYGINDI'
İstanbul’un farklı semtlerinde pek çok tiyatro salonundan, kumpanyalarından söz ediyorsunuz. Bu aslında Ermeni nüfusunun bugünkü gibi belli başlı birkaç semte sıkışmadığını da gösteriyor. Diğer yandan, şöyle düşünülebilir mi… Ermeni kumpanyalarına geniş toplumdan da rağbet vardı, diyebilir miyiz?
Gerek Osmanlı’nın son döneminde, gerekse Cumhuriyet’in ilk yıllarında İstanbul’un nüfusu 900 bin civarındaydı. 20. yüzyılın başında sinema gündeme girmeye başlamışsa da henüz geniş toplumun eğlence ihtiyacını karşılayabilecek bir seviyede değildi. O nedenle tiyatro halkın en önemli eğlencesi ve sosyalleşme aracı olmaya devam etmişti. Kumpanyalar neredeyse her hafta yeni bir oyun sahneye koyarak seyirciyi tiyatro salonlarına veya yaz aylarında açık havada, bahçelerde kurulan ahşaptan yapılan günübirlik sahnelerin karşısına çekebiliyordu. Kamusal her bahçe tiyatrolar için bir sahneydi. Hatta bazı büyük konakların geniş bahçeleri tiyatro kumpanyalarına tahsis edilebiliyordu. Mesela Kadıköy’de bugün Halitağa Caddesi olarak bilinen yerde birbirine çok yakın iki konaktan biri Zamboğlu isimli bir Rum bankerin köşkünün Zamboğlu Bahçesi ve buna çok yakın bir mesafede bulunan Mısırlıoğlu Bahçesi sürekli tiyatro gösterileri ve diğer eğlencelerin düzenlendiği açık hava mekânlarıydı. Çok sayıda Ermeni ve Türk tiyatro kumpanyaları, İstanbul’un her mahallesinde, her köşesinde tiyatro gösterilerini halka sunuyorlardı. Kirası daha düşük olduğu için kumpanyalar yazlık bahçeleri tercih ediyorlar ve bunun için sıraya giriyorlardı. Mınakyan Kumpanyası, Kadıköy’deki Zamboğlu Bahçesini komple kiralamış ve yıllarca işletmişti. Oyuncularının neredeyse tamamı Kadıköy’de ikamet ettikleri için Zamboğlu Bahçesi, Mınakyan Kumpanyası’nın mabedi gibiydi. Hatta bugün Fenerbahçe Spor Kulübü'nün Kadıköy’ün kulübü olduğu kabul gördüğü gibi, Mınakyan Kumpanyası da Kadıköy’ün tiyatro topluluğu olarak görülürdü. Sonuç olarak, bugün ile kıyaslanmayacak kadar düşük nüfusuna karşılık, İstanbul’da bir eğlence aracı olarak tiyatronun çok yaygın olduğu ve bu sektörden en büyük payı belli dönemlerde Ermeni kumpanyalarının aldığı ve geniş toplumdan rağbet gördüğü söylenebilir.
Madatyan’ın biyografisine baktığımızda her koşulda -savaş, ölüm, göç, sürgün- tiyatro yaptığını, tiyatro düşündüğünü görüyoruz. Oysa ki hayatı boyunca çok acı olaylara tanıklık ediyor. Bu konudaki suskunluğunu nasıl yorumluyorsunuz?
Osmanlı Devleti’nin son yıllarında Ermeni vatandaşlara reva görülen tehcir ve soykırıma varan uygulamalar, dini farklı ancak vatandaşlık bağıyla ülkemizin diğer sakinleri ile aynı haklara sahip olması gereken bu üretici toplum önemli bir travma yaşamıştır. Bu zamandan sonra iki nesil boyunca acılarını içlerine atmışlar, tanıklıklarını anlatmadan, şikayetlerini ifade etmeden yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Ancak üçüncü nesilde yaşanan acıları anlatma kültürü gelişmiş ve günümüzde konuşulmaya başlanmıştır. Aşod Madatyan da sizin dediğiniz gibi, tanıklık ettiği acı olayları hayatı boyunca dışa vurmayan, âkil bir insan olarak, kişisel karakter yapısından da kaynaklanan suskun bir profil vermiştir denebilir.
Günümüzde İstanbul Ermeni toplumunun tiyatroya yönelik ilgisini ve bakışını nasıl değerlendiriyorsunuz?
1945-1955 yılları arasında İstanbul’da Ermeni tiyatrosu Ermenice oyun oynama özgürlüğünün de etkisiyle, üçüncü bir parlak dönem yaşamıştır. Bu on yıllık zaman aralığında on kadar profesyonel Ermeni tiyatrosu kurulmuştur. Bir yandan kurulanlar kapanırken yerine yenileri faaliyete geçmiştir. Stüdyo Tiyatrosu, Gençler Tiyatrosu, Oksen Şahinyan yönetiminde Mınakyan Tiyatrosu, Arti (Modern) Komedi Tiyatrosu, Vega Tiyatrosu, Arpi Tiyatro Topluluğu, İstanbul Ermeni Dramatik Tiyatrosu, Nubar Terziyan ve Arkadaşları Tiyatrosu ve başka gruplar kısa veya daha uzun sürelerle profesyonel olarak Ermenice performanslar sergilediler. Aynı yıllarda Ermeni okullarından mezun derneklerinin tiyatro kolları peş peşe kurulmuş ve amatör olarak, ancak en az profesyoneller kadar çok başarılı bir şekilde oyunlarını İstanbul’un tüm Ermeni halkına sunmuşlardır. Profesyoneller bir oyunu 5-10 kere oynarken, amatörlerin çok beğeni gören gösterileri 10-15, hatta 20 kere oynanmıştır. İlerleyen yıllarda kurulan ve uzun yıllar Ermenice ve Türkçe performanslar sahneye koyan Hagop Ayvaz yönetimindeki Küçük Tiyatro Topluluğu, Arto ve Bercuhi Berberyan yönetimindeki Berberyan Kumpanyası, Misak Toros, Boğos Çalgıcıoğlu yönetimindeki Ermeni okullarından mezunların tiyatro faaliyetleri ilk etapta akla gelenlerdir. Günümüzde Ermeni tiyatrosu amatör gruplar tarafından, Türkçe veya Ermenice olarak yapılan performanslarla devam etmektedir. Kıymet bilinmesi, desteklenmesi, seslerinin çoğaltılması dileklerimle…
Dipnotlar:
[1] Aradan geçen uzun yıllarda yeni baskısı yapılmayan Madatyan’ın Sahnemizin Değerleri eseri Eylül 2022’de Aras Yayıncılık tarafından tek cilt olarak yeniden basıldı.
Berken Döner Kimdir?
1990 yılında Adana’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini burada tamamladı. Kocaeli Üniversitesi’nde “İletişim Bilimleri” alanında doktora yaptı. Gündelik hayat, kent sosyolojisi, azınlıklar çalışma alanlarıdır.
İzel Rozental: Angèle Guéron bütün toplumun içinde aykırı bir kişilik 19 Kasım 2024
Güneş seferinde: Ayşegül Dora'ya yakından bakmak 03 Ağustos 2024
Rum toplumunun görkemli yadigarı: Büyükada Yetimhanesi 28 Şubat 2024
Tanzimat, İstibdat ve Meşrutiyet: Mınakyan Kumpanyası 29 Ağustos 2023 YAZARIN TÜM YAZILARI