YAZARLAR

Atatürk’ü Ermeni’siz, Rum’suz, Kürt’süz ve Dersim’siz ‘tarihselleştirme’

Atatürk’ü ‘yanılmaz’ ve ‘asrın devlet adamı’ gibi nitelendiren çalışmaları eleştiren ve “Atatürk’ü tarihselleştirmek” amacında olduğunu belirten Şükrü Hanioğlu, Türk devletinin iki kurucu unsuru olan milleten Türk’ten ve dinen Sünni İslam’dan gayrısını ‘Türkleştirmek ve Sünnileştirmek’ politiğini, çalışma planı dışında bırakmakla, “Türklük merkezli bir resmî ideolojinin” barikatını aşamamıştır.

M. Şükrü Hanioğlu’nun yeni kitabı; Atatürk.

Alt başlığı: Entelektüel Biyografi.

Geçen yıl yayımlandı.

Kitapla ilgili okuduğum ilk yazı Ayhan Aktar’ındı.

Kitap, 1024 sayfa; metin 874 sayfa, kaynakça 81 sayfa, kalan sayfalar dizin. Kitabın 7 Mart 2017 tarihli İngilizce baskısı da 304 sayfadır.

Kapsamlı çalışma için M. Şükrü Hanioğlu hocamızın emeğine sağlık.

M. Şükrü Hanioğlu, Atatürk, Entelektüel Biyografi, 2. baskı, Bağlam Yayınları, İstanbul, Kasım 2023.

Kitap, 2011’de İngilizce basılan kitabın Türkçe baskısı için yeniden yapılan çalışmadır.

‘Önsöz’de belirtiliyor ki, 2011’deki İngilizce baskısı, Almanca, Çince, Japonca, Farsça, Fransızca ve Ukraynaca’ya çevrilmiş.

Böylesine ilgi çok güzeldir.

Bu ülkelerin okurları, kitapta, maalesef bugünün Türkiye’siyle ilgili (Ermeni, Kürt, Dersim, Alevi-Kızılbaş meseleleri gibi Atatürk dönemine ait) tartışma konuları hakkında bilgilenmeyecektir; çünkü yok sayılmıştır.

Ve kitabın Türkiye’deki okuru için de aynı durum geçerlidir.

Bugün demokratikleşme, huzur vesaire tartışmasında, kısaca “can ve mal güvenliği”nde konu dönüp, dolaşıp Kürt meselesine gelmiyor mu? Nasıl böylesi bir konuyu/sorunu görmezden gelebiliriz?

Türkiye’de arşiv meselesinin ne denli sorunlu olduğunu, Şükrü Hanioğlu’nun paylaşımı da açıklayıcıdır:

“Cumhurbaşkanlığı Arşivi yöneticisi Muhammet Safi, ‘zor konular’ olduğunu belirterek, katalogları araştırmacılara kapalı koleksiyonun tamamını görmeme izin vermesine karşılık, sakınca yaratmayacağını düşündüğü vesikaları kullanımıma sundu” (s. xxıv).

Böyle bir çalışma yapmanın gerekçesi şudur: “Atatürk’ü tarihselleştirmektir” (s. 3, 8-10, 874, abç).

M. Şükrü Hanioğlu, Princeton Üniversitesi Yakın Doğu Çalışmaları ve Tarih Bölümleri öğretim üyesidir.

Şükrü Hanioğlu, kitapta, Atatürk hakkında “mucize” veya “eşsiz” benzeri nitelemelere dayanılarak yapılan “kutsamayı” bir kenara bıraktığını (s. 5-7, 19), Atatürk’ün düşüncesinin tarihi bağlamında değerlendirileceğini (s. 3) ve çalışmanın “kapsayıcı bir biyografi” olmadığını (s. 20) ifade etmiştir.

Kitap, biyografi değil, alt başlıkta da belirtildiği gibi ‘Entelektüel Biyografi’dir.

Çalışmanın kapsamı şöyle belirtilmiştir: “Atatürk’ün entelektüel ilgi alanı ve yorumları üzerinden Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne geçiş sürecinin tahlil edilmesi ve bunun, ‘kopuş’tan ziyade ‘devamlılık’ı ortaya koyduğunun gösterilmesinde gayret edilecektir” (s. 19, altını ben çizdim: abç).

Benzer ifade, ileriki sayfalarda da vurgulanmıştır.

İki savaş arasında, “Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne geçişi kapsayan özgün; sosyal, entelektüel ve siyasi gelişmelerin değerlendirilmesini zorunlu kılmıştır” (s. 867).

Kitabın kapsamı netleştirilmiş, ama anlıyoruz ki, planda ikinci bir netleştirme daha yapılmıştır. Kanımca Atatürk’ün kimliğini ve Cumhuriyet’in ‘millî ve dinî’ karakterini belirleyen politiğin ‘inşası ve icraatı’ ayıklanmıştır; ‘Türkleştirme ve Sünnileştirme’ politiği es geçilmiştir.

Milleten Türk ve dinen Sünni İslam olmayan milyonlarca vatandaş Ermeni’ye, Rum’a, Süryani’ye, Kürt’e, Dersimli’ye, Alevi-Kızılbaş’a yapılanları (ve halen de devam ediliyorken), nasıl görmezden gelebiliriz?

Hocamızın, alfabenin değiştirilmesinde, Türk Tarih Tezi’nin belirlenmesinde ve yazımında veya bir başka meseleyle ilgili kapsamlı araştırmasının benzerini, vurguladığım ‘Türkleştirme ve Sünnileştirme’ konularında da okumak isterdim.  

Benzer, ‘yok sayma’, Cumhuriyet’in 100. Yılı kapsamında yapılan çalışmaların da sorunuydu. Bu, bugünün demokratikleşme meselesinin geçmişini öğrenmek/anlamak açısından metodolojik bir hatadır.

Oysa o kadar yakıcı yaşıyoruz ki; ne ‘can ve mal güveliğimiz’ vardır ne de ‘eşit TC vatandaşıyız’ diyebiliyoruz.

Derdimi anlaşılır kılacağını düşündüğüm bir örnek; 18 Aralık 2023’te TBMM’de DEM Parti Mardin Milletvekili George Aslan'ın, başkandan izin alarak anadilinde Süryanice noel kutlaması, tutanağa “…”( * ) olarak yazıldı (açıklaması: (*) “Bu bölümlerde hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi”) ve hatip lafını bitiremeden faşist güruh ayağa kalktı. Mebus George Aslan, “Bakın, biz başka bir gezegenden buraya gelmedik, biz buranın yerleşik halklarıyız” dedi, ama dinleyen olmadı.[1]

Elbette Milletvekili George Aslan’ın yaşadığı ‘sonuç’u anlamamız ve demokratikleşmek için evveliyatı tartışmamız, bugün için ‘hayırlı’ olmaz mıydı?

