Atlantik Okyanusu akıntılarının zayıflaması ne anlama geliyor?
Atlantik Okyanusu akıntıları risk altında. Dünya genelinde iklimin düzenlenmesini sağlayan akıntıların çökme ihtimali, uzmanları endişelendiriyor.
Brian Khan & Molly Taft
The Day After Tomorrow* [Yarından Sonraki Gün], iklimle ilgili konuşmalarda sıkça anılan bir film; bununla birlikte, daha sonraki yıllarda filmi taklit eden aşırı iklim olayları yaşamaya devam ettik. Bunun en son örneği, geçtiğimiz perşembe günü Nature Climate Change dergisinde yayınlanan ve Atlantik Meridyonel Devir Dolaşımı'nın çökebileceğini belirterek ‘erken uyarı işaretleri’ hakkında ikazda bulunan yeni bir çalışma oldu.
Bilim insanlarının ‘AMOC’ kısaltmasıyla andığı bu sistem, bilim insanlarının yıllardan beri kaygı duydukları, hayati öneme sahip bir küresel su akıntısı. Yayınlanan yeni bir araştırma, iklim değişikliğinin temelde AMOC’un istikrarını tehdit ettiğini ve sistemin şu anda 'kritik bir değişime yakın bir noktaya' gelmiş olduğunu öne sürüyor. İklim değişikliği söz konusu olduğunda, -son günlerde pencerenizden dışarı baktıysanız- mevcut olan tek endişe bu değil ama bu çöküşün dünya için ciddi sonuçları olabilir.
KÜRESEL İKLİM İÇİN BELİRLEYİCİ BİR AKINTI
İlk bakışta, bir okyanus akıntısının hızında yaşanacak bir değişim pek de kaygı verici görünmeyebilir. Sonuçta, tüm dünyada geniş bölgeleri kasıp kavuran yangınlar, seller, aşırı sıcaklıklar ve yükselen deniz seviyeleriyle yüz yüzeyiz; peki okyanus akıntıları, bizler yarattığımız bu pisliğin geri kalan kısmını anlamaya çalışırken bir süre etrafta takılıp bekleyemez miydi? Aslında, AMOC, dünya genelindeki hava koşulları söz konusu olduğunda büyük önem taşır. Sıcak suların tropik bölgelerden Kuzey Atlantik’e taşınmasına yardımcı olur; bu durum, Avrupa kıtasını bulunduğu enleme oranla daha ılıman tutar ve dünya genelinde iklimin normal kalmasını sağlar.
AMOC öylesine önemlidir ki, sağlıklı bir şekilde işlemesi, hayati öneme sahip bir iklimsel ‘kritik eşik’ olarak kabul edilir. Bilim insanları AMOC’u yakın takip altında tutuyorlar zira kaygı verici bir şekilde, iklim değişikliğinin istenmeyen bir etkisine maruz kaldığı görülüyor. Grönland buz tabakası eriyor, bu ise Kuzey Atlantik’te esasen akıntı karşısında bir barikat görevi gören büyük bir soğuk ve tatlı su havuzunun oluşmasına neden oluyor.
Yeni araştırmayı bu denli rahatsız edici kılan unsur da işte bu. AMOC üzerinde yapılan daha önceki çalışmalar, büyük oranda son birkaç on yıllık verilere dayanıyordu. Yeni araştırma, 19'uncu yüzyıla dek uzanan tarihi sıcaklık ve tuzluluk verileriyle birlikte daha yeni verileri ve iklim modellerini inceliyor. Hepsi birlikte, AMOC’un gücünü yitirdiğini ve rotasını bozabilecek büyük değişimler karşısında daha kırılgan olduğunu gösteriyor.
YAKIN ZAMANDA ÇÖKMESİ BEKLENMİYOR
Hâl böyleyken, sıradan insanlar için bu durumu nasıl anlaşılır bir hale getirebiliriz? Okyanusun taşıma bandının aniden durması ve tüm hayatımız boyunca bildiğimiz haliyle hava durumunun değişmesine karşı hazırlanmamız mı gerekiyor? Dennis Quaid, hepimizi New York Halk Kütüphanesi’ne götürerek bizi devasa bir fırtına dalgasından mı kurtaracak?
Araştırma makalesi, işlerin ne zaman ters gidebileceğine dair önemli bir tahmin içermiyor olsa da akıntının herhangi bir büyük değişime direnmek noktasında güç yitirdiğini ortaya koyuyor. Hazırlanan en son iklim modellerine göre, 2100 yılına dek AMOC’da bir çöküş yaşanması pek de olası değil; bu imkânsız değil ama büyük ihtimalle olmayacak.
Southampton Üniversitesi’nden bir oşinografi [okyanusbilim] uzmanı olan ve AMOC’u gözlemleyen Hollanda Kraliyet Meteoroloji Enstitüsü’nde görev yapan Sybren Drijfhout, “Evet, yaşam süremiz içinde bir çöküş gerçekleşebilir ama bir olasılık oranı dile getirmek mümkün değil çünkü elimizdeki modeller gelecekle ilgili projeksiyonlara niceliksel bağlamda güvenecek kadar iyi durumda değil” diyor. Bununla birlikte, hem daha önce basında çıkan haberlerin hem de daha düşük bir seviyede araştırma makalesinin çok güçlü iddialarda bulunma eğiliminde olduğunu ve sunulması gereken bir takım çekinceleri göz ardı etme eğilimi taşıdığını belirtiyor.