Kitapla ilgili Şükrü Hanioğlu’yla yapılan birçok söyleşide ve izlediğim bir videoda da plan dışı bırakılan konular gündeme getirilmedi. Okuduğum kadarıyla Ayhan Aktar’ın ve Taner Akçam’ın yazılarında, çalışmanın öneminin vurgulanmasının yanı sıra şu konular da olmalıydı önermesi yapılmıştır.

‘YENİ TÜRKİYE’NİN UNSURLARI

Konusu Mustafa Kemal olan kitap 11 bölümden oluşuyor. Her bölümde, öznenin konumuyla/rolüyle birlikte, belli alanlarda onu var eden ideolojik-politik kültürel akışının devamlılığını okuyoruz.

Özellikle “İçselleştirilmiş İnkılâpçı Oryantalizm” (10. Bölüm) ve “Yeni Patrimonyalizm” (11. Bölüm) özelinde tartışmanın derinleşmesini umuyorum.

Kitabın öznesi hakkında yapılan tanımlamalar dikkat çekicidir: “Yeni Türkiye’nin lideri” (s. 436, 454, 483, 491, 497, 499, 503, 505, 511, 524, 525, 536, 655), “Yeni Türkiye’nin mimarı” (s. 356, 441, 485, 505), “Cumhuriyet kurucusu” (s. 497, 518, 519, 665, 747, 763, 831, 833, 851, 859), “Kurucu lider” (s. 747, 751, 754) ve “Devlet kurucusu” (s. 867) gibi.

Fiille ilgili yapılan tanımlama da önemliydi: “Millet inşa etmek” (s. 518, 525, 655, 754, 759, 784, 791, 841, 859, 860), “Medenileştirme programı” (s. 754, 755, 871), “Yeni bir devlet kurmak” (s. 518, 754) ve “Sosyal Darwinist mücadele” (s. 407, 668) gibi.

Mustafa Kemal’in, “Yeni Türkiye’nin lideri” veya “Yeni Türkiye’nin mimarı” ya da “Cumhuriyet kurucusu” olarak kültürel birikimi ve pratiğinin, 11 bölümde sayılanlardan ibaret olmadığı bilinmez değildir.

‘Yeni Türkiye’ veya ‘millet inşa’ planına göre, ‘kurucu’ da ‘öteki’ de biliniyordu; tarih ortadadır. ‘Kurucu, milleten Türk ve dinen Sünni İslam’dı. ‘Öteki’ye yani ‘Türk ve Sünni İslam olmayan’lara neler yapıldığı/yaşatıldığı herkesin bildiği ‘sır’dır.

İsmi anılan Ermenilerdir; “Osmanlı Ermenilerinin yaşadığı trajedi” (s. 268, abç) denilmiştir, bu kadar.

1914-1922 döneminde Osmanlı-Türkiye vatandaşı Hıristiyan milletlerden en iyimser tahminle 2,5 milyon kişi, on binlerce mülküyle tasfiye edilmiştir.[2] Mülkler özelinde yapılan devletleştirmeydi; çünkü 15 Nisan 1923 tarihi[3] itibariyle “sahibi başında olmayan her mülk, devletindi.” Emvâl-i metrûke kapsamı 1915’e kıyasla genişletilmiştir; 1923’te, 1915’teki “nakledilenin” yerini “sahibi başında olmayan” almıştır.

Yakılan İzmir’de[4] Harp Ganimet Komisyonu[5] bile kurulmuştur.

İzmir’e girildikten 10 gün sonra da Hıristiyanlar, “Kurtarılan Garb’da” sahile kovalanmaya devam edilmiştir.[6] Bunun için 1,2 milyon Rum mübadilin, büyük kısmı daha önce ülkeden kovalandığı/gönderildiği için, ancak 112 bininin antlaşma sonrası Türkiye’den gitmesi[7] yeterince açıklayıcıdır!

Öncesinde, cephe savaşı yapılmayan Güney Cephesi’nde Adana-Antep hattında vatandaşlar, gayrinizami harbin[8] ardından kovalanmıştır. 20 Ekim 1921’de işgalci Fransa ile antlaşma[9]  imzalandığında, “genel af” (madde 5) ilan edilmediği ve güvence verilmediği için 25[10]-30[11] bin Ermeni vatandaş, Suriye ve Beyrut’a gitmek zorunda kalmıştır.

Şükrü Hanioğlu askeri zaferden sonra, 1922 sonbaharında, “nispeten homojenleşen toplum” (s.525) tespitiyle, aslında neler yapıldığını ifade etmiştir.

Mustafa Kemal’in “homojenleşme”yle ilgili araştırmasının, beyanlarının ve pratiğinin, kitapta olmaması, ciddi bir eksikliktir.

İzmir'den deniz yoluyla kaçmaya çalışan Rumlar (1922) 

Hatırlanansa, 1922’de hazırlanan Pontus Meselesi kitabı ve Mustafa Kemal’in Adana’daki konuşmasıdır (s. 526-8). Pontus Meselesi kitabını[12] Ahmet Ağaoğlu’nun yazdığını öğreniyoruz. Kitaptan ezelden beri “Anadolu’da Türk ırkı vardır” aktarılırken, Mustafa Kemal’in 16 Mart 1923’te Adana esnaflarıyla konuşmasında (aynen aktarıyorum), “Memleket sizindir, Türklerindir. Bu memleket tarihte Türktü, o halde Türktür ve ebediyen Türk olarak yaşayacaktır […] Ermeniler vesairenin burada hiçbir hakkı yoktur” kısmı görmezden gelinmiştir.[13] Taner Akçam, Mustafa Kemal’in Adana konuşmasını detaylı yazmıştır.

Homojenleştirmek’ için çeteler de seferber edilmiştir. Bilineni Topal Osman’dır. Hatta 45-50 Türk askeri öldüren Katil İlyas Çetesi dahi, “Karadeniz Rumlarını öldürmek” koşuluyla affedilmiştir.[14]

Gayri İslam milletlerin tasfiyesi Anadolu’yla sınırlı kalmadı, zamanla Trakya ve İstanbul da homojenleştirilmiştir.

Tasfiye edilen gayri İslam’ın, nüfus payına kıyasla iktisadi ağırlığı daha fazlaydı. 1915 sanayi sayımında, sermaye yapısına göre, Türk-İslam’ın şirketler payı yüzde 20’dir; 214 sanayi kuruluşun 42’si Türk-İslam’ındır.[15]

Anadolu’da tasfiye, kapsamlı plandı; mallara-mülklere el koymanın, transfer ve tapuda kayıt etmenin kanuni düzenlemeleri bir bir yapıldı ve son imzayı atan da TBMM Reisi veya Reisicumhur Mustafa Kemal’dir.[16]

Bu, Türkçü ve Sünni İslamcı ekonomi politiğin pratiğidir! 

HEM ‘TÜRKÇÜ’ HEM ‘[SÜNNİ] İSLAMCI’

Şükrü Hanioğlu’nun 1918 sonu, Erzurum ve Sivas kongresiyle, Anadolu hareketinin teşkilat ve ideolojik yapısıyla ilgili analizini özetleyeceğim.

Mondros sonrası işgal edilmeyen Osmanlı coğrafyasında yükselen, “dar kapsamlı bir İttihad-ı İslam”dı (s. 295) ve dönemin bir diğer akımı da “hızla yükselen Türkçülük”tü (s. 296).

Erzurum kongresi günlerinde Mustafa Kemal, Müdafaai Hukuk[17] hareketinin, “Türkler dışındaki Müslüman unsurların yoğun bulunduğu Şark vilayetlerinde” Zürcher’in kavramsallaştırmasıyla “Müslüman milliyetçiliği” ideolojisine dayanmış ve bunu yansıtan ifadeler kullanmıştır (s. 294).

Şark’ta Türk olmayan ‘yoğun Müslüman unsurlar’ın kim olduğu bilinmez değildir; bunlar, Kürtlerdir.

Türk, Kürt, Çerkes, Laz ve benzeri ‘Müslüman unsurlardan’ oluşan ‘millet’in ortak paydasının ‘din’ olduğunu belirten Mustafa Kemal’e göre, eşitlik temelinde olmayan ilişkide Türk, hiyerarşinin tepesindedir (s. 365); dinler hiyerarşisinde de Sünni İslam aynı konumdadır.

Sivas Kongresi sonrasında Anadolu’da merkezileşen Müdafaai Hukuk hareketinin (s. 299-300) motor gücü, “Müslüman milliyetçiliği”ydi ve yönetimi de Türkçülerin elindeydi (s. 302).

Mustafa Kemal, merkezi hareketin Heyeti Temsiliye’nin başı olarak “alternatif otorite konumuna gelmiştir” (s. 303).

Mustafa Kemal, Erzurum Kongresi ile 1923 seçimleri [Haziran 1919-Mart/Nisan 1923] arasında, “gerekli gördüğünde bir İslamcı gibi konuşacak[tır]” ve zaman zaman ayetle hadislerden parçalar aktaracaktır (s. 298).

Mustafa Kemal’in ideolojik motor gücünün Müslüman milliyetçiliği olması nedeniyle, yeni düzen kurmak yerine mevcudu korumak hedefleniyordu (s. 282). O günkü koşullarda İslamcılık ve Türkçülük ikileminde, İslamcılığın görünen olduğu vurgulanmıştır.

Hareketin en merkezi organı TBMM’ye de İslamcı (Müslüman) mebuslar seçilmiştir: Mustafa Kemal’in Erzurum mebusu seçildiği Osmanlı Meclisi’nin basılması sonrasında 23 Nisan 1920’de Ankara’da toplanacak TBMM seçimine [vatandaş] Hıristiyanların ve Musevilerin katılımı engellenmiştir (s. 318-21, 357-8) ve böyle de devam edilmiştir.

Bütün mebusları İslam olan TBMM’nin açıldığı 23 Nisan 1920, Mustafa Kemal’e göre 9 Temmuz 1789 ve 20 Eylül 1792 benzeri bir başlangıçtır (s. 322) ve ‘İstiklal Harbi’ de “Anadolu’da gerçekleşen Fransız İhtilali”dir (s. 871).

Mustafa Kemal’in bu düşüncesinin, Fransız Devrimi programı ve sınıfsal cepheleşmesi ile çakıştığını iddia edebilir miyiz?

Misak-ı Millî’nin (s. 314-316) yazımı ve açıklanması meselesi de derinleştirilmemiştir.[18]

Önemli bir tespit yapılmaktadır, 1910’lardan 1920’lere, örgütsel ve programatik devamlılık vardır: Anadolu’da direnişin örgütsel ve ideolojik motor gücü, İttihat ve Terakki teşkilatı ve “Türkçü ve Türkçü-İslamcı” yaklaşımıydı (s. 279).

SÜNNİ İSLAM’DAN ‘GAYRI’SI DA VAR

8. Bölüm başlığı: Laik Cumhuriyet ve Din (s. 413-521)

Şükrü Hanioğlu’nun ‘tekkelerin kapatılması’ meselesini dikkate almadığı bölümden notlar.

Mustafa Kemal’in askeri zaferden sonra cumhuriyetçi yol haritasının ilk aşaması saltanatın ilgasıydı (s. 428) ve bunun müzakeresinde analizi, ‘Türkçü-İslamcı’ydı (s. 432-7).

“Mustafa Kemal için ‘laik cumhuriyet’ projesi önünde engel olarak gördüğü ve bir muhalefet odağı haline getirilmesinden endişe ettiği ‘hilafet’in sembolleştirilmesi, yalnızca tasfiyenin ilk aşamasıdır” (s. 460).

Adliye Vekili ve İzmir Mebusu Mehmed Seyyid’in risalesinin ana mesajı, “dünyevi ve siyasi bir kurumolan hilafetin “dini boyutunun bulunmadığıdır” (s. 464). Bu analizle hilafetin kaldırılmasının kuramsal zeminini hazırlamış (s. 465) ve [3 Mart 1924’te] hem “Halife hal edilmiş […] hilafet makamı” kaldırılmış (s. 478)[19] hem de Diyanet İşleri Reisliği de kurulmuştur (s. 515).

Mustafa Kemal, “bilimciliğin egemen olduğu” resmî ideolojiyi yaratırken, “din reformu projesi” başlatmış (s. 499) ve “onun ‘reform’u bir ‘dindarlaştırma’ projesi değil, modernleşme yolunda ‘din’i araçsallaştırma girişimidir” (s. 505).