Drijfhout’un dikkat çektiği konular arasında, makalenin, dolaşımın kendisinden ziyade AMOC’un ve Kuzey Atlantik Salınımı gibi iklim sisteminin diğer bölümlerindeki değişimleri yansıtabilecek parmak izlerine bakıyor olması da vardı. Makalenin gözden geçirdiği işaretler AMOC’da yaşanan bir çöküşle aynı çizgide gibi görünse de, mutlak anlamda 'bu tür bir çöküş öngöremediklerini' sözlerine ekliyor.
DAHA KORKUTUCU İHTİMALLERLE YÜZ YÜZEYİZ
Bunun da ötesinde, AMOC’un 'çöküş noktası' eşiğinin geçilmesi ihtimali, diğer çöküş noktalarına ulaşma ihtimalleri kadar korkutucu değil çünkü okyanusun dolaşım sisteminin yavaşlaması yıllar içinde değil, on binlerce yıl içinde gerçekleşir. Farklı biçimde söylersek, geri dönüşü olmayan ilk noktayı geçsek dahi, sistem tamamen çökmeden önce teorik olarak sıcaklıkları kontrol altına alarak durumu düzeltmek için yeterince zamana sahibiz. Diğer yeni araştırmalar, AMOC’un çöküş noktası eşiğini geçmesi için gezegenimizin [bugüne oranla] yaklaşık dört santigrat derece daha ısınması gerektiğini ortaya koyuyor; yine de teorik olarak sistem geri döndürülebilir.
Exeter Üniversitesi’nde çöküş noktalarını inceleyen ve diğer araştırmalara öncülük eden bir doktora sonrası araştırmacı olan Paul Ritchie, “Eğer AMOC çöküş noktası eşiğini aşacak olsaydık, o durumda süratli bir iklimsel kontrol ile tam bir çöküşün hâlâ önlenebilmesi ihtimali var” diyor. Bu hususu akılda tutarak, kaygılı zihinlerimizi meşgul edebilecek daha acil iklim meseleleri var. Ritchie, 'çok daha hızlı zaman ölçeklerinde işleyen' diğer sistemlerde kimi kriz noktalarına ulaşma bağlamında çok daha fazla endişe duyduğunu ifade ediyor. Geçtiğimiz yıl yayınlanan farklı bir makale, Amazon gibi güvendiğimiz bazı hayati öneme sahip ekosistemlerin, eğer iklim krizi ve ormansızlaştırma aracılığıyla onları çok fazla zorlamayı sürdürürsek, önümüzdeki yıllarda birdenbire çökebileceğini ortaya koyuyor.
BAZI KIRILGAN SİSTEMLER ÇÖKÜŞÜN EŞİĞİNDE
Ritchie, “Kimi çöküş unsurları, Musonlar ve Amazon yağmur ormanları gibi sistemlerde yalnızca on yıllar ya da yıllar gibi çok daha hızlı zaman ölçeklerinde işler ve bunun gibi daha hızlı çöküş unsurları söz konusu olduğunda, eşiğin aşıldığı durumda geri dönüşü olmayan bir değişimi önlemek için çok daha az şansa sahibiz” diyor: “Dolayısıyla, Amazon yağmur ormanları gibi hızlı başlayan bir çöküş eşiğini geçme noktasında daha fazla endişe duyuyorum çünkü eğer bu eşiği geçersek, (küresel ısınmayı daha da artıracak) büyük ölçekli bir tepkimeyi engellemek için çok daha az şansımız olacak.”
Yine de bu durum, en azından AMOC çökerse neler olabileceğini düşünmememiz gerektiği anlamına gelmiyor. Drijfhout, yeni araştırma hakkında, “Bu, henüz ön sonuçlarının doğrulanması için daha fazla araştırmaya ihtiyaç duyan ve önemli bir mesaj taşıyan çok ilgi çekici ve toplumsal açıdan rahatsız edici bir makale” diyor.
Ritchie, şu ifadeleri kullanıyor: “Yaşanacak bir çöküşün önemli sonuçları olurdu ve bu yüzden, ihtimal düşük olsa bile endişelenmeye devam etmeliyiz. Bunu, bir evde yaşanabilecek yangın ihtimaline benzetiyorum: İhtimal çok düşük ama yine de kendimizi güvende tutmak amacıyla duman algılayıcıları kuruyoruz.”
Açıkçası, şu anki iklimimiz söz konusu olduğunda, alarmlar zaten fazlasıyla yüksek bir sesle çalıyor. Fosil yakıt kullanımının git gide azaltılması gerektiğini anlamak için daha fazla uyarıya ihtiyacımız yok.
*The Day After Tomorrow, 2004 yılında çekilmiş Hollywood yapımı bir sinema filmidir. Küresel ısınma ve doğurabileceği sonuçlara değinir. İklim bilimci Jack Hall (Dennis Quaid), kutuplarda araştırma yaparken buz katmanının kırıldığına tanık olur. Bunun nedeninin küresel ısınma olduğunu düşünmektedir. Dünya, bir buzul çağına girmek ve bunun sonucunda köklü bir değişikliğe uğramak üzeredir.
Yazının orijinali Gizmodo sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)