“Mustafa Kemal’in ‘dinde reform’ projesinin asıl hedefi, temel kaynakları ulaşılabilir hale getirerek, avamın, ‘ilm’i olan ‘din’i ‘doğru anlaması’nı sağlamaktır.” Düşünsel arka planında, bunların okunabilir ve anlaşılabilir hale getirilmesinin, Protestanlık’ta olduğu gibi kitlelerin dogmalara duyduğu inançla, ruhban sınıfına bağımlılığını sonlandıracağı varsayımı vardır. (s. 503)

Mustafa Kemal’in gözetimi ve denetiminde, 1927-1933 arasında “ezan, kâmet, selâ, tekbir ile hutbelerin […] Türkçeleştirilmesini sağlayan ‘Türkçe ibadet’ reformu yapılmıştır.” Bu, o zamana kadar İslam dünyasında görülen en köktenci değişimdir. Kararlar, Müslüman entelektüeller tarafından eleştirilmiştir. Girişimler, “medenileştirme ve millet yaratmanın” önünü açacak bir programın parçası olarak tasarlanmıştır. (s. 510, abç)

‘Din’in etki alanını elden geldiğince sınırlamak isteyen (s. 511) Mustafa Kemal, laikleşmenin yanı sıra dinle ilişkilendirilen alanlarda yaptığı reformlarla seküler dünya algısı yaratılmasına katkıda bulunacaktır: Takvimin değiştirilmesi, İ.Ö. ve İ.S. ayrımının kullanılması, fesin kaldırılması, alfabe değişikliği, haftalık tatilin pazar günü olması, kisvelerin giyimini sınırlandırma vesaire “zaman, görünüm ve kültürde, İslami olduğu düşünülen bağlantıları koparacaktır” (s. 517).

“Din reformu projesi” iddiasıyla orantılı bir değişim yaratılamamışsa da günümüze kadar süren tartışma başlatılmıştır (s. 511).

Başlatılan, Sünni İslam dışındakileri görünmez kılmanın tartışmasıdır.

Fotoğraf arkası notu: Büyük harekâtta 14 Ağustos 1938 Dersim Halvoriye köyü, asi Halvoriye köyünün 217 kişiden ibaret Kürt ahalisi ölüme götürülürken (Foto: Hasan Saltık Arşivi).

O yıllarda, Tanzimat’la yoğunlaşan tartışmada Sünni İslam’ın, Cumhuriyet’te, Osmanlı’daki gibi yönlendirici konumda, ama ‘onsuz’ da olamayacağı sonucuna varılmış ve gereği yapılmıştır.

Sünni İslamcı teşkilat mensuplarının direnç göstermesinde şaşılacak bir şey yok, halı altlarından çekilmiştir; çünkü asırlardır kastlaşmış yapıları vardı. Bu çemberin dışında kalanların ‘varsa’ tepkisi, kastlaşmış yapı boyutunda olduğunu sanmıyorum. Monopol bir ‘tepki’den, ‘hayır’dan bahsetmek, ‘mağduriyet’ söylemini abartma olacaktır.

Bir Sünni İslam, bir Hıristiyan’dan, Musevi’den ve Alevi-Kızılbaş’tan nasıl daha mağdur olabilir?

“Mağduruz” denilen yıllarda Fethullah, Süleymancılar, İsmail Ağa gibi Sünni İslamcı teşkilat liderlerinin birer TC memuru olması tesadüf mü?

‘Laik Cumhuriyet ve Din’ bölümünde sadece sistemin ‘resmî’ dini, Sünni İslam konu ediliyor, ‘gayri’si Hıristiyanlar, Museviler ve Alevi-Kızılbaşlık yok sayılıyor.

Kitapta ‘Alevi’ kelimesini okumadım.

Sünni İslam ibadet mekânları camilerle, Kuran ve hadislerle, Sünni İslamların yanı sıra Hıristiyanların, Musevilerin ve Alevi-Kızılbaşların vergisiyle finanse edilen Diyanet İşleri Reisliği/Başkanlığı ile devletin ‘resmî’ dinidir. Bu sebeple, “dinlere eşit mesafede olmayan” laikliğin sorunlarını yaşıyoruz.

Laikliğin sorunlarına dikkat çeken Alevi-Kızılbaşlar, “eşit vatandaşlık” talebiyle, bir statüye sahip olmak ve devletin misyoner kurumu Diyanet İşleri’nin Sünnileştirmesine karşı durmak mücadelesini sürdürüyor.

Türk ve Kürt Alevi-Kızılbaşlar’ın ’21 Koçgiri’den ’38 Dersim’e, ’66 Ortaca’ya, ’78 Maraş’a, ’80 Çorum’a ve ’93 Sivas’a kırımlarını/katliamlarını görmeyip, Sünni İslam ‘mağduriyeti’nde yoğunlaşmak resmî ideolojiyi ve kırımları/imhayı desteklemektir.

Sivas’ta insanları yakanlar, şehir merkezinde ve devletin gözü önünde öğleden akşama “Şeriat isteriz” sloganlarını nasıl atabildi?

Alevi-Kızılbaşlar’la ilgili düşman/nefret dilinin resmî belgelerinden bir tanesi; Jandarma Umum Komutanlığı’nın 1935’te yayımlanan Dersim raporundan aynen aktarıyorum (abç):

Yavuz Sultan Selim’in gazabı olmasaydı bugün güzel Türkiyemizde tek bir sünniye tesadüf etmek imkânı belki de mümkün olmayacaktı […] Eğer Yavuzun Dersimin yalçın dağları içine girebilmiş olaydı her halde Dersimi de bugün maddi ve manevi başka bir yol üzerinde görürdük. […] Oynaş ve gündüzlü tutmak demek haftanın bir gündüzünü sevdiği bir erkekle geçirmek kızılbaş kadının kakkıdır [hakkıdır] işte buna oynaş tutmak derler. Kadın ancak gündüz oynaşmaya mezundur. Gece oynaş tutamaz. Kadının bu hareketi kocasına ve kızılbaşlarca günah sayılmaz.”[20]

Modernist Cumhuriyet’in dini, Sünni İslam’dır!

‘ŞARK ISLAHAT’TAN DERSİM’E

Kitapta Kürt, Çerkes ve Laz, Türk’le ‘Müslüman milliyetçiliği’ kapsamında birlikte anılmıştır (s. 296, 363, 365, 559, 567). Unsurlardan sadece Kürtler’in devlet meselesinden bahsedilmiştir: “Savaş sonrasında ivme kazanan Kürt milliyetçi hareketi […] bağımsız olarak veya Batılı bir güç denetiminde devlet kurmak istemektedir” (s. 266, abç).

1925 Şubat’ında başlayan “Şeyh Said isyanı”nın da muhalefeti bastırmanın gerekçesi olarak dikkate alındığı belirtilmiştir (s. 786).

Bu kadarla, bugün içeride demokrasinin ve dışarıda ABD’yle, Rusya’yla, Irak’la, Suriye’yle, İran’la ve daha pek çok ülkeyle gündemin başat maddesi ‘Kürt meselesi’nin anlaşılması ve Atatürk’ün neler yaptığının bilinmesi mümkün değildir.

Takrir-i Sükûn iktidarında, Kürt meselesinde ne yapılacağının politikası belirlendi ve icra edile-geldi, bu ‘Şark Islahat Planı’ydı.[21] Bu, Kürtleri asimile etmenin/Türkleştirmenin politiğiydi.

Mehmet Bayrak, Kürtlere Vurulan Kelepçe, Şark Islahat Planı, Öz-Ge Yayınları, Ankara-2009.

Artık ‘Kürt, Kürdistan’ kullanımı yasaktı. Oysa üç-dört yıl öncesinde TBMM Reisi Mustafa Kemal, 27 Haziran 1920’de Elcezire Kumandanı Nihat Paşa’ya ‘Kürdistan Talimatı’nı[22] göndermiş ve TBMM’de Siverek mebusu Lütfi[23] ve Bitlis mebusu Yusuf Ziya[24] Kürdistan mebusuyum” demişti. Hatta 1920 sonunda TBMM tutanağına Kürtçe bir cümle[25] de aynen yazılmışken, yukarıda Milletvekili George Aslan’ın Süryanice birkaç kelimesinin başına neler geldiğini hatırlattım; tutanakta kayıtlıdır.

Takrir-i Sükûn iktidarında, 25 Haziran 1927 tarihli kanunla Elazığ, Urfa, Hakkari, Bitlis, Diyarbekir, Siirt, Mardin ve Van’da 1’inci Umumi Müfettişlik ve 1934’te Trakya’da 2’nci, 1935’te Erzurum, Kars, Gümüşhane, Çorum, Erzincan ve Ağrı’da 3’üncü, 1936’da Bingöl, Tunçeli, Elazığ ve Erzincan’da 4’üncü Umumi Müfettişlik kuruldu.[26] 1930’larda Umumi Müfettişlik, şark illeri için esas idare şekliydi ve bölgede, hükümetin doğrudan idari birimiydi. Üç umumi müfettişlikle kolonyal sistem oluşturulan ‘Şark’ 1925’ten itibaren 1950’lere kadar askerî harekât[27] bölgesiydi; bu, ‘iç yeniden fetih’[28] harekâtıydı.

On binlerce TC vatandaşı öldürülmüş, kovalanmış ve sürülmüştür.

O yıllarda Türkçü ırkçılık, kanunlaştırılmıştır; 14 Haziran 1934 tarihli İskân Kanunu’yla, Türkiye’nin haritası, Türk ırkından (madde 7, 12 ve 13), anadili Türkçe (madde 11) ve Türk kültürüne [Sünni İslâm’a[29]] bağlı (madde 10, 11) olana ve olmayana göre parçalanmış ve neler yapılacağı belirlenmiştir.[30]

Şükrü Hanioğlu’nun iki kez andığı Dersim’de, 1930’ların en kanlı harekâtı yapılmıştır.

Dersim iki yerde hatırlanmıştır: “[E]sbak Dersim Mebusu Lütfi Fikri” (s. 470) ve “Sabiha Gökçen, Tunceli (Dersim)’deki asileri” bombalamıştır (s. 699).

Oysa Dersim, kurulan 4. Umumi Müfettişlik’le 1936’dan itibaren harekât sahasıdır. Başbakan İnönü, 18 Eylül 1937’de hükümetin Dersim’e hâkim olduğunu açıkladığı[31] halde, 1938 harekâtı hazırlığına başlanmış ve Başbakanlığa Celâl Bayar atanarak harekâta devam edilmiştir.

4. Umumi Müfettiş Korgeneral Abdullah Alpdoğan’ın 1 Haziran 1938 tarihli şifresi[32] üzerine, 9 Haziran 1938 tarihli iki kararnameyle, ‘devletin dâhili harbi’ kararlaştırılmıştır.[33] Harekât planı da 6 Ağustos 1938 tarihli kararnameyle belirlenmiştir.[34] Yıllar sonra Genelkurmay Başkanı Orgeneral Nuri Yamut’un 20 Mart 1953 tarihli raporu ne yapıldığının özetiydi: “[Dersim’de] harp hükümleri cari[ydi].”[35]

Yunus Nadi’ye göre, “Maksad tenkil değil temdindir [medenileştirmedir].”[36]

Atatürk’e göre, medenileştirme, “nihai kararları kendisinin vereceği, radikal bir toplum mühendislik projesi”dir (s. 747); Dersim’deki icraat da aynen böyledir.

Harekâtla on binlerce TC vatandaşı Dersimli öldürülmüş ve sürülmüştür. İçişleri Bakanı Faik Öztrak’ın[37] raporuna göre, 1938 harekâtında 13 bin 160 Dersimli ve 122 asker-milis ölmüştür. 1937-1.11.1939 dönemi ölenler toplamı, 13 bin 806 Dersimli ve 199 asker-milistir. Sürgün edilen Dersimliler toplamıysa 15-20 bindir.[38] Anlıyoruz ki, “Dersim’de isyan vardı” söylemi, kırımın gerekçesi yapılan kara propagandadır.

Sırf ’38 Dersim’de, ‘İstiklal Harbi’nin can kaybından[39] daha fazla insan hayatını kaybetmiştir.   

Devletin harbinin birisi harici, diğeri dâhiliydi!

‘TEK’LEŞTİRME, HERKESİN BİLDİĞİ ‘SIR’

Şükrü Hanioğlu, Atatürk dönemini şöyle özetlemiştir:

Siyasete, son tahlilde “iktidar tekeli aracı” olarak yaklaşan (s. 859) Atatürk, 1922-1937 döneminde karar alma tekeline odaklanmıştır. Meclis, temsil ve katılımdan soyutlanarak kanun üretim merkezine indirgenmiştir. Parti, reisin toplumsal aracı ve hükümet iş takipçisidir. Meclis ve parti, Atatürk’e siyaset üzerinde tartışılmaz egemenlik sağlamıştır. Askeri zafer sonrası önceliği, millet inşa etmek amacıyla, tercihi yeni patrimonyalizm temelinde ideokrasidir. O aşamada faşist ve Sovyet modellerinden etkilenmemiştir. Yeni sistem, Osmanlı patrimonyal siyaset geleneğinden ve İttihatçı otoriter yapılanmadan aldığı ilhamla şekillenmiştir. ‘Şefli İttihad ve Terakki’ modelini teşkilatlandırmıştır. Düşünsel altyapısı, ‘sınıfsız bir toplum’ ve bütün tabakalarını koruyacak dayanışmacı örgütlenme olan siyasal sistemdir. Siyasette oluşturduğu monopol, şahıs kültünü zorunlu kılmıştır. (s. 860, abç)

“[S]istemin omurgası niteliğindeki” patrimonyalizme, “siyasal alandan pay isteyen” CHP kaynaklı riski, 1936-7’de devlet-parti bütünleşmesiyle gideren Atatürk, “[T]oplumu bütünüyle kontrol ederek, ‘yeni adam’ yetiştirmeyi hedefleyen bir Türk totaliterliği yaratmak isteyen tek parti kadrolarına, ‘demokrasiye’ değil ‘patrimonyalizm’e zarar vereceği gerekçesiyle karşı çıkmıştır” (s. 861, abç).

“Kanun devleti” dahi olmayan Cumhuriyet’te (s. 419), Atatürk’ün başbakanı, bakanları yemek masasında görevden aldığı ve atadığı, her şeyiyle var ettiği hem CHP’yi hem de ‘tek parti’ kadrolarını risk gördüğünün anlaşılması için sınıfsal ve klikler analizine ihtiyaç vardır. Nitekim ‘toplumu kontrol etmek’ amacıyla CHP, devlet-parti dışında esnaflarla bütünleşmeyi de hedeflemiş, bazı girişimlerde[40] bulunmuştur.

Atatürk’ü ‘yanılmaz’ ve ‘asrın devlet adamı’ gibi nitelendiren çalışmaları eleştiren ve “Atatürk’ü tarihselleştirmek” amacında olduğunu belirten Şükrü Hanioğlu, Türk devletinin iki kurucu unsuru olan milleten Türk’ten ve dinen Sünni İslam’dan gayrısını ‘Türkleştirmek ve Sünnileştirmek’ politiğini, çalışma planı dışında bırakmakla, “Türklük merkezli bir resmî ideolojinin” (s. 525) barikatını aşamamıştır.

1930’ların Türkleştirmesi ve bugünün Sünni İslamlaştırması, ‘tek’leştirmenin belirgin iki dönemidir. Resmî ideolojinin ‘tek millet’, ‘tek dil’ ve ‘tek din’ düsturu, aslında herkesin bildiği ‘sır’dır!


NOTLAR:

[1] TBMM TUTANAK DERGİSİ, 28. Dönem, yıl: 2, 39. Birleşim, 18 Aralık 2023 Pazartesi, s. 48.

[2] Kemal H. Karpat, Osmanlı Nüfusu (1830-1914), çeviren: Bahar Tırnakcı, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul-2003, s. 208-227; Umumi Nüfus Tahriri (1927), Fasikül 1, İstatistik Umum Müdürlüğü, Ankara-1929, s. xvıı, lx.

[3] 333 sayılı kanunun 6’ncı maddesi, DÜSTUR, 3. Tertip, cilt: 4, 2. baskı, Ankara-1953, s. 65-67.

[4] Dora Sakayan, Bir Ermeni Doktorun Yaşadıkları Garabet Haçeryan’ın İzmir Güncesi, çeviren: Atilla Tuygan, Belge Yayınları, İstanbul-2005, s. 13-18, 44-45, 54-60, 61-67; Talât Ulusoy, Ganimet Şehir İzmir, Sakin Kitap, İzmir-2023; TBMM ZC, devre: 1, cilt: 25, 25 ve 27.11.1922, 7.12.1922, s. 66-82 ve 97-105, 240-242; TBMM ZC, devre: 2, cilt: 23, 6 Mart 1926, s. 77-78; TBMM GCZ, cilt: 3, 27 ve 29.11.1338, s. 1126-1127 ve 1131-1143; Lozan Barış Konferansı, tutanaklar-belgeler, Çeviren: Seha. L. Meray, cilt: 4, Yapı Kredi Yayınları, 2. baskı, İstanbul-2001, s. 94, 97, 151-161; Ahmet Demirel (hazırlayan), İsmet İnönü, Defterler (1919-1973), cilt: 1, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul-2001, s. 40-41; Bilge Umar, İzmir’de Yunanlıların Son Günleri, Bilgi Yayınevi, Ankara-1974, s. 285, 308-309, 324-326; Kâzım Özalp, Millî Mücadele, 1919-1922, cilt: 1, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara-1998, s. 237; Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Bateş Atatürk Dizisi, İstanbul-1998, s. 324.

[5] İzmir Ticaret Odası, Meclis Karar Defteri I-II, 1922-1930, hazırlayan: Dr. Fikret Yılmaz, İzmir Ticaret Odası, Kültür, Sanat ve Tarih Yayınları-5, İzmir-2008, s. 28, 68.

[6] Genelkurmay Başkanı Fevzi’nin TBMM Başkanlığı’na gönderdiği 19 Eylül 1922 tarihli Harp Raporu (iki madde, aynen aktarıyorum): “1- Avn-i Hak’la [Allah’ın yardımıyla] tekmîl [bütün] Garbi Anadolu’nun istihlâsı [kurtarılması] hitâme [sona] ermiş olduğundan kıta’âtın [birliklerin] yeni vazifelerine ihzârı ile [hazırlığıyla] iştigal [meşgul] olunmakla vaktiyle Yunan Ordusu’na müzâherette bulunan [yardım eden] Hıristiyan anâsır toplattırılarak sahile sevk edilmektedir. 2- Her tarafta muhtelif cinsten birçok ganâim ele geçmektedir.” (Genelkurmay Başkanı Fevzi’nin [Çakmak] TBMM’ye gönderdiği 19.9.1922 tarihli harp raporu, ATASE, aktaran Kemal Yakut, Eskişehir’in Kurtuluşu, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul-2023, s. 566-567.)

[7] Nüfus İşleri Genel Müdürlüğü’nün 10 yıllık Çalışma Raporu (1933), s. 1-2 ve İlişik sayı 8: Vilâyet dahilinde mübadeleye tabi elyevm mevcut Rum miktarı, BCA-F: 30.10/K: 124, D: 885, S: 4; TBMM ZC, devre: 3, cilt: 26, 19.3.1931, s. 60-67 ve zabıt sonundaki 92 no’lu raporda s. 4, 9.

[8] 12.10.1919’da Sivas’ta Mustafa Kemal, Müdafaai Hukuk Cemiyeti Teşkilatı talimatı, Kuvayı Milliye Komutanı Tekelioğlu Sinan Bey’in Günlüğü, Genelkurmay-ATASE, Ankara-2012, s. 1-4; ATASE, aktaran Türk İstiklal Harbi IV’üncü Cilt Güney Cephesi, Genelkurmay-ATASE, Ankara-2009, s. 76-77, 318.

[9] İsmail Sosyal, Türkiye’nin Siyasal Andlaşmaları, cilt: 1 (1920-1945), 3. baskı, Türk Tarih Kurumu, Ankara-2000, s. 50-52; ATASE, aktaran Türk İstiklal Harbi IV’üncü Cilt Güney Cephesi, s. 279-280.

[10] Suavi Aydın, Adana Milli Mücadelesi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul-2022, s. 174.

[11] Türk İstiklal Harbi IV’üncü Cilt Güney Cephesi, s. 320.

[12] Pontus Meselesi, Dr. Yılmaz Kurt (hazırlayan), Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti Matbuat Müdiriyet-i Umumisi, Matbuat ve İstihbarat Matbaası, Ankara-1338 (1922), TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları No: 68, TBMM Basımevi, Ankara-1995.

[13] Hâkimiyeti Milliye, 21 Mart 1923, aktaran 16.3.1923’te Adana Esnaflarıyla Konuşma, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, cilt: 1-3’te 2’nci cilt, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara-1989, s. 129-132.

[14] 21 Ocak 1922’de affedilen Katil İlyas Çetesi’ne verilen görev: Pontos Rumlarını vurmaktır (19 Ocak 1922 tarih ve 183 no’lu Tecili Takibat Hakkında Kanun, TBMM ZC, devre: 1, cilt: 16, 12 ve 19 ve 21.1.1922, s. 31-34, 92, 111-112 ve Fihrist-s. 3; TBMM GCZ, cilt: 2, 11.8.1921 ve 4.10.1921 ve 19.1.1922, s. 215-217, 263-264, 635-643; Hamdi Ertuna, Türk İstiklâl Harbi, VI’ncı cilt, İstiklâl Harbinde Ayaklanmalar (1919-1921), Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı, Resmi Yayınları Seri No: 1, Genelkurmay Basımevi, Ankara-1974, s. 170-176).

[15] A. Gündüz Ökçün (hazırlayan), Osmanlı Sanayii 1913, 1915 Yılları Sanayi İstatistiki, 2. baskı, AÜSBF Yayını, Ankara-1971; Zafer Toprak, Türkiye’de ‘Milli İktisat’ (1908-1918), Yurt Yayınları, Ankara-1982, s. 191-192.

[16] İlgili mevzuat (1922-1929 dönemi, sadece tarih ve sayısı): 1- 20.4.1922 tarih ve 224 sayılı kanun (DÜSTUR, 3. Tertip, cilt: 3, 2. baskı, Ankara-1953, s. 34-35), 2- 15.3.1923 tarih ve 333 sayılı kanun (DÜSTUR, 3. Tertip, cilt: 4, 2. baskı, Ankara-1953, s. 65-67), 3- 29.4.1923 ve 2455 sayılı kararnameyle kabul edilen talimatname (DÜSTUR, 3. Tertip, cilt: 4, 2. baskı, Ankara-1953, s. 77-82), 4- 13.3.1924 tarih ve 441 sayılı kanun (DÜSTUR, 3. Tertip, cilt: 5, 2. baskı, Ankara-1948, s. 336), 5- 15.4.1925 tarih ve 622 sayılı kanun (DÜSTUR, 3. Tertip, cilt: 6, Ankara-1934, s. 327), 6- 16.4.1924 tarihli 488 sayılı kanun (DÜSTUR, 3. Tertip, cilt: 5, 2. baskı, Ankara-1948, s. 430-432), 7- 18.4.1925 tarih ve 627 sayılı kanun ve madde 23/V fıkrası (DÜSTUR, 3. Tertip, cilt: 6, Ankara-1934, s. 339), 8- 22.2.1926 tarih ve 748 sayılı kanun DÜSTUR, 3.Tertip, cilt: 7, 2. tabı, Ankara-1944, s. 420-421), 9- 13.3.1926 tarihli ve 781 sayılı kanun (DÜSTUR, 3. Tertip, cilt: 7, 2. tabı, Ankara-1944, s. 655-657),  10- 31.5. 1926 tarih ve 882 sayılı kanun (DÜSTUR, 3. Tertip, cilt: 7, 2. tabı, Ankara-1944, s. 1439), 11- 16.6.1927 tarih ve 1080 sayılı kanun (TBMM ZC, devre: 2, cilt: 26 ve 33, s. 274 ve 72-76), 12- 31.3.1928 tarih ve 1217 sayılı kanun (DÜSTUR, 3. Tertip, cilt: 9, 2. basılış, Ankara-1948, s. 125), 13- 4.5.1928 tarih ve 1349 sayılı kanun (TBMM ZC, devre: 3, cilt: 4, s. 353, 386-388; DÜSTUR, 3. Tertip, cilt: 9, 2. basılış, ciltte kanunun sıra no’su, 228’dir; Tamim, Resmî Gazete, 9.9.1930, sayı: 1591, s. 9355), 14- 24.5.1928 tarih ve 1331 sayılı kanun (DÜSTUR, 3. Tertip, cilt: 9, 2. baskı, Ankara-1948, s. 732-734), 15- 2.6.1929 tarih ve 1515 sayılı kanun (DÜSTUR, 3. Tertip, cilt: 10, 2. baskı, Ankara-1953, s. 896).

[17] ‘Müdafaai Hukuk’ kavramı, Türk Parlamento Tarihi, Millî Mücadele ve TBMM I. Dönem (1919-1923), cilt: 1, TBMM Vakfı Yayınları No: 4, Ankara-1994.

[18] 28 Ocak 1920 tarihli altı maddelik Misak-ı Millî beyannamesi, 17 Şubat’ta ve 29 Ocak tarihli 7’nci maddesi de 11 Mart’ta açıklanmıştır, Meclisi Mebusan Zabıt Ceridesi (İçtimâ-ı Fevkalâde), devre: 4, sene: 1, cilt: 1, s. 143-146, 435.

[19] TBMM tutanağında montaj meselesi. Mehmed Seyyid’in risalesi, TBMM’de konuşmuş gibi eklenmiştir; bu da yapılmıştır: “Tutanaklarda sonradan yapılan bir montajın Seyyid Bey’in bu forumda da aynı konuşmayı yaptığı izlenimini doğurmasına karşılık tartışma kısa sürer” (s. 478). 321 no’lu dipnot: “Mete Tunçay, ‘İkinci Meclis Tutanaklarında İlginç Bir Montaj Olayı,’ Toplumsal Tarih, 10/105 (Eylül 2002), s. 24-25. Böylesi bir girişimle, konuşmanın meclis genel kurulunda yapıldığı izleniminin yaratılmaya çalışılması…”

[20] Jandarma Umum Kumandanlığı, Dersim, kitap içinde, Tarih Vakfı-Necmeddin Sahir Sılan Arşivi-2, Doğu Anadolu’da Toplumsal Mühendislik, Dersim-Sason (1934-1946), Tarih Vakfı Yurt Yayınları (hazırlayan ve yayınlayan), İstanbul-2010, s. vııı, 37-40.

[21] Mehmet Bayrak, Kürtlere Vurulan Kelepçe, Şark Islahat Planı, Öz-Ge Yayınları, Ankara-2009.

[22] TBMM Gizli Celse Zabıtları (GCZ), cilt: 3, 22.7.1922 tarihli oturum, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara-1985, s. 550-551.

[23] TBMM GCZ, cilt: 3, 22.7.1922, s. 564.

[24] TBMM ZC, devre: 1, cilt: 26, 25.11923, s. 506.

[25] TBMM ZC, devre: 1, cilt: 6, 30.11.1920, s. 157.

[26] TBMM ZC, devre: 2, cilt: 33, 25.6.1927, s. 682-687; Cemil Koçak, Umûmi Müfettişlikler (1927-1952), İletişim Yayınları, İstanbul-2003, s. 54, 72, 81, 127, 155, 231, 293.

[27] Reşat Hallı, Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar (1924-1938), Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı, Resmi Yayınları Seri No: 8, Genelkurmay Basımevi, Ankara-1972.

[28] Tanım için bakınız, François Georgeon, Sultan Abdülhamid, çeviren: Ali Berktay, 6. baskı, İletişim Yayınları, İstanbul-2020, s. 365-370.

[29] 13.11.1933 tarih ve 15316 sayılı kararname, BCA-F: 30.18.1.2/K: 41, D: 82, S: 14; Dahiliye Vekâleti Nüfus İşleri Umum Müdürlüğü Şube II’nin (4 ve 16.12.1933 tarihli) tamimi, s. 86-89; Dahiliye Vekilliği Nüfus Umum Müdürlüğü, Geçen Dört Yılda Yapılan ve Gelecek Dört Yıl İçinde Yapılacak İşler Hülâsası, Ankara-1935, s. 73; Dahiliye Vekâleti’nin (5.8.1937 ve 9865 sayılı) tamimi, Resmî Gazete, 15.12.1937, sayı: 3783, s. 9069-9083.

[30] 14.6.1934 tarih ve 2510 sayılı İskân Kanunu, Resmî Gazete, 21.6.1934, sayı: 2733, s. 4003-4009; TBMM ZC, devre: 4, cilt: 23, 7 ve 14 Haziran 1934, s. 67-77 ve 140-166.

[31] TBMM ZC, devre: 5, cilt: 19, 18.9.1937, s. 344.

[32] Dördüncü Um. Mf. Alpdoğan’ın 1.6.938 tarih ve 1/2020 sayılı şifresi, BCA-F: 30.10/K: 111, D: 746, S:8.

[33] 9.6.1938 tarih ve 2/8973 sayılı kararname, BCA-F: 30.18.1.2/K: 83, D: 51, S: 13 ve 9.6.1938 tarih ve 2/8974 sayılı kararname, BCA-F: 30.18.1.2/K: 83, D: 51, S: 14. 2/8973 sayılı kararname: “Bir aydan fazla devam edeceği tahmin edilen Tunceli harekâtının muharebe ve müsademeleri [harp etmeyi ve çarpışmayı] istilzam edecek [gerektirecek] mahiyette ve ehemmiyette olduğu […]” 2/8974 sayılı kararname: “Tunceli harekâtına iştirak edecek kara, hava ve jandarma birliklerine mensup erata kuvvetli tayın verilmesi için bu hareketin sefer mahiyetinde mühim hareket olduğu […]”

[34] 6 Ağustos 1938 tarih ve 2/9409 no’lu kararname, BCA-F: 30.18.01.02/K: 84, D: 73, S: 8.

[35] Erkânı Harbiyei Umumiye Reisi Orgeneral Nuri Yamut’un 20.3.1953 tarihli ve 351115 sayılı yazısı ile Başbakanlıktan TBMM Dilekçe Komisyonu Başkanlığı’na gönderilen 4.1.1950 tarihli ve 5084/6-68 sayılı yazısı ile Millî Savunma Bakanlığı’nın Başbakanlığa gönderdiği 21.12.1949 tarih ve 31934 sayılı yazısı, BCA-F: 30.10/K: 112, D: 755, S: 18, s. 3-5, 13-18.

[36] Yunus Nadi’nin başmakalesi başlığı, Cumhuriyet, 18.6.1937, s. 1.

[37] Dahiliye Vekili Faik Öztrak’ın Başvekâlet’e gönderdiği 2.11.1939 tarih ve 2970/11184 no’lu raporu, BCA-F: 30.10/K: 111, D: 751, S: 30.

[38] Haziran 1939 itibariyle sürgün edilen Dersimli toplamı 15 bini geçti (2/6568, 2/9409, 2/9582 ve 2/10105 sayılı kararnamelere ek, 3.6.1939 tarih ve 2/11158 sayılı kararname, BCA-F: 30.18.01.02/K: 87, D: 51, S: 6; İdare, Dahiliye Vekâletinin Aylık Mecmuası, sayı: 136, Temmuz 1937, s. 835). Necmeddin Sahir Sılan’ın 1952’deki raporuna göre 20 bin Dersimli sürüldü (Necmeddin Sahir Sılan, DP’ye sunduğu 30.8.1952 tarihli Tunçeli raporu, Tarih Vakfı-Necmeddin Sahir Sılan Arşivi-1, ‘Doğu Sorunu’ Necmeddin Sahir Sılan Raporları, (1939-1953), derleyenler: Tuğba Akekmekçi-Muazzez Pervan, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul-2010, 443).

[39] 1919-1922 yıllarında asker-milis kaybı toplamı 9167’dir (Sabahttin Selek, Milli Mücadele, cilt: 2, Örgün Yayınları, 2. Baskı, İstanbul-1982, Ek: 19). Dağılımı şöyledir: Ermeni harekâtı 46, Gediz Muharebesi 181, Birinci İnönü Muharebesi 95, İkinci İnönü Muharebesi 1499, Kütahya-Eskişehir Muhaberesi 1522, Sakarya Muharebesi 3282 ve Büyük Taarruz 2542’dir.

[40] ‘Bütünleşme’ çalışılacak bir konu; CHP’nin Ankara’da ve İstanbul’da esnaflarla bütünleşmesi faaliyeti hakkında, BCA-F: 490.01/K: 594, D: 52, S: 2 ve BCA-F: 490.01/K: 594, D: 53, S: 10.


Nevzat Onaran Kimdir?

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nden mezun oldu. Bir süre muhasebecilik yaptı ve ardından ekonomi muhabiri olarak Özgür Gündem, Evrensel dâhil birçok gazete ve dergide çalıştı. Yakın dönem okumalarını Türk milliyetçiliğinin ekonomi politiğinin analizinde yoğunlaştırdı. 1915-1940 dönemini inceleyen dört kitabı yayımlandı